17 Haziran 2023 Cumartesi

SA10229/SD2780: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 27

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Ergen kızların bile neredeyse bikini düzeyine inmiş sokak giyimleri ile utanma duygularını yitirmeleri dünyayı erkekler için cehennemden farksız bir yer hâline getirmişti. Nietzsche’nin övdüğü Manu Kanunnamesi'nin genç kızları çıplak vücutlarını ‘masum’ diyerek teşhire özendirmesi kadar aşağılık ne tür bir felsefe olabilirdi?"

Allah’ın gönderdiği son kitap olan Kur’an, Hicr Suresi’nin 9. ayetinde Allah’ın verdiği ‘Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz!’ güvencesiyle, ilk örnekleri yedinci yüzyıla sabitlenen bilimsel kanıtlarla tam ve eksiksiz olarak bize gelmişti. Nietzsche’nin aklın bu tek ve benzersiz imkânını henüz başlangıçta reddetmesi ayrı bir faciaydı, Allah’ın ilk insandan bu yana sürekli olarak gönderdiği elçilerle ve kitaplarla hatırlattığı hesap gününü ve cennet-cehennem gerçeğini yalanlaması kabul edilemezdi.

Hicr Suresi’nin 10-11. ayetlerinde belirtildiği gibiydi Nietzsche’nin tavrı: ‘Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik. Onlar kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.’

“Sonradan Muhammed’in Hristiyanlıktan ödünç aldığı düşünce neydi? Pavlus’un uydurduğu, din adamı tiranlığı yaratıp efendi oluşturduğu araç: -yani ölümsüzlük inancı.” diyordu Nietzsche bin üç yüz yıllık Kilise yalanını doğru kabul ederek.

Allah’ın elçisi Muhammed, Nietzsche’nin baştan sona yalanlardan oluştuğunu söylediği Hristiyanlıktan hiçbir şey almamıştı, tam aksine eğer kendisi Şeytan’la uzlaşmasaydı Nietzsche’nin Tevrat ve İncil’e yüklenen Yahudi din adamlarının yalanlarının Kur’an’la apaçık bir şekilde ortaya çıkarılmasından çok keyif alacağı bir kurtuluş süreci mümkün olacaktı.

Bakara Suresi 113. ayet şöyle diyordu: ‘Hepsi de kitabı okumakta oldukları halde Yahudiler, “Hıristiyanlar hiçbir gerçeğe dayanmıyor” dediler; Hristiyanlar da “Yahudiler hiçbir gerçeğe dayanmıyor” dediler. Bilmeyenler de onların dediklerine benzer şeyler söylediler. Allah, ayrılığa düştükleri konularda kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.’

Aklını her şeyin üstüne çıkaran Nietzsche’nin insana aklını kullanmayı emreden Kur’an’dan uzak kalmayı seçmesi affedilebilecek bir şey değildi. Mahir’e onun bunu bilinçli bir şekilde yaptığını özellikle vurgulamıştım.

Diğer eserleri bir yana ‘Deccal’ gibi küçük bir kitabın bize kadar ulaşmasını sağlayan bir sistem vardı ve sistem ne kadar itiraz edilse de Nietzsche’yi nükleer bir silah gibi iki bin yıllık Kilise’yi yıkmakta kullanan satanizmin ta kendisiydi.

Nietzsche olmasaydı da satanistlerin Allah’ın elçisi İsa’yı öldürmeye çalışan Pavlus ve inananları aracılığıyla çürük temellerle ve yalanlarla kurdukları Hristiyanlığın artık insanlara hükmetmelerine aracı olamayacak kadar nefret ürettiğinin farkında oldukları için onun yıkılmasını sağlayacak Cizvit tarikatı ve benzeri başka araçları da vardı.

‘Yer Yazarı’nın notlarından ilgili bölümde çokça faydalanmıştım. Samirîler ürettikleri her şeyi alternatifleriyle birlikte tasarlarlardı, nihai amaçları her çıkış yolunda durmak ve insanı aldatmaktı, aksi halde başarılı olamazlardı.

Satanist-Masonik bir Aydınlanma çağının akla açtığı alanı özgürce kullanan Nietzsche isteyerek ya da istemeyerek onların istediği her şeyi yapmış ve kendisi -kontrol edilemediği için- satanistler tarafından yalnızlığa terk edilse de, eserleri özel bir dikkat ve çaba ile Batı Medeniyetinin bilişsel altyapısının oluşmasında kullanılmıştı.

Karanlık bir adam olan ve onu yalnızlığa terk eden Arthur Schopenhauer onun ilk öğretmenlerindendi. Ruhu olmayan adamların, ruhlarını şeytana satmış olan yaratıkların kuşattığı ve yönettiği bir cehennemde doğmak, büyümek ve eğitim görmek Nietzsche’nin insan ruhuna yaptığı saldırılarına bir mazeret olamazdı. 

“Sadece zeki insanların güzel olmaya, iyi olmaya hakkı vardır: sadece onlara özgü olduğunda iyilik zayıflık anlamına gelmez.” diyecek kadar hastalıklı bir insandan bahsediyorduk.

“Kutsal yalan’ -Konfüçyüs’te, Manu Kanunnamesi’nde, Muhammed’de ve Hristiyan kilisesinde ortak olan şeydir: bu Platon’da bile vardır: ‘Hakikat orada’. Bunun anlamı şudur: bu ifadeyi duyarsanız bilin ki bunu diyen din adamı yalan söylüyor.” diyen ve Antik Yunan, Antik Roma sanatına dikkat çekerek pagan dinleri savunan bir Nietzsche neyi öneriyor olabilirdi ki Şeytan’dan başka?

Akıllı bir insan bu cümleleri nasıl kurabilir? “Arap veya Yahudi arasında bir tercih yapılamayacağı gibi Müslüman veya Hristiyan arasında da bir tercih yapılamaz. Karar verilmiştir, kimsenin bu konuda söz hakkı yoktur, ya bir Çandala’dır ya da değildir. “Roma’yla ölümüne savaş! İslam’la barış, arkadaşlık”

Kast sistemini yücelten, değişik şartlar altında ve farklı zamanlarda dini hükümlerin nasıl uygulanacağı konusunda Hindulara rehberlik eden kutsal Manu Kanunnamesi’ni (Manusmrti) içeren kitaba “Bu kitap ışık saçıyor” diyerek, “Hiçbir kitabın Manu Kanunnamesi’nde olduğu gibi kadın hakkında bu kadar narin, bu kadar dostane şeyler söylediğini görmedim; bu yaşlı kır sakallılar ve azizlerin kadınlara karşı gölgede bırakılamayacak kadar nazik bir tavrı var. Bir yerde deniliyor ki, “Bir kadının ağzı, bir genç kızın göğüsleri, bir çocuğun duası, bir kurbanın üstünde tüten duman her zaman masumdur.”  Başka bir yerde, “Güneşin ışığından, bir ineğin gölgesinden, havadan, sudan, ateşten ve bir genç kızın nefesinden daha saf bir şey yoktur” Son örnek, -muhtemelen kutsal bir yalan, “göbeğin üstündeki açıklıklar masum, altındakiler değildir. Sadece genç bir kızın vücudundaki açıklıklar masumdur.” şeklinde yorumlar yapan bir filozofun yirminci ve yirmi birinci yüzyıldaki geniş etkisini gördüğümüzde ne düşünebiliriz?

Bana göre Nietzsche de benzerleri gibi çok mükemmel yetiştirilmiş bir taklitçi idi ve her zaman olduğu gibi mükemmel taklitçiler önderlerini aşarak çılgınlığın boyutlarını daha da büyütmeye adıyorlardı kendilerini.  

Oysa insan sınırlı bir varlıktı, çılgınlığın boyutlarını büyütmesi imkansızdı. Sonuç olarak herhangi bir doğrultmana tutunmayı reddediyor, akıl yürütme becerisini mikro düzeye indirgiyor ve sadece deliriyordu insan.

Satanistlerin neredeyse sonsuz bir sabırla binlerce yıl boyunca ördüğü ağ insanlığa son darbeyi vurmak üzere en olgun, en güçlü ve en işlek haline gelmişti 1789’da. Önce ‘aydınlanma’ diyerek kendi adamlarının ürettiği ‘silsile aklı’ Kilise’nin üstüne sürmüştü bu şeytanî ağın liderleri; her adımda bu aklı besliyor ve her alanda güçlenmesini ve her bir satanist ismin mikro parçalara ayrılmış alanlarında otorite olmasını sağlıyorlardı; para, güç ve hükümdarlık kademelerinde bir yetki ya da bilim-sanat, psikoloji-sosyoloji ve felsefe-ilahiyat alanlarında akademik ulaşılmazlık yetiyordu nefsini tanrı edinen erkek cinsinden insanlar için.

Her yaştan kadın hepsi için daima bir ödüldü; kadın yirminci yüzyılın başlarında bir İngiliz mahkemesinin verdiği ‘insandır’ kararına kadar insan değildi, nesneleştirilen, paylaşılan veya satılan ortak bir maldı ve her mal gibi bütün özel ve güzel nitelikleri pazarlanacak şekilde teşhir edilmeliydi.

Ve kadın çırılçıplak olduğu zaman kendisine saygısını yitirecekti, ancak çıplaklık yerilecek değil, övülecek bir ‘değer’ olarak özgürlük itkisi-etkisi ve ‘aydınlanma’ ve ‘moda’ etiketli sosyolojik ve kültürel baskı altında önce kadına kabul ettirilmeliydi.

Bunu başardılar; erkeği ve kadını doğuran ve yetiştiren, zihnine ilk şeklini veren ‘saygıdeğer’ kadını, bir insan için onursuzluk olarak değerlendirilen her türlü düşünceyi ve davranışı kendi isteği imiş gibi yerine getirmeye ikna ettiler. Kadın bedenini erkeklerin sınırsız arzularına terk etti, karnındaki bebeği özgürlüğü için öldürdü.

İD’yi ya da çağın bütün kadınlarını doğrudan suçlayamıyordum, çünkü her bir kadın kendi genetik varoluşuna, yani fıtratına dönmeye kalktığı her seferinde binlerce engelle karşılaşıyordu. Psikiyatrinin ona sunduğu ilaçları umut diyerek kullanıyor ve direnen aklını yitiriyordu.

İnsanı köklerine tutunarak yetiştiren ‘kadın engeli’ artık çözülmüştü, sırada erkek vardı; tarihte çokça kez olduğu gibi erkek de kadına dönüştürüldü. İnsan binlerce yıl defalarca olduğu gibi yine yenilmişti.

Kadınlara karşı kompleksini genelev kadınları ile gidermeye çalışan Nietzsche değersiz ve tanrısız felsefesi ile Batılı kadınları birer genelev kadınına dönüştürerek kadınlardan intikam almıştı bana göre. Bu belki çok sert bir yorumdu, ama hiçbir özeli kalmayan ve bedenini teşhir ederken övgü bekleyen, kendine özel bedenini her türlü hazzın bir nesnesi hâline getiren kadını içinde yaşadığım yüzyılda başka türlü yorumlayamazdım.

Ergen kızların bile neredeyse bikini düzeyine inmiş sokak giyimleri ile utanma duygularını yitirmeleri dünyayı erkekler için cehennemden farksız bir yer hâline getirmişti. Nietzsche’nin övdüğü Manu Kanunnamesi'nin, genç kızları çıplak vücutlarını ‘masum’ diyerek teşhire özendirmesi kadar aşağılık ne tür bir felsefe olabilirdi?


<< Önceki                      Sonraki>>


[11.06.2023, (5/55 (479))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 17.06.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı