23 Temmuz 2023 Pazar

SA10277/SD2811: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 38

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Düşüncelerime kısa bir yemek arası verecektim. Ama yemekten sonra Türkiye’ye dönene kadar da başka hiçbir şeyle ilgilenmeyerek akışı sürdürecektim. ‘Sıkıntı’ büyük bir ivme kazanmıştı ve ben buna saygı duymak zorundaydım."

Allah’ın bir zamanlar seçtiği ve üstün kıldığı Yahudilerle birlikte yaşayan Samirî’nin takipçileri bir tür ‘kara kutu’ sayılabilirdi insanlık tarihi için. Bilimin, dinin, felsefenin, sanatın ve edebiyatın gizli sahipleri olarak her şeyin arkasında neler olduğunu çok iyi biliyorlardı. İnançlı Yahudiler de bunun farkındaydı ve onlarla güçleri yetmese de mücadele etmekten vaz geçmiyorlardı.

‘Dağ Yazarı’ Samirîlerle alay ediyordu:

“Yoksa binlerce yıldır bilimin bekçiliğini yaptıklarını savunanların iddialarının tersini iddia edenlere yaşam alanı bırakmama çalışmaları mı daha etkili? "Bir yaratıcı olduğunu reddetmezseniz bilimin kapısı size kapalıdır!", diyen bir anlayışın hâkimiyetinden söz etmek gerekmez mi? Bilimsel bilginin özgeçmişi gerçekten bu kadar kısır mıydı da hâlâ kısırlaştırmaya çalışıyorlar?

Oysa bilimsel bilgiye bir yaratıcı olduğunu kabul edenlerle etmeyenlerin katkıları sürekli olagelmiştir; bundan sonra neden olmasın? Farklı olan yaklaşımları küçümseme gerçekten bilimsel züppelik değilse nedir? Ve bu bilimin nesnelliğine aykırı değil midir? Tanrı'yı reddetmeden bir entelektüel, bir bilim adamı olunamıyor mu yani?

Ateist deterministler birbirlerinin farklı düşüncelerine gösterdikleri müsamahayı neden teist deterministlere göstermezler? Buna mâni olan nedir? Gerçekten bunda bilmediğimiz bir hikmet mi var? Belki de Allah, onları bu şekilde insanlara hizmet etmekte kullanıyordur. Onlar O'nu reddetseler bile, ona hizmet etmekten kurtulamıyorlar, ne muhteşem bir paradoks değil mi?

Kabul etmek gerekir, ki; bilimi kendi hâkimiyet alanları olarak kabul eden onlar, kendi çalışmalarının, gerçekte diğer insanların çok büyük bir yaratıcıyı görmelerini ve selim akılla algılamalarını sağlıyor olduğunu göremiyorlar mı?”

‘Dağ Yazarı’nın yaptığı akıl yürütmelerle, kendilerini aklın ve bilimin efendileri sanan, tarih boyunca şeytanî stratejilerle pastel zeminler hazırlayarak, Kur’an’ın tabiriyle ‘münafıklık’ yaparak, insanları bozgunculuk amacıyla aldatan Samirîleri kendi çelişkileriyle yüzleştirmesi bana Bakara Suresi’nin 11-24. ayetlerini hatırlatmıştı. Allah adım adım analitik dersler veriyordu:

‘Kendilerine: "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman, "Bizler sadece ıslah edicileriz" derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder; azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve doğru yolu bulamamışlardır. Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler. Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın. Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin). Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.’

Bugüne dek gözüme akılsız olarak göründükleri için iş görüşmelerimizde onların aklını kolaylıkla etkisiz hale getiriyordum. İşimi iyi yapan bir sistem mühendisi olmamdaki temel etken de buydu. Kendilerini zeki ya da akıllı sanan güç ve para sahibi türlerin ne kadar zavallı olduklarını çok iyi biliyordum. Kur’an beni onlardan daha güçlü ve daha akıllı yapıyordu; her yenilgilerinde Allah’a teşekkür ediyordum. Zafer elbette her zaman Allah’a aitti, bunun tadını çıkarmak da bana.

Birkaç dakika sonra mesaj göndermişti Cevval: ‘Yemek salonundayız, seni bekliyoruz!’

Zihnimdeki akış sürüyordu, bunu kesmek, bozmak istemiyordum. ‘Yer Yazarı’nın bize tanıttığı aslen Polonya Yahudisi olan Henry Makow’un yazdıkları gelmişti aklıma.

Bu şahıs, Satanist Yahudiler'in, ‘insanlığın kara kutusu’ olarak tasvir ettiğim Samirîlerin insanlığa karşı savaşına dikkat çekmeye çalışan biriydi ve ‘Yale University Press’ tarafından 1943 yılında yayınlanan 'The Devil and the Jews- Şeytan ve Yahudiler’ adlı kitabın yazarı Haham Joshua Trachtenberg için şöyle diyordu:

"Trachtenberg 30 yıl boyunca Reform Hahamlığı yaptı. Portresi, Teaneck NJ'deki Temple Emeth'te bulunan kişisel kütüphanesine bakıyor. O da benim gibi komünizm, sosyalizm, liberalizm, feminizm, Siyonizm, neo-muhafazakârlık ve "eşcinsel hakları" adı altında İlluminati'nin kuklası olarak kullanılan pek çok namuslu Yahudi'den biri."

Düşüncelerime kısa bir yemek arası verecektim. Ama yemekten sonra Türkiye’ye dönene kadar da başka hiçbir şeyle ilgilenmeyerek akışı sürdürecektim. ‘Sıkıntı’ büyük bir ivme kazanmıştı ve ben buna saygı duymak zorundaydım.

‘İyi bir roman kendini yazdırır, ilerledikçe yazardan bağımsızlığını kazanır; o andan sonra da yazara düşen romanın akışına dokunmamaktır.’ demişti Mahir. Ve ben Mahir’e roman yazdığımdan bahsetmemiştim. Gerçekten haklıydı. Ben mi ‘Sıkıntı’yı yazıyordum, o mu beni yazıyordu, artık ayırt edemiyordum. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[02.07.2023, (5/77 (501))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 23.07.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı