Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Artık insan olgusunun köklerinden sarsıldığını, tarihin en çirkin ve en iğrenç bir döneminde yaşadığımızı biliyordum. Her gün gördüğümüz haberlerin, satanistlerin tasarladığı ve tuvalde görmek istediği, insanın aşağılandığı büyük resmin ayrıntılarını işlediğinin farkındaydım.
Yaptığı
analizle, Türkiye’nin artık ‘ahmak aldatan AB’ye üyelik politikalarını ve AB’ye
uyum yasalarını terk etmesi gerektiğini’ vurguluyordu ‘Dağ Yazarı’:
“Türkiye,
mevcut toplumsal yapısı ile henüz Avrupa Birliğinin üçte birlik kadına şiddet
oranına yaklaşmış değildir, ancak 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı ‘Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ yürürlüğe girdikten
sonraki kadına şiddet istatistikleri hızla artmıştır; bu sadece kanun
dolayısıyla kayda alınan ya da yargıya yansıyan şiddet vakalarının artışı ile
yorumlanamaz, çıkarılan kanunun çözüm olmadığını, aksine daha da büyük sorunlar
ürettiğini de kanıtlamaktadır.
Bu kanun
uyarınca hayatî tehlike arz eden acil durumlarda şiddete uğrayan ya da tehdit
altındaki kadın doğrudan polis, jandarma gibi kolluk kuvvetlerine
başvurabiliyor, kolluk kuvvetleri de 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma talep
eden kişinin gördüğü şiddet sonucu hayati tehlikesi bulunduğuna hükmederse,
sonradan aile mahkemeleri tarafından onaylanmak koşuluyla koruma kararı
çıkartabiliyor.
Adalet
Bakanlığı verilerine göre, kolluk kuvvetlerinin aldığı, mahkemeler tarafından
onaylanan karar sayısı 2013’te 60 bin civarındayken 2017’de 100 bine yaklaşmış,
son beş yılda kolluk kuvvetlerinin acil durum kapsamında verdiği koruma kararı
sayısında % 70’e yakın bir artış olmuştur. Ancak 6284 sayılı Kanun kapsamında
yapılan koruma talepleri artsa da dava kabul oranları düşüş göstermektedir. 2010'da
% 91.5 olan dava kabul oranı, 2017'ye gelindiğinde yüzde 10’a yakın oranda
gerileyerek % 82,2'ye düşmüştür.
Artan
korunma taleplerine karşılık, bu talepler sonucunda açılan davaların kabul
oranının düşüyor olması kanunun şiddeti engellemediğini, buna karşılık kanunun
getirdiği hakların 'yanlış' kullanıldığını ve bu yanlış kullanım sonucunda da
taleplerin geçerliliğinin sorgulandığını göstermektedir. Ve tabi, korunma
talebi isteyen ve ilgili kararları aldıran kadınlar, dava konusu olabilecek
hukuki bir durum oluşmadığı kararlaştırıldığında, şikayetçi oldukları kişilerle
birlikte yürüttükleri aile kurumunu tahrif etmekte, çocukları ve erkekleri
mağdur hale getirmektedirler. Ayrıca davaya dönüşmüş olan durumlar da şiddeti
engelleyecek ya da çözüm üretecek hukukî zeminden ve yaklaşımlardan yoksundur.
Aile,
Çalışma ve Sosyal Hizmetler, İçişleri ve Adalet Bakanlarının, “Kadına karşı
şiddete tolerans yok” mesajı vermesi ile çözülebilecek bir sorundan bahsetmiyoruz.
Erdoğan hükümetinin Adalet Bakanı’nın “Ülkemizde çok önemli kanunlar yürürlüğe
konulmuştur. 2012’de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir. Bu kanuna göre hiçbir belge ve delil,
tanık vs. aranmaksızın, sadece şiddet mağduru kadının beyanı esas alınarak,
doğrudan koruma tedbirleri uygulanmaktadır. Bu yönüyle de dünyadaki birçok
mevzuatın ötesinde düzenleme ülkemizde yapıldı” diyerek, bahse konu kanunun
şiddeti engelleyeceğini düşünmesi insan olarak haddini ve bakan olarak boyunu
aşan bir yorumdur.
Kadına
şiddet sorunu eğer kanunlarla, polisiye tedbirlerle çözülebilseydi, bugün
Avrupa Birliği'nde kadınların üçte biri şiddete maruz kalmış olmazdı.
Avrupalıların bu korkunç durumu gizlemeye çalışması Türkiye'yi kör etmemelidir.”
Türkiye
yaklaşık üç yüz yıldır kendi sorunlarına çözüm üretemeyecek bir zihinsel iflas
yaşıyordu; Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte sistem algısı da çökmüştü. Bir sistem
mühendisi olarak acı çekerek gözlemliyordum her şeyi, ama devlet sıradan bir
şirket değildi; demokratik seçimler dolayısıyla da bütün olarak asla ‘doğru
sorgulama yapma ve çözüm bulma’ imkânına sahip vatandaşlardan oluşma ihtimali
yoktu. Seçimlerin sonuçları sistematik bakışı ve ilerleyişi engelleyici
niteliklerde oluyordu her zaman. Satanizmin dayattığı biçimiyle ‘Demokrasi’yi
de tartışmalıydık. İstişare temelli bir sistem kurmalıydık.
‘Bekçi’
çözüm önerilerini de sıralıyordu:
“Türkiye,
Avrupa Birliği'nin içinde bulunduğu vahşi durumun satanist AB müktesebatı ile
'sağlandığını' görmeli, bu müktesebatın sorgulanmasını ve saygı, sevgi ve
merhamet merkezli geleneksel yaklaşımlarımızın yeniden ihyasını sağlamalı ve
İslam'ın kadın, erkek, çocuk, yaşlı dahil her insana nasıl yaklaşılması
gerektiğine dair Kur'an'la sabit hükümlerini herkese açık panellerde,
konferanslarda, akademik çalışmalarda gün ışığına çıkarmalıdır; henüz
oluşturduğu kişilik enerjisini doğru kullanarak psikolojik, sosyolojik, dinî, ekonomik,
politik birçok yönü bulunan 'şiddet' sorununu devlet veya emperyalist devletler
dahil sorumlu her kurumu-herkesi tek tek belirleyerek çözmelidir.”
Küresel
politik düzlemin akla baktırdığı yerleri ışığın önüne çekerek itiraz edilemez
bir söz hakkı elde ediyordu ‘Dağ Yazarı’:
“‘Küresel
Propaganda’ araçlarının ‘Kadına Şiddet ve Tecavüz’ konusunda özenle suçlu
olarak işaretlediği ülkelerde bahse konu şiddet ve tecavüz olaylarının
olmadığını iddia etmek mümkün değildir, ancak her şeyden önce, işaretçi
ülkelerin neredeyse tamamının bu insanlık dışı listede zirvede olduğu net bir
şekilde ortadadır. 2013 yılının en yüksek tecavüz suçları sıralamasında ilk 10
ülkeden 7'si en gelişmiş ve en demokratik olan ABD, Hindistan, Birleşik Krallık
(İngiltere), Meksika, Kanada, Almanya, İsveç, Rusya, Belçika ve Tayland gibi Avrupalı
ve Amerikalı ülkelerdir.
Unutulmamalıdır; Türkiye, insanı, tamamen tahrif edilmemiş inancı ve kültürüyle Avrupa'dan, toplamda Batı'dan ve Doğu'dan daha büyüktür, ancak bu büyüklük sırtını Kur’an esaslı bir hayata dayarsa mümkün olabilir.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.