Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
30 Temmuz 2019, salı günü, yine zihnimin derinliklerinde yankılanan birbirinden bağımsız görünen, ancak bugüne kadar insanların bütün olarak incelemeye cesaret edemediği, etseler de bir şekilde ulaşamadıkları -ulaştıkları anda da öldürüldükleri ya da sistem dışına itilerek tecrit edilmelerine neden olan- binlerce içerikle boğuşuyordum.
Stefan J.
Banach’in korktuğu da buydu, ‘Bekçiler’in, benim ve benim gibilerin bu içeriklere
internet yoluyla ulaşması onları korkutuyordu: “Gerçeğin en avantajlı zamansal
ve evrimsel algısına ulaşmak için yapılan şemâ, hem değişimin hem de yerli ve
yabancı aktörlerin amacıdır. Bu stratagem (tuzak-savaş hilesi), Amerika
Birleşik Devletleri gibi uluslar için tehlikeli bir yıkılma noktasına yaklaşan,
sanal savaş ilkelerini ve onun kitlesel aldatma silahlarını ele almaya
başlamıştır.”
Saat:
14:10’du. Garfield Abidesi’nin önünde İD ile etrafı incelemeye devam ediyorduk.
Sol tarafımızda Noel Ağacı gibi duran, çeşitli sembolik şeylerin asıldığı, ‘Dilek
Ağacı’na benzer bir çam ağacı vardı, her renkten insanlar gelip onu
inceliyorlardı.
Öğle
namazını kılmam gerekiyordu ve acıkmıştık. İD arabadan yiyecek ve içecek
poşetlerini çıkardı, oturacak yer arıyorduk. Garfield Abidesi’nin arka tarafına
yürüdük, Kongre Binası’na doğru uzanan yürüyüş yolunun sağ tarafında çimlerin
bulunduğu alana gittik.
Ben Kongre
Binası’na doğru bakarken İD poşetleri çimlerin üstüne sermiş ve sırtını abideye
dönerek dizlerinin üstünde ve topuklarını dikerek yere oturmuştu; ben de bağdaş
kurarak karşısına oturdum, Kongre Binası arkamda kalıyordu.
‘Ben de senin
gibi oturacağım!’ dedi İD oturuşunu değiştirmeye kalkarak.
Durdurdum
onu, ‘Hayır!’ dedim. ‘Sen bildiğin gibi otur, kadınlara bağdaş kurarak oturmak
yakışmıyor, siz kadınlar, bırakın da bu oturuş biz erkeklere özel kalsın!’
‘Bağdaş kurmak
mı deniyor o oturuşa?’ diye sordu ilgiyle ve sonra yine itiraz etti. ‘Neden
oturamayacakmışım, çok rahat!’
‘Evet, çok
rahat olduğu için siz kadınlar bu tip ve daha dekolte kıyafetlerle oturmamalısınız
zaten. Dikkatimizi dağıtacak şekilde yaratılmış kıvrımlarınız var.” dedim yine
soğuk soğuk. “Sen oturuşunu bozma ve izin ver de kafamız karışmadan yemeğimizi
yiyelim!’
‘Senin mi
kafan karışacak?’ diyerek kahkaha attı İD. ‘Sen bir robotsun, senin kafan
karışmaz!’
‘Hadi ama,
acıktım!’ dedim sertleşen sesimle.
Sözü
uzatmaya çok istekliydi. ‘Çok safsın!’ dedi ve şeytanî bir kokuyla kıkırdayarak
sordu: ‘Siz bağdaş kurup oturunca sizin ‘kıvrımlarınız’ bizim kafamızı
karıştırmıyor mu sanıyorsun?’
Su şişelerinden
birini aldım ve ‘Bak su ısınmış!’ dedim dikkatini dağıtmaya çalışarak.
‘Evet!’
dedi o da bir şişe su alarak. ‘Duş alınacak kadar değil ama!’
Tepki
vermeden bir şeyler yemeye başladım. Çünkü İD’nin nereden nereye nasıl yol
çıkaracağını biliyordum.
Durmadı. ‘Hiç,
bir kadınla birlikte duş aldın mı?’ diye sordu dudaklarını ileri doğru
uzatarak.
‘Şu alanda
bu dediğini yapmış olan onlarca insan var!’ dedim hiç geri adım atmadan. ‘Onlara
sorsana, bunu yaptıkları için çok mu mutlular, doymuşlar mı, egemen Amerikan stratejilerinin
dayattığı sınırsız hâz için daha fazla ne yapmaları gerekiyor?’
Suratını
astı ve yine ‘Gıcık!’ dedi İD, elini peynire uzattı.
Bu kez ben
durmadım. ‘Amerikalıları ve dünyanın bütün insanlarını kolay ulaşılabilir hâle
getirilen hâzlarla ruhlarındaki cehenneme gömdüklerini görmüyor musun?’ diye
sordum. ‘Çok kolay seninle hâz duvarlarına birlikte tırmanmak. Peki ya sonra? O
duvarlardan nasıl iniyor insanlar ya da sağlıklı bir şekilde inebiliyorlar mı?
Yoksa orada açılan ahlak dışı hâz bataklıklarına geçiş mi yapıyorlar?’
Sessizce kendi doğradığı domatese uzandı, ben de Afghan Naanı’ndan biraz kopardım ve ona uzattım.
‘Şu anda bu ekmekle anılan Afganların afyon ve diğer cinsel hâzlarla nasıl bir
cehenneme sürüklendiklerini bilmiyorsun sen!’ dedim. ‘Ekmekleri Richmond’da ama
kendileri ülkelerinde kelimenin tam anlamıyla önce Rusların, sonra da 9/11 Eylül
ve El Kaide bahanesiyle Amerikalılarla Avrupalıların ürettiği cehennemde tam kırk
yıldır yaşıyorlar ve bu cehennem hayatının daha ne kadar süreceği belirsiz!’
‘Sıkıldım!’
dedi keyifsizce.
‘Sıkılmamalısın!’
dedim ve ‘Sence Washington’u neden geziyorum ben, bu anıtları niçin
inceliyoruz?’ diye sordum ısrarla. ‘Kendi vatandaşlarını büyük bir iç savaş
çıkararak birbirine öldürten ve sonrasında dünyanın her yerinde çıkardıkları
savaşlara göndererek kendi amaçları için öldürtmeye devam eden, Richmond’da ve
kurdukları ‘Tepedeki Şehir’ Washington’da güç merkezleri inşâ eden satanistlerin
ölmelerini sağladıkları Amerikalılar adına diktikleri anıtları, abideleri neden
inceliyorum sanıyorsun? İkinci Dünya Savaş’ından beri sadece bedenlerini değil
ruhlarını da öldürüyorlar Amerikalıların ve bu katliamı hâz üzerinden
yapıyorlar. Sen benim de ahlak dışı hâzza yenilmemi mi istiyorsun?’
İD yemeyi-içmeyi
bırakmıştı, gözlerini gözlerime dikmişti ve neredeyse derin bir uçurumun bütün
karanlık noktalarını gözlerime gönderiyordu. ‘I want you!’ dedi fısıltıyla. ‘Legal
ya da illegal, ahlakî ya da ahlak dışı, anlamıyor musun?’
Meyve suyu
kutularından birini aldım ve bağdaş kurduğum yerden seri bir hareketle ayağa
kalkarak geriye döndüm ve Kongre Binası’na doğru yürüdüm. Az sonra geriye
döndüm ve baktım...
İD güneş gözlüğünü takmıştı, benden tarafa bakıyordu ve yakan güneşin
altında pozisyonunu bozmadan oturmaya devam ediyordu; gözlerim kafasının
üzerinden Batı’ya doğru uzanan uzaklardan billur gibi su fışkırtan dizili
fıskiyelere doğru yükseldiler. Genişleyen sessizlikte çocuklar ve genç kızlar
fışkıran sularla ıslanıyorlar ve neşeyle haykırıyorlardı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.