10 Haziran 2023 Cumartesi

SA10220/SD2774: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 25

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnsanı şizofren bir makineye dönüştürmüştü Nietzsche. İD’de de gördüğüm çelişkilerin kaynağı bence tereddütsüz Nietzsche ve öğretileriydi."


Aklımda Nietzsche vardı, Batı’nın intihar kapılarını açan adam olarak. Yaptığı akıl yürütmelerin Hristiyanlığın köklerini çürüttüğünü biliyordum; ama bildiğim bir şey daha vardı. İnsan için iyi ve güzel olan her şeyi öldürmüştü bu çirkin karakter, sevgi ve merhameti söküp atmıştı içindeki şeytanî nefretin etkisiyle. Bencil ve sadece içgüdüleri ile yaşayan bir insan türü yetiştirilmesi için çabalamış ve başarılı da olmuştu; bencilliğin neden olduğu sonuçların ürettiği bireysel ve toplumsal acılar Batı’nın insanlıkla ilişkisini kesmişti.

İnsanı şizofren bir makineye dönüştürmüştü Nietzsche. İD’de de gördüğüm çelişkilerin kaynağı bence tereddütsüz Nietzsche ve öğretileriydi.

Bir Alman filozof, filolog, ilahiyatçı ve kültür eleştirmeni olarak Friedrich Nietzsche ‘Deccal- Hristiyanlığa Sövgü’ adlı incecik (92 sayfa) kitabında 62 kısa bölümle Hristiyanlığın akıl dışı formunda bulduğu zemini analitik zekasıyla hallaç pamuğu gibi atmış ve Batı’nın aydınlanmasını sağlamıştı. Ancak bu nasıl bir aydınlanmaydı?

Soruyor ve cevaplıyordu Nietzsche; iyiliği öldürür ve kötülüğü-mutluluğu güç merkezli olarak yeniden tanımlarken:

“İyi nedir? – İnsanın içindeki güç duygusunu, güç istencini ve zaten sahip olduğu gücü arttıran her şey.

Kötü nedir? – Zayıflıktan doğan her şey.

Mutluluk nedir? – herhangi bir engelin aşıldığını ve gücün arttığını hissetmek.”

Yetinmiyordu, kavramların yerlerine ve anlamlarına yer değiştirtiyordu Nietzsche; insanın zihnini ‘iyilik hâli’nden uzaklaştıracak satanist ve sinsî mühendisliğin gereğini yerine getirirken:

“Kanaatkârlık değil, aksine tamahkârlık; hiçbir suretle barış değil, savaş; erdemlilik değil işgüzarlık (Rönesans düşüncesine göre bir erdem, virtü, moralinsiz bir erdem).”

Ve insan varoluşunun temelinde yer alan sevgiyi katlediyordu:

“İnsan sevgisinin gereği zayıflar ve kusurlu olanlar yok olmalıdır ve bunların yok edilmesi konusunda çaba gösterilmesi gerekir.”

Merhameti kuruluşundan beri rijit ve aforizmik bozukluklarla dolu Hristiyanlığın içinden sıyırıp aşağılıyordu:

“Bir günahtan daha kötü olan nedir? - Zayıflara ve kusurlu olanlara acımak, yani Hristiyanlık.”

Bugünkü Batılı, daha çok Avrupalı insan tam olarak Nietzsche’nin yetiştirilmesini istediği gibiydi:

“Burada ele aldığım sorun, insandan sonra doğada var olma sırasının neyde olduğu değil (insan son sıradadır), daha ziyade şudur: Daha değerli, yaşamı daha çok hak eden ve geleceğinden daha emin bir varlık olacak şekilde ne tür bir insan yetiştirilmeli, istenmelidir?

Bu değerli insan türü aslında var olmaktadır, fakat talihli bir rastlantı, bir istisna olarak ortaya çıkmaktadır ve hiçbir zaman istenildiği gibi olmamıştır. Bununla birlikte bu tür insan hep en çok korkulan olmuştur, bugüne kadar neredeyse korkunun kendisi haline gelmiştir- ve bu korku yüzünden de bu tür insanın tam tersi istenmiş, yetiştirilmiş veya ortaya çıkarılmıştır: evcil, güdülen ve hasta bir hayvan olan insan türü, yani Hristiyan.”

Nietzsche haklı mıydı Hristiyanlığın köklerine yaptığı saldırıda? Öyle görünmeseydi insanlık tarihinde bu kadar çok etili olamayacağı kuşkusuzdu, ama haklı olması, yıktığı Hristiyanlığın yerine koyduğu sevgisiz ve merhametsiz ilkelerin ürettiği vahşi hayvanı, yani kendisini ve benzerlerini üstün insan olarak tanımlamasındaki akıl dışılığı gizleyemiyordu:

“Geriye dönüp size Hristiyanlığın gerçek tarihini anlatacağım. -“Hristiyanlık sözcüğü bile bir yanlış anlamadan ibarettir-, çünkü yalnızca bir tek Hristiyan vardır ki o da çarmıha gerilerek öldürülmüştür. İncil çarmıhta ölmüştür. O andan itibaren de ‘İncil’ İsa’nın yaşadığı her şeye aykırı hale gelmiştir: ‘kötü haber’, ‘anti-İncil’ olmuştur. Birini, İsa aracılığıyla kurtuluşa ereceğine olan inancı yüzünden Hristiyan saymak yanlış ve saçmadır: Hristiyan yaşam şekli, çarmıhta öldürülenin yaşam şeklidir ve Hristiyanlık onun gibi yaşamaktır. Bugün bile böyle bir yaşam mümkündür, kimi insanlar için aynı zamanda gereklidir de; gerçek, asıl Hristiyanlık her zaman mümkün olacaktır… O, inanç değil, eylemdir; özellikle de çok şey yapmak değil, başka şekilde var olmaktır. Bilinçli olma durumu, herhangi bir inanç, bir şeyi gerçek sayma- hepsi içgüdülerin değeri karşısında beşinci derecedir, önemsizdir. Doğrusunu söylemek gerekirse, fikri nedensellik kavramı tümden yanlıştır. Hristiyan olmayı, Hristiyanlığı, bir şeyi gerçek kabul etmek, bilinçli olma durumu saymaya indirgemek Hristiyanlığı reddetmektir. Gerçekte Hristiyan diye bir şey olmadı hiç. İki bin yıldan beri ‘Hristiyan’ denen şey aslında psikolojik bir kendini kandırma durumuydu. Daha iyi incelendiğinde görülür ki kendisine Hristiyan diyen bu insan, tüm o ‘inanç’larına rağmen içgüdüleriyle hareket eder- hem de nasıl içgüdüler-le!” ‘İnanç’, Luther örneğinde de görüldüğü gibi, her zaman içgüdülerin arkasında oyunlar oynadığı bir örtü, bir paravan, bir perde-içgüdülerin hâkimiyetinden emin olan kurnaz bir körlük olmuştur. ‘İnanç’ için önceden de gerçek Hristiyan kurnazlığı demiştim, - insanlar hep ‘inanç’tan bahsedip durur ama içgüdülerine göre hareket ederler. Bir Hristiyan’ın fikir dünyasında gerçeklikle alakalı hiçbir şey yoktur; tam aksine orada harekete geçiren güç olarak, Hristiyanlığın temelindeki tek itici güç olan bütün gerçekliğe karşı bir nefret içgüdüsü buluruz. Sonra ne çıkar karşımıza? Psikolojide bile radikal bir yanlışlık olan, varlığı belirleyen, öz denen şey çıkar. Buradan bir kavram çıkarıp yerine tek bir gerçeklik koyarsak tüm Hristiyanlık hiçliğe gömülür.”

Nietzsche de içgüdüleriyle hareket ettiğini kanıtlamıştı hayatı boyunca. Aklının işleyişindeki üstünlük onu sadece vahşi bir hayvan yapmıştı tam olarak Şeytan’ın istediği bir formda; Budizm’in yücelttiği hiçliği bir ödül olarak vermişti insana; bugün hiçlik duygusunu derinden hisseden milyonlarla seks, alkol, uyuşturucu ve opioid bağımlısı insana. Pavlus’un riyakârlığını ve sahtekârlığını açığa çıkarması, kendisini Pavlus’tan farklı bir şey yapmıyordu:

“Çarmıhta neyin sona erdiğini açıkça görebilirsiniz: Buddha’nınki gibi yeni, esaslı bir huzur hareketi, vaat edilmiş değil dünya üzerinde gerçek bir mutluluk… Ve zaten sözünü ettiğimiz gibi bu iki dekadan din arasındaki fark burada yatar: Budizm söz vermez, doğrudan yerine getirir; Hristiyanlık hep söz verir ama bunları asla yerine getirmez. ’Müjde’yi en kötü şey takip etmiştir: Pavlus. Pavlus ‘müjdeci’ tipinin tam tersini, nefret içindeki, nefret sanrısı içindeki ve acımasız bir nefret anlayışı olan bir dehayı temsil ediyordu. Bu anti-İncil yandaşı nefret uğruna neleri kurban etti! Her şeyden önce Kurtarıcı’nın kendisini: onu kendi çarmıhına çiviledi. İsa’nın örnek yaşamı, öğretisi ve ölümü, İncil’in anlamı ve kanunları-bu nefret dolu sahtekâr yalnızca neyi kullanabileceğini fark edince bunlardan geriye hiçbir şey kalmadı. Ne gerçeklik ne de tarihsel hakikat!... Ve bir kez daha, Yahudilerin din adamı içgüdüleri, tarihe karşı aynı büyük suçu işledi, -Hristiyanlığın dününü, dünden öncesini yok sayıp onun yerine kendilerine bir İlk Hristiyanların Tarihi’ni uydurdular. Dahası, kendi eylemlerine uygun bir erken tarih yaratmak için İsrail tarihini bir daha çarpıttılar: böylece bütün peygamberler onların Kurtarıcısından haber verdi. Sonra kilise, Hristiyanlık tarihiyle uyumlu olsun diye insanlık tarihini de değiştirdi. Kurtarıcı tipi, öğretisi, yaşam şekli, ölümü, ölümünün anlamı, ölümünden sonra olanlar, -hepsine el attılar, hiçbirinde gerçekliğe benzer bir yan kalmadı. Pavlus tüm varoluşun zorluklarını alıp bu varoluşun arkasına kaldırdı- İsa’nın dirilişi yalanının arkasına. Kurtarıcının yaşamında onun kullanabileceği bir şey yoktu, - ona İsa’nın çarmıhtaki ölümü ve bir şey daha lazımdı… Bir sanrıyı, Kurtarıcının hâlâ yaşadığına kanıt gösterdiğinde ya da bu sanrıyı gördüğünü açıkladığında ona memleketi Stoacı Aydınlanmanın merkezinde olan Pavlus gibi birine inanmak, gerçek bir psikolog saflığının göstergesidir. Pavlus amacına ulaşmak, ona giden araçlara sahip olmak istiyordu. Onun bile inanmadığı şeylere, öğretisi altındaki aptallar inandı. Onun ihtiyacı olan şey güçtü; Pavlus’la beraber din adamları da bir kez daha gücü ele geçirmek istediler, - sadece kavramları, öğretileri ve sembolleri kullanabildi, bunlarla kitlelere zulmeden efendiler yarattı. Sonradan Muhammed’in Hristiyanlıktan ödünç aldığı düşünce neydi? Pavlus’un uydurduğu, din adamı tiranlığı yaratıp efendi oluşturduğu araç: -yani ölümsüzlük inancı.” 


<<Önceki                      Sonraki>>


[08.06.2023, (5/51 (475))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 10.06.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı