Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Cevval ve ekibi henüz gelmemişti; on dakika bir türlü geçmek bilmiyordu. Elçiliğin dinlenme odası serindi, çayımı yudumlarken zamanın nasıl aktığını düşünüyordum. Kesinlikle insan zihninin zaman akışı farklıydı ve yer-zaman-boyut ya da herhangi maddî bir şey bu akışın önünde engel oluşturamıyordu.
Ama işte
bende de gerçekleştiğine sıklıkla şahit olduğum şeye engel olmak mümkün
değildi. Bir insan, sözleri, davranışları ve eserleriyle insan zihnini zamandan
ve mekândan bağımsız bir şekilde etkiliyordu.
İD’nin
benim üzerimdeki etkisi, Nietzsche’nin İD üzerindeki etkisi gibi değildi, ancak
sonuç değişmiyordu zihinsel etki insanın düşünme biçimini ve değer algılarını değiştiriyordu.
Birçok insan gibi belki İD Nietzsche’nin düşüncelerinin doğduğu andan itibaren,
daha doğrusu doğmadan önce doğacağı toplumu ve ailesini, sonuç olarak kendisini
kuşattığının farkında değildi, ama ben İD’nin de Nietzsche’nin de farkındaydım.
İkisi arasındaki bağı görüyor ve bunu belirgin bir şekilde yorumluyordum.
Nietzsche’nin
deliren ya da delirtilen zihni kusmuş, -evet kusmuştu; şeytanın zehri ile karışan
hakikat bilgisini hazmedememişti- batılılar bu kusmukları eğitim sistemlerinin
temeline yerleştirmişlerdi. İD iyi biriydi, Nietzsche de iyi biriydi; peki
iyilik neydi?
‘İnsanın
içindeki güç duygusunu, güç istencini ve zaten sahip olduğu gücü arttıran her
şey’ miydi?
İD’nin
isteklerine karşılık verseydim bu İD için bugüne dek bu şekilde, güzelliğinin
ve cinselliğinin gücüyle elde ettiği her şey gibi ‘iyi’ bir şey olacaktı ve onu
daha da güçlendirecekti, ama isteklerine boyun eğdirdiği kişi için, yani benim
için bu ‘zayıflıktan doğan her şey’ gibi ‘kötü’ bir şey olacaktı. Nietzsche
böyle parçalamıştı insanı. Doğuya doğru güç istenci ile saldıran Batılı insanın
‘iyiliği’ kaybetmesi böyle mümkün olmuştu. O yüzden Amerika her yere ‘demokrasi’
götürmek için insanları öldürüyordu ve bu onlar için ‘iyi’ bir şeydi.
Oysa biz
İD ile ayrılırken Allah’ın ölçüleri gereği tutkularımızı kontrol etmiştik ve ‘Zina’nın
kötü olduğunu ve ‘Namaz’ın nasıl kılınacağını konuşuyorduk, -bu iyi bir şeydi- ikimiz
de ‘iyi’ hissetmiş ve güçlenmiştik, sonrasına güzel bir dostluk bırakmıştık. Dostluk
merhamet içeriyordu, sevgi içeriyordu; zayıflatmıyor, aksine güçlendiriyordu. Birbirimizin
en özel anlarda bile nasıl davranacağını görmüştük, bu Şeytan’a karşı elde
ettiğimiz bir zaferdi.
Nietzsche yanılıyordu.
Nietzsche dürüst
de değildi, Buddha’ya hayranlık duyuyordu, ancak Allah’ın son elçisi Muhammed’e
yönelik Katolik Kilisesi’nin ya da Kilise’nin yalanlarını doğru kabul ederek
yürümesi kendi çelişkilerinin ve akıl dışılığının da kanıtıydı. Yalancılıkla
suçladığı Kilise’nin yalanları üzerinden yürüyerek insanın ruhunun ve aklının ihtiyaç
duyduğu son ilahî mesajı almasını neden engellemek istemişti?
Çünkü
Şeytan’ın istediği şeyi istiyordu Nietzsche:
“Hayatın
anlamını kendisinde değil de ‘öbür dünya’da aramak, onu bir hiçlikte aramaktır
ve bu, hayatın anlamını tümüyle yok eder. Kişinin ölümsüzlüğü yalanı her türlü
mantığa, her türlü doğal içgüdüye zarar verir, - yaşam için yararlı olan, onu
destekleyen, geleceği garanti altına alan her içgüdü, böylece güvenilmez hale
gelir. Böyle, yaşamın hiçbir anlamı olmadığını düşünerek yaşamak, artık yaşamın
anlamı olur çıkar.”
Nietzsche
bir satanistti, samirîlere saldırmasına rağmen; o da köklerinden söküp aklın
körüklediği fırına atarak kül ettiği Hristiyanlık gibi, köklerinden sökülüp
fırınlarda yakılacak akla sahip bir ruhtu. Bugün kendi karnındaki çocuğu
doğmadan öldüren kadın, kendisini bir kadın gibi edilgen seksin içinde bulan
erkek bu gerçeği fark ettiğinde Nietzsche kendi cehenneminde inşâ ettiği
nefrette boğulacaktı.
Bir sohbetimizde, “Nietzsche hakkındaki yorumuna katılıyorum, ama onun satanizme
bilinçli ya da bilinçsizce katkı verdiğini düşünmüyorum. Bence Nietzsche,
Allah'ın dini diye insanlara yutturulan dine ve bu dine inanlara karşı nefret
dolu. Peygamber’den beri, İslam'ın başına gelenleri ve bu dinin bugünkü halini
biraz düşünelim lütfen!’ demişti Mahir. “Belki bana kızacaksın, ama demeden
geçemiyorum. Bugün adına ‘İslam’ dediğimiz din de dahil, dünyada ‘din’ diye
yaşanan birbirine düşman haldeki üç din de aslında devletlerin ve din
adamlarının yapıp ederek insanlara dayattıkları ve Allah'ın diniyle ilgisi
olmayan dinler haline gelmemişler mi? Peygamber’den sonra adeta bir iktidar
aracına dönüşen ve ilk kuruluş esaslarını Muaviye adlı sahtekardan alan ‘İslam’
kimin dinidir?’
‘İnsanlara
öğretilen İslam’da da tahrifat var, ne yazık ki katillerin kimliği değişmiyor, Allah’ın
insana gönderdiği her ‘Müjde’ye doğrudan saldırıyor ve o ‘Müjde’nin içine
sızarak Şeytan’ın istediği biçime dönüştürmeye çalışıyorlar. Sufizm-Tasavvuf
mesela; kökeni, ilkeleri ve yayılma biçimi ile de Samirîlerin ürettiği ve
Yahudiliğin her yerini saran bir kanser olarak Kabala’nın bir başka ve daha
güçlü versiyonudur. Muaviye ve benzerlerinin ürettiği saltanat ve sefahat ile
eşgüdümlü olarak siyasetin, yani insana hükümdarlık etmenin bir aracı olmuştur’
demiştim Mahir’e. ‘Muaviye bir Pavlus değildir, ama Pavlus olarak
değerlendirilebilecek birçok isim var!’
Kur’an’ın
korunmuş olması, Allah’ın Elçisi Muhammed’in yirmi üç yıl süren peygamberlik
hayatı Samirîlerin işlerini zorlaştırmıştı. Onun vefatıyla birlikte çalışmaya başlayan
ve zehirli düşüncelerini, haksız yere yol arkadaşı Ebu Bekir’de köklendirerek
geliştiren ve çeşitlendiren, kollara ayıran ve İslam’ın içine tarikat olgusunu
yerleştiren sahtekâr Sufizm’i ilk Müslümanların arasında yaygınlaştırma
çabasına girmişlerdi Mutasavvıf kılığındaki Samirîler; Pavlus’un işini yapmaya
çalışmışlardı.
Yirmi
iki insanın bütün çabalarını derleyerek insana sunmasını sağlamaya çalışan ‘Sıkıntı’nın amaçlarından
biri de bu gerçeği somut olarak Müslümanların önüne koymaktı.
Aynı
zamanda bir Hristiyan ilahiyatçısı olan Nietzsche’nin, Hristiyanlığın samirî ve
satanist bir Yahudi olan Pavlus’un tasarladığı akıl dışı ve ahlaksız köklerine
saldırırken yaptığı işi çok değerli bulduğumu; ama felsefî yahut bilimsel
etiğin, Nietzsche’nin hakikâti yine döngüsel bir çözümsüzlük üreten Buddha’nın
ya da Zerdüşt’ün dışında aramasını zorunlu kıldığını, fakat onun bu şekilde
davranmayarak kaçınılmaz bir şekilde Kur’an’la karşılaşması olasılığını ortadan
kaldırmakla satanizme hizmet ettiğini söylemiştim Mahir’e.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.