Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Onunla hüznünü paylaşmak istemiyordum, ona tutkuların sonuçlarının neden olduğu cezaları göstermek istiyordum.
‘Bak!’ dedim Yüksek Mahkeme binasını göstererek. ‘Amerika özellikle şeytanî tutkuları kışkırtır ve tutkularının peşinden koşanları cezalandırmak için de bu büyük, korkutucu binalarda mahkemeler kurar. Bu mahkeme Amerikan İmparatorluğunun ulaştığı her yerde insanların üstünde hüküm sahibidir, Amerikan Devleti bunu parası, ordusu ve silahlarıyla sağladığı gibi, insanlığın bütün tutkularını planlı bir şekilde kontrol ederek de sağlar, ancak hiçbir zaman adaletle hükmetmez. Oysa hayat öyle değildir!'
‘Gerçekten
ilgilenmiyorum hayatın nasıl olduğuyla!’ dedi İD benim cezalarla ilgili vurgumu
kararlı bir şekilde reddederek. ‘Zaten yeterince kötü bir dünya var, benim için
önemli olan şu ân neyse onu yaşamak istiyorum!’
Binanın
merdivenlerine doğru yürüdük, güneş bu kez sırtımızı kavuruyordu. İD ilgisizdi.
Ben de biraz inceleme yapmak ve hemen ayrılmak istiyordum; zamanımız azalmıştı.
Ve ben henüz öğle namazını kılmamıştım.
Kongre
Binası’nın kuzeydoğusunda kalan ve Kongre kampüsünün kuzey bahçesine bakan yüksek
sütunlarla süslenmiş giriş kapısının üstünde ‘Equal Justice Under Law- Kanun Önünde
Eşit Adalet’ yazılı olan Amerikan Yüksek Mahkemesi’ni de yeni bakış açımla
değerlendirmek ve Antik Yunan tapınaklarını andıran binasının giriş
merdivenlerinin başlangıcında solda ve sağda iki yüksek kaide üzerine
yerleştirilmiş koltuklara oturan mermer kadın ve erkek heykellerini incelemek,
binanın içinde ve dışında bol miktarda işlenmiş Antik Roma ve Antik Yunan
tanrılarının kabartma figürlerini tek tek görmek iyi olacaktı kuşkusuz.
Sağ elinde
kılıç, sol elinde terazi olan ve adaleti temsil eden kadın heykellerindeki
temel gizem üzerinde düşünmek gerekiyordu. Neden kadın?
Adaletsizliğin
en çok mağdur ettiği insan, en çok şiddete uğrayan, alınıp satılan, tecavüz
edilen ve her bir ayrıntısı ile milyarlarca dolarlık endüstri sektörlerine
malzeme olan ve erkeğin bütün dengelerinin bozulmasına aracı olarak kullanılan kadındı.
Bir kadın ne zaman eline kılıcı alıp adaleti sağlama imkânı bulmuştu ki?
Bu olsa
olsa insanları kadın üzerinden manipüle etmek için kurgulanan şeytanî bir
kurgunun eseriydi. Kadının hayatının her anında mutlak hakimiyet sağladığı erkek
de bu manipülasyon ağının basit bir oyuncağı ve savaşan askeriydi. Meryem Ana
ve çocuk İsa resim ve heykellerinin kökenine dair de bir şeyler hatırlatıyordu
bu heykeller.
Binaya
girmedik, tekrar arabaya bindik. Kuzeye doğru ilerledik. Burası, yani Capitol Hill
(Capitol Tepesi), geniş caddeler boyunca Birleşik Devletler Kongre Binası'nın
önünden doğuya doğru uzanan Washington, D.C.'deki en büyük tarihi yerleşim
bölgesiydi; Columbia Bölgesi'nin merkezine yakın bir yerde yükseliyor ve doğuya
doğru uzanıyordu.
Pierre
(Peter) Charles L'Enfant, 1791 yılında yeni federal başkent için plan yapmaya
başladığında, ‘Kongre Binası’nı (Capitol binası) tepenin zirvesine, ‘anıt
bekleyen bir kaide’ olarak nitelendirdiği bir yere yerleştirmeyi seçmişti. Etkileyici
manzaralara sahipti ve bu orada oturanlara tarihteki gibi güç hissi veriyordu.
Capitol
binası, 1800 yılından bu yana Birleşik Devletler Kongresi'ni ve şehrin
Güneydoğusu ve Kuzeydoğusu olmak üzere iki çeyreğini kapsayan Capitol Hill
mahallesinin birçok sakininin işyeri olmuştu. Bir açıdan Dağ’ın bütün rahipleri
ve hizmetkârları burada çalışıyor ve oturuyor diyebilirdik.
Capitol
Hill'in doğusunda Anacostia Nehri, kuzeyinde H Street koridoru, güneyinde güneydoğu/ güneybatı otoyolu ve Washington Donanma Tersanesi, batısında ise, önünde epeyce zaman geçirdiğimiz Kongre
Binası’ndan Lincoln Anıtı’na kadar olan ve National Mall olarak adlandırılan
bölge yer alıyordu.
‘Küresel
Satanist Çete, Capitol Hill’de kendisini tanrılaştıran bir ‘Kutsal Dağ’ inşâ
etmiştir ve bütün insanlığı Masonik ağlarla buraya bağlamıştır ve kolonileştirilen
her bir ülkede yerel birer ‘Kutsal Dağ’ kurarak Şeytan’ın emirlerini uygulamaktadır!' diyordu ‘Dağ Yazarı’. ‘İnsanlar Washington’a sığınarak kurtulabileceklerine
inandırılmışlardır. Bu tarih boyunca tekrar edegelen bir aldanıştır. Küresel
Satanist Çete tarafından yönetilen bu bütünleşik hükümdarlık, ne kadar büyük ve
güçlü olursa olsun, izlerini takip ettiği Antik Mısır’da, Antik Hint’te, Antik
Yunan’da, Antik Roma’da, Antik Çin’de, Antik Amerika’da, Antik Arap ve Pers
coğrafyasında ve benzer birçok imparatorlukta insanları kendilerine tapınmaya
zorlayarak Allah’tan uzaklaştıran bütün sistemler gibi yok olmaya mahkûmdur.’
Zihnim
ândan uzaklaşmıştı yine. Tarihte geziniyordu. Tufan esnasında Allah’ın elçisi
Nuh’un Dağ’a sığınmayı kurtuluş olarak gören oğlu ile olan konuşmasını
hatırlatıyordu bana Hûd Suresi’nin 40-43. ayetleri:
‘Nihayet
emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik
ki: “Her cins canlıdan birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm
verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” (Nuh), “Binin
ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi. Ama, onunla beraber sadece pek az
kimse iman etmişti. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu.
Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de
bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi. O, “Ben, kendimi sudan
koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri
hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga
giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.’
Washington’a umut bağlayanlar da Nuh’un oğlu gibi boğulmaya mahkûmdu. ‘Dağ Yazarı’ haklıydı; ancak bunun dünyada yaşayan ve yaşayacak olan her insan tarafından bilinmesi gerekiyordu.
Yazdığım romanın herkes tarafından okunmasını umuyordum, bu boş
bir umut muydu bilmiyordum. Kur’an vardı ve her şeyi apaçık anlatıyordu bin
dört yüz yıla yakın bir zamandır; ne var ki Kur’an’ın varlığına rağmen insanlar
hakikate olan ilgileri çarpıtılmış bir şekilde başıboş dolanıyorlardı
yeryüzünde. Ben üstüme düşeni yapacaktım, gerisi insanların bileceği bir işti.
Kötülüğün nasıl yayıldığına ve kim tarafından üretildiğine dair sorulara net
cevap verilemeyen ve satanist güçler tarafından iz sürülemez hale getirilen bir
çağda yaşıyorduk ve insanlığın kılavuzlara ihtiyacı vardı. Bekçiler’in temel
kaygısı da buydu. İnsanı Kur’an’a götürecek bir kılavuz hazırlamak için
çabalamışlar ve uğruna ömürlerini harcadıkları her şeyi bana teslim etmişlerdi.
Araba önce
sola dönerek boydan boya Kongre Binası kampüsünü solumuzda bırakarak
ilerleyeceğimiz Constitution Avenu NW’ye ve sonra sağa dönerek geldiğimiz Pennsylvania
Avenue NW’ye çıktı. Kısa bir süre ilerledikten sonra yeniden sağa dönerek 6thStNW’den
kuzeye doğru ilerlemeye başladık. Kumtaşı rengindeki binalar ağaçların arasından sırayla geçip gidiyorlardı.
İD
sessizdi, namazı hatırlatarak elçiliğe daha erken ulaşmamız gerektiğini
söylediğimden beri tek kelime etmemişti ve süzülmüş bir yüz ifadesiyle arabayı
kullanıyordu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.