Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Allah’ın bir zamanlar seçtiği ve üstün kıldığı Yahudilerle birlikte yaşayan Samirî’nin takipçileri bir tür ‘kara kutu’ sayılabilirdi insanlık tarihi için. Bilimin, dinin, felsefenin, sanatın ve edebiyatın gizli sahipleri olarak her şeyin arkasında neler olduğunu çok iyi biliyorlardı. İnançlı Yahudiler de bunun farkındaydı ve onlarla güçleri yetmese de mücadele etmekten vaz geçmiyorlardı.
‘Dağ
Yazarı’ Samirîlerle alay ediyordu:
“Yoksa
binlerce yıldır bilimin bekçiliğini yaptıklarını savunanların iddialarının
tersini iddia edenlere yaşam alanı bırakmama çalışmaları mı daha etkili?
"Bir yaratıcı olduğunu reddetmezseniz bilimin kapısı size
kapalıdır!", diyen bir anlayışın hâkimiyetinden söz etmek gerekmez mi?
Bilimsel bilginin özgeçmişi gerçekten bu kadar kısır mıydı da hâlâ
kısırlaştırmaya çalışıyorlar?
Oysa
bilimsel bilgiye bir yaratıcı olduğunu kabul edenlerle etmeyenlerin katkıları
sürekli olagelmiştir; bundan sonra neden olmasın? Farklı olan yaklaşımları
küçümseme gerçekten bilimsel züppelik değilse nedir? Ve bu bilimin nesnelliğine
aykırı değil midir? Tanrı'yı reddetmeden bir entelektüel, bir bilim adamı
olunamıyor mu yani?
Ateist
deterministler birbirlerinin farklı düşüncelerine gösterdikleri müsamahayı
neden teist deterministlere göstermezler? Buna mâni olan nedir? Gerçekten bunda
bilmediğimiz bir hikmet mi var? Belki de Allah, onları bu şekilde insanlara
hizmet etmekte kullanıyordur. Onlar O'nu reddetseler bile, ona hizmet etmekten
kurtulamıyorlar, ne muhteşem bir paradoks değil mi?
Kabul
etmek gerekir, ki; bilimi kendi hâkimiyet alanları olarak kabul eden onlar,
kendi çalışmalarının, gerçekte diğer insanların çok büyük bir yaratıcıyı
görmelerini ve selim akılla algılamalarını sağlıyor olduğunu göremiyorlar mı?”
‘Dağ
Yazarı’nın yaptığı akıl yürütmelerle, kendilerini aklın ve bilimin efendileri sanan,
tarih boyunca şeytanî stratejilerle pastel zeminler hazırlayarak, Kur’an’ın
tabiriyle ‘münafıklık’ yaparak, insanları bozgunculuk amacıyla aldatan Samirîleri
kendi çelişkileriyle yüzleştirmesi bana Bakara Suresi’nin 11-24. ayetlerini hatırlatmıştı.
Allah adım adım analitik dersler veriyordu:
‘Kendilerine:
"Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman, "Bizler sadece
ıslah edicileriz" derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta
kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, “İnsanların inandıkları gibi
siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?”
derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman
edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla yalnız
kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay
ediyoruz” derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder; azgınlıkları içinde
bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık
sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr
getirmemiş ve doğru yolu bulamamışlardır. Onların durumu, (geceleyin) ateş
yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah
ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde
bırakıverir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka)
dönmezler. Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü
ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir.
Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa
Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek.
Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip
kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını
giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Ey insanlar! Sizi
ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten
sakınasınız. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip
onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile
Allah’a ortaklar koşmayın. Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an)
hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru
söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).
Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla
taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.’
Bugüne dek
gözüme akılsız olarak göründükleri için iş görüşmelerimizde onların aklını kolaylıkla
etkisiz hale getiriyordum. İşimi iyi yapan bir sistem mühendisi olmamdaki temel
etken de buydu. Kendilerini zeki ya da akıllı sanan güç ve para sahibi türlerin
ne kadar zavallı olduklarını çok iyi biliyordum. Kur’an beni onlardan daha
güçlü ve daha akıllı yapıyordu; her yenilgilerinde Allah’a teşekkür ediyordum.
Zafer elbette her zaman Allah’a aitti, bunun tadını çıkarmak da bana.
Birkaç
dakika sonra mesaj göndermişti Cevval: ‘Yemek salonundayız, seni bekliyoruz!’
Zihnimdeki
akış sürüyordu, bunu kesmek, bozmak istemiyordum. ‘Yer Yazarı’nın bize
tanıttığı aslen Polonya Yahudisi olan Henry Makow’un yazdıkları gelmişti
aklıma.
Bu şahıs, Satanist
Yahudiler'in, ‘insanlığın kara kutusu’ olarak tasvir ettiğim Samirîlerin insanlığa
karşı savaşına dikkat çekmeye çalışan biriydi ve ‘Yale University Press’
tarafından 1943 yılında yayınlanan 'The Devil and the Jews- Şeytan ve Yahudiler’
adlı kitabın yazarı Haham Joshua Trachtenberg için şöyle diyordu:
"Trachtenberg
30 yıl boyunca Reform Hahamlığı yaptı. Portresi, Teaneck NJ'deki Temple
Emeth'te bulunan kişisel kütüphanesine bakıyor. O da benim gibi komünizm,
sosyalizm, liberalizm, feminizm, Siyonizm, neo-muhafazakârlık ve "eşcinsel
hakları" adı altında İlluminati'nin kuklası olarak kullanılan pek çok namuslu
Yahudi'den biri."
Düşüncelerime
kısa bir yemek arası verecektim. Ama yemekten sonra Türkiye’ye dönene kadar da
başka hiçbir şeyle ilgilenmeyerek akışı sürdürecektim. ‘Sıkıntı’ büyük bir ivme
kazanmıştı ve ben buna saygı duymak zorundaydım.
‘İyi bir roman
kendini yazdırır, ilerledikçe yazardan bağımsızlığını kazanır; o andan sonra da
yazara düşen romanın akışına dokunmamaktır.’ demişti Mahir. Ve ben Mahir’e
roman yazdığımdan bahsetmemiştim. Gerçekten haklıydı. Ben mi ‘Sıkıntı’yı
yazıyordum, o mu beni yazıyordu, artık ayırt edemiyordum.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.