Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Makow ve ‘Dağ Yazarı’ hiç karşılaşmamışlardı; Makow içerideydi, ‘Dağ Yazarı’ dışarıda; ancak ikisinin gördüğü şeyler aynıydı. O halde gözlerimizi iki uyaranın işaret ettiği yere dikmeliydik. Ama bunları hep beraber yapmalıydık; ben tek başıma yapamazdım.
Yorulan
zihnimi kendi akışından çekip aldım ve yemeğe döndüm. Ânlar benim kontrolümden
çıkıyordu 15 Temmuz gecesinden beri, ama ne kadar yorulduğumu da görüyordum.
Çıkmalıydım dışarıya ve geri dönmeliydim dinlenerek. Aralıksız on altı gün boyunca
yüklenmiştim kendime.
Yorulmamalıydım,
sabırlı olmalıydım. Allah, Âl-i İmrân Suresi 146-148. ayetlerde olduğu gibi
yalnız bırakmıyordu beni hiçbir zaman:
‘Nice
peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar
Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun
eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Onların sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim
günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı
sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et” demekten ibaretti. Bu yüzden
Allah onlara dünya nimetini ve âhiret nimetinin de güzelini verdi. Allah işini
güzel yapanları sever.’
Sabırlı
olmaya devam etmeliydim, Allah’tan yardım dilemeliydim ve işimi güzel
yapmalıydım. Bir dönem romanı olduğu gibi insanlık tarihinin de romanıydı ‘sıkıntı’.
Ve insana dair olan her şeyi konu ediniyordu, çok katmanlıydı. Doğal olarak da anlatılanları örtük olmayan açık kanıtlarla kanıtlamak ve okurları ikna etmek zorundaydım.
Didaktikten ziyade analitik bir serim yapmaya çalışıyordum, didaktik kısmı da vardı, ancak buyurganlığı okura değildi, politik alanaydı ‘Bekçiler’in ve benim yazdıklarımın. Çünkü insan politik alanın hem öznesi/aktörü hem de nesnesiydi; sadece özne ya da sadece nesne olma seçeneği yoktu. Kendi hayatında kendisinin söz hakkını asla kimseye devretmemeliydi ve kimsenin de söz hakkını devralmamalıydı. Fakat bunun için de farkında olması gerekiyordu kendisini nesneleştirmeye çalışanlara karşı.
‘Ben ne yaptım?’ sorusuna vereceğim en iyi cevap bu nedenle ‘sıkıntı’
olabilirdi. İnsanın iyi ya da kötü veya ikisinin arasında değer alan her şeyin
farkında olması gerekiyordu.
Ne var ki,
solumda Batılı bir kadın, sağımda da Batılılar gibi bir hayat süren bir erkek
vardı. Bu türden zamanları seviyordum sanırım. Başka bir gezegenden gelmiş gibi
davranma hakkı veriyordum çünkü kendime.
Asık
suratıyla masanın yıldızı olamayan İD’nin gönlünü almak için ‘Seni bir kadın
olarak korumalı insanlık!’ dedim duyabileceği kadar yüksek bir sesle. ‘Sen
güzelsin, kadın güzeldir ve güzel erkeği de güzel kadın doğurur!’
Cevval de
duymuştu söylediklerimi. Keyifli bir şekilde sırıtıyordu. ‘Mühendis sanat
dünyasına geri döndü!’ dedi ikimizin de duyacağı bir sesle.
İD,
Cevval’in söylediklerine gülümsemişti, bana somurtarak bakmış olsa da. Benim
zihnimde ise İD’nin ve diğer bütün Batılı kadınların uğradığı psikolojik ve
fiziksel şiddet vardı; tarih boyunca aşağılanan, resmi eş olduğu halde açık
arttırma ile satılan ve şimdi de özgürlük adı altında seks nesnesi haline getirilerek
üzerinden milyarlarca dolar kazanılan kadının korunması gerektiğini
düşünüyordum.
Dünya
böyle bir yerdi işte. Her insan, sorgulanmış olsun ya da olmasın kendi amaçlarına
doğru çırpınıyordu. İD başka, Cevval başka bir amacın peşindeydi, ben de daha başka
bir amaç için çabalıyordum. Bunu yadırgamıyordum, ama erkek ya da kadın
amaçlarını sorgulamalı diye düşünüyordum.
‘Bilâkis,
kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse
rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar
üzülmeyecekler de.’ diyordu Allah Bakara Suresi’nin 112. ayetinde.
Tamamen masaya
dönmeliydim; birazdan bitecek olan yemeğin akışına.
‘Somurtan Keçi!’
dedim gülerek. ‘Muhtemelen inatla tırmandığı zirvelerden inecek patika
bulamadığı için hayata küsmüş!’
Cevval,
beni iyi tanıyordu ve serinlediğimi fark etmişti. İD ise ‘kadınlık’ oynuyordu
kapris kokularından bolca sürünerek.
‘Hayata
değil, sana küsmüş!’ dedi İD burnunu havaya kaldırarak. Çatalı da sol eline
almıştı; tabağındaki bir şeylerle oynayıp duruyordu.
‘İnadın
tırmandığı zirveler hep bir düşman edinenlerin yapayalnız kaldığı yerlerdir!’
dedim onu kızdırmak için. ‘Oysa dost edinmek daha iyidir; geri dönüş patikalarını
bilenlerden!’
‘Düşman da
edinmedim, dost da edinmek istemiyorum!’ dedi hırçın bir sesle. ‘Benim ‘dost’a
vurgumu hemen anlamıştı; gerçekten çok dikkatliydi. Ve vazgeçmiyordu.
Cevval de
gerilimi fark etmişti. ‘Birazdan yola çıkacağız ve uzun yolculukta
bulamayacağımız şeyleri kaçırmak istemiyorum!’ dedi heyecanla. ‘Ben yemek
yiyeceğim, siz birbirinizi yemeye devam edebilirsiniz!’
‘Bismillah!
dedim ben de.
‘Açlıktan
ölüp başımıza bela olma, yemeğini ye!’ dedim yine gülümseyerek. ‘Çatalla oynayarak
karnını doyuramazsın!
İD hiç
umursamadı söylediklerimi. ‘Zihnindeki keçinin rengi ne?’ diye sordum cevap beklemeyerek.
Sonra onu kendi hâline bıraktım ve yemeğe başladım.
Ama zihnim
durmuyordu.
Kadın, zihninde
hangi döngülerin birbirine uç verdiğini kimi zaman ya da çoğu zaman kendisinin
de bilmediği bir fenomendi; doğurganlığını hayatın merkezine konmuş bulan ve
hormonlarının kuşkusuz egemenliğini hayatın her alanına yayan direnci ile baskın
ve yeryüzündeki bütün hassas varlıklardan daha kırılgan, daha zarifti. Hem
zorba hem de mağdurdu; kendisi olmasa kendisinden üreyenlerin olması
imkansızlaşandı.
Erkek,
duvarların ardında kalan bir tutuklu gibiydi. Nazdan duvarların sıklıkla
sebepsiz duvarlarla yer değiştirdiğini gördüğünde, anlamı kaybeden, anlamın
hangi çerçevede yer bulduğunu unutan ve sersemleyen varlıktı. Kadının
doğurganlığının hangi vekrötel sapmalarla nelere hükmedeceğini bilemediği için,
iyiliğin ve kötülüğün sınırlarında gergin bir şekilde yuvarlanıp duran bir mağdurdu.
Kadının zarafetine ve inadına hükmedemedikçe sinirleri yıpranan bir zavallı ve
zavallılığını aşmaya kalkarken de gerçek bir zâlimden başka bir şey olmayandı.
Görünen
oydu; merkezi kadın olan çemberlerin tüm noktalarında birikmiş bütün erkekler, bütün kadınların çekim gücünden, merkezkaç kuvvetinden uzaklaşabilmek için
hayal kurmayı deniyorlardı. Kurdukları hayallerin yine kadınlarla
sınırlandığını gördüklerinde gevşemeleri, karamsarlaşmaları ve tekrar kadınlara
yönelmeleri kaçınılmazdı. Arzuyu, bağımlılıkla karıştıran bir dirençsizlikle
yöneldikleri kadınlara karşı hoyratlaşmaları ve onları nesneleştirerek, erken
ya da geç hayallerinin sıradan birer çöp kutusu olarak kullanmaları da öyle.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.