Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Şaka yapmıyordum, tatlı bir ikazdı benim yaptığım; bugüne dek koruduğum, bir kale gibi muhkem hâle getirdiğim kişisel alanımın hasar gördüğünün farkındaydım ve aşırı derecede kaygılanıyordum. İD ile Cevval’in Allah’ın çerçevesini belirlediği hayat biçimine tamamen aykırı olarak inşâ edilen ‘normal’ dünyası, İD ve Cevval dahil milyarlarca insanın ruhunu öldürmüştü, öldürmeye devam ediyordu.
‘Ruh
öldürme’ bir oyun değildi; ama satanistler tarafından özel olarak tasarlanmış
bir senaryonun sahneye konulmasından başka da bir şey değildi. Bu, Schopenhauer’dan etkilenen İrlandalı şair
ve oyun yazarı William Butler Yeats’in kavramlaştırdığı ‘Kültür
Birliği’ni hedefleyen olağandışı satanist-masonik bir tasarımın sonucu olduğu
için insanı Allah’ın yolundan uzaklaştırmaya odaklıydı ve sonuç alıyordu.
Kültür
Birliği’ni şiirle, romanla, tiyatroyla, sinemayla, modayla, psikolojik ve
sosyolojik mühendislik projeleriyle yapmışlardı ve yapmaya devam ediyorlardı. Tek
hedefleri vardı; standartlarını kendilerinin belirlediği bir normal oluşturmak
ve bütün insanlığı Allah’a düşman bu normalle yaşar hale getirmek.
Oysa Ankebût Suresi’nin
64. ayeti, onların asla bütün insanlığa sonsuza dek hükmedemeyeceğini
bildiriyordu:
‘Bu dünya hayatı ancak
bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat
odur. Keşke bilselerdi!’
Allah’a iman ve itaat
eden kendi normalimi korumalıydım; öldürülmesine izin vermemeliydim. Onlar
yalnız değildiler, ben de yalnız değildim. Onlar birbirini etkiliyordu, ben dileyen
herkes gibi, Allah’tan yardım istiyor ve alıyordum. Gerçeküstü dedikleri büyüye
karşı Allah’ın bütün evreni kuşatan hâkimiyetini seçmiştim.
Schopenhauer’ın etkisi gerçeküstü
‘silsile akıl’ ile ilerleyen ve genişleyen satanist bir etkiydi. William Butler
Yeats, 20. yüzyıl edebiyatının esas figürlerinden biriydi, uzun yıllar boyunca dramatik
teorisinin üzerinde çalışmış, sahnedeki imge birliğinin seyircide İbni- Arabî’nin
şahsında temsil edilen Vahdet’ül Vücûd safsatasının bir kopyası olan Varlık
Birliği duygusuna ve bunun da toplumun genelinde bir tür Kültür Birliğine yol
açacağı bir tiyatro üretmeyi amaçlamıştı.
W.B. Yeats, büyü ile ilgilenen birçok gizli
topluluğa üyeydi. Masonluk, Gül Haç Kardeşliği, Teozofi ve Altın Şafak gibi
pagan, okült ve ezoterik bilginin kayıt dışı alanlarında, pagan veya neo-pagan
duyarlılıkla çalışıyordu.
Arthur
Schopenhauer’ın yanında, Friedrich Nietzsche ve Friedrich Schiller gibi Alman filozof
ve düşünürlerini okumuştu; dramatik teorisi üzerinde güçlü etkileri vardı. Carl
Gustav Jung ve Sigmund Freud'un psikoanalitik çalışmalarının etkisi, kendi
sanat tiyatrosunu oluşturmak için ürettiği dilde, ritüellerde, sahnelemede ve
maskelerin farklı tezahürlerinde ortaya çıkıyordu.
Bugün
okuyan, izleyen her göz, duyan her kulak, söz söyleyen dil ve davranan vücut
üzerinden ne gördüğünü, izlediğini ve duyduğunu dışarıya yansıtıyordu; William Butler Yeats’ın ve satanist
arkadaşlarının kültür birliğini hedefleyen büyülerinin ne kadar çok işe
yaradığını bütün Avrupa’da ve Amerika’da en geniş haliyle görebiliyorduk.
Başarmışlardı; insanlar
anne ve babaları dahil hiç kimseye güvenmiyorlardı, bireyselleşme artık hazcı
bir hayat felsefesinin temel hedefi olarak öğretiliyordu.
Oysa insan yalnız
bırakılarak içten çökertiliyordu; karşılıksız akraba ve arkadaş sevgisi,
karşılıklı saygı, dostluk özel olarak öldürülüyor ve güvensizlik alanı
oluşturuluyordu. Bir anne-baba ya da kardeş uyarısı, bir dostun gerçeği
hatırlatan acı sözü, kutsal ve değerli olarak kültürün içerisinde taşınan bir
söz ya da bir ayet insanın çevresinden hızla uzaklaştırılıyordu.
Satanist büyünün ara
amacı bütün savunma araçlarını insanın elinden alarak kendi özgün kişiliğini
korumasını imkânsız hale getirmekti. Bu amaca uygun olarak ortaya konan bütün
eserler, insanları ait oldukları kültürden, değerlerden ve inançlardan kopararak
yeni tasarlanmış şeytanî kültürün sağladığı sınırsız özgürlüğü arzulayan ‘bir
tek kültür’ün mahkûmu hâline getiriyorlardı.
Bu zehirli tasarımın
ürettiği kitapları okumayan, tiyatroları ve sinemaları izlemeyen insanların ve
toplumların kendi özel alanlarını koruduklarını biliyordum, ama onların büyük
çoğunluğu bunu bilinçli olarak yapmıyorlardı; zihnin tüketim maddeleri olarak
bu satanist sanat ürünleri ulaşılması güç ve pahalı şeylerdi.
İnternetin dünyanın her
yerine ulaşmasını sağlamaya çalışan kendilerini ilerici solcu olarak pazarlayan
satanist sermaye sahiplerine ait olan Big Tech şirketlerinin internet
içeriklerinin ulaşılabilir ve ucuz olmasını sağlamak istemeleri başka türlü
açıklanamazdı; kitap, dergi, tiyatro ve sinema eski geleneksel tüketim
yapılarıyla ulaşılmaz ve pahalıydı çünkü.
Dünyadaki herkese
internetle ulaşacaklardı ve onları yüzlerce yıldır oluşturmaya çabaladıkları
‘Kültür Birliği’nin bir kölesi yapacaklardı. Bu şeytanî büyüden herkesin
haberdar olması gerekiyordu. Bu sebeple bana ulaşan yirmi iki ‘Bekçi’ her geçen
dakikanın büyük bedellere yol açacağının farkındalardı.
Elçiliğin dinlenme
odasında çay içiyorduk, İD ve Cevval sohbet ediyorlardı; ben sessizce onları
dinliyordum. İkisine de ayrı ayrı zamanlarda düşündüklerimi anlatmıştım. Onların
da bu satanist ruh öldürme oyunundan kurtulmalarını istiyordum. Onların da
gerçeği bilmeleri gerekiyordu; biliyorlardı belki ama ‘şeytanî normal’in
cazibesi daha tatlı geliyor olabilirdi onlara.
Her yere daha kolay
ulaşan kitaplar, tiyatro ve sinemadan önceki ilk katilleriydi ruhların; elbette
bütün kitapları kastetmiyordum, Kur’an’ı taklit ederek insana normal dayatan
kitaplardı hedefe koyduklarım.
Kitapların olmadığı ya
da ulaşmadığı yerlere ulaşan tiyatroların olduğu tarihleri de göz ardı
etmiyordum; fakat bu durum kitapların ruhların ilk katilleri olduğu gerçeğini
değiştirmiyordu. Çünkü hedefe koyduğum o kitaplar Allah’ın gönderdiği ve
dirilişi simgeleyen ilahi kitapların ürettiği normali beslemeyi değil yok
etmeyi amaçlıyorlardı.
Adildim, adil olmaya
kararlıydım.
İD, Cevval’e benim bir
roman yazdığımı söyledi sohbet esnasında. Bu olanların hepsini de yazacağımı
ekledi heyecanla. Cevval çok şaşırmıştı. Çayından bir yudum aldı ve bana döndü:
‘Sen ve roman
yazarlığı?’ dedi gözlerini iri iri açarak. ‘Hangi ara fırsat bulup yazıyorsun
ya da yazacaksın romanı bu kadar işin ve yoğunluğun içinde?’
‘Bilmem!’ dedim
gülümseyerek. ‘Yirmi dört saati içeriden esnetebilirim belki!’
‘Dalga geçme!’ dedi
Cevval hafif kızar gibi yaparak. ‘Sen bir roman yazacaksın öyle mi? Kafanın
nasıl çalıştığını biliyorum senin. Bu muhteşem bir şey olur aslında. Yüksek
zekâ oyunları, kurulan inanılmaz bağlar ve keskin bir mantık zinciriyle
donanmış inandırıcı bir dil. Konusunu merak bile etmiyorum; sen büyük bir
nedenin olmazsa böyle bir işe girişmezsin!’
İD heyecanla söze girdi:
‘Ben de içeriğini çok
merak ediyorum, bir an önce bitirse de okusam!’ dedi.
‘Bir tebliğ romanı
yazmazsın sen bence!’ dedi Cevval. ‘Sana yakışmaz öyle geleneksel yaklaşımlar!’
‘Tebliğ ya da adı başka şey; bütün kitaplar ideolojik bir perspektifle yazılmıyor mu Cevval!’ dedim. ‘Hepsi Allah’ın gönderdiği kitapların yerine geçip bir şeyler öğretmeye kalkmıyorlar mı?
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.