Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Güneş doğalı çok olmuştu ve biz uçmaya devam ediyorduk. Ben ‘Ova Yazarı’nın notlarına dalmıştım. İD uyanıyor ve tekrar uyuyordu. Cevval de uyanmıştı, elindeki telefonla meşgul görünüyordu.
‘Ova Yazarı’ notlarında bizi ciddî bir şekilde hırpalıyordu. Bilişsel dağınıklığımızı yerden yere vuruyor ve Matematikle olan ilişkimiz üzerinden akılsızlığımızı sorguluyordu. Tabi ben kendimi bu eleştirilen ‘Biz’den biraz uzakta tutuyordum. Çünkü söylediklerinin çoğu düşündüklerimin birer kopyası gibiydi.
“İzniniz
olursa, geçmiş önyargılarınızı ve korkularınızı tetikleyebilecek olan bir
konudan bahsetmek istiyorum.” diyordu ‘Bekçi’. “Müsterih olunuz, önyargılarınızı
ve korkularınızı tartıştığımız süreçte bunlara bağlı olarak gelişmiş olan muhtemel
psikolojik sorunlarınız az sonra kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Çünkü; siz
de neden-sonuç ilişkisi izah edilince her olguyu ve sistemi anlayabileceğinizi
çok önceden öğrenmiş bulunuyorsunuz.”
Bir ruh
analistinin hasta koltuğuna oturtulmuş gibiydi bütün insanlık:
“Çok
sevdiğiniz bir yöntemi kullanarak peşinen söylemeliyim; aşkın olan bir şey
yoktur. Anlayamadığınız her şeye ‘aşkın’ demeyi seviyorsunuz siz, temel
sorununuz da bu. Aksi halde sanat ve bilim arasındaki beğeni kaygısı farkına
ardıl türevler eklemenizin nedenlerini izah edemezsiniz. Her aşkınlık tarifini,
aşkın olma olasılıkları bulunmayanların yapmış olmasını da yadırgamıyorsunuz,
yadırgadığınız fizik ve metafizik ayrımı. Bunu neden yaptığınız konusunda bir
fikriniz var mı?”
İnsanı
anlayamadığı alanlara çekerek yenmeyi çok iyi biliyordu Samirîler; Kabala’ya, Budizm’e
ve Sufizm’e transfer edilen ‘aşkın’ olana/olanlara dair felsefî sistemler
üretmişlerdi. Aklı kullanmayı reddederek şeytanî aklın tohumlarını ekecekleri
tarlaları sürüyorlardı. ‘Ova Yazarı’ çok ince bir noktadan dokunuyordu
hastasına:
“Aşkın’ı,
aşkın olanla olmayanı tam olarak ölçebildiğiniz zaman
tanımlayabileceğinizi/tarif edebileceğinizi bildiğiniz halde hangi
inanılabilir/kanıtlanabilir gerekçeyle ‘aşkın’ı tanımlıyor/tarif ediyorsunuz
ki? Sizin yaptığınız gibi; aşkını metafizikle, aşkın olmayanı fizikle
eşleştirdiğimi belirtmeme gerek yoktur, umarım.”
Fizik-Metafizik
sınırları her yeni çağda sürekli olarak metafizik aleyhine değişirken ‘Ova Yazarı’na
kimse haksız olduğunu söyleyemezdi:
“Kesin
kanaatlerle karşınızda bulunmamı hoş karşılayınız; içinde bulunduğumuz alan
kesin kanaatler edinmeden ilerleyemediğimiz bir alan. ‘Onlar’ kesin kanaatlerle
birbirlerini anlarlar. Kesin kanaatlerin göreliliği, zamanın göreliliğine bağlı
değildir, çünkü; kesin kanaatler göreli olmaz. Zamanın ardıl saniyeleri veya
saniyenin milyarda bir süreleri, insana ait kesin kanaatlerin üretilmesine
hizmet eder ve biliminizin gelişim kuramlarının zamanın göreliliği ile de
ilgisi yoktur.”
Özellikle
Sufizm’in üzerinde konumlandığı, zamandan ve mekândan bağımsız göreliliği irdeliyordu:
“Önce ve
sonra görelilik ayrımı yapan aralık başlangıç değerleri değildirler. Zamanın göreliliği,
hareketin göreliliğine bağlıdır. Kanaatler ise kesinliklerini görelilikleri
içererek kanıtlarlar. Aradaki algı farklılığını, hareket periyotları sizinkinden
farklı olan ‘Onlar’ın kesin kanaatlerle ilgili hükümleriyle açıklayabiliriz.”
Onlar
Allah’a inanan ve Allah’ın istediği gibi yaşayan insanlardı. Belki de yoklardı
onlar, ama bu olmayacakları anlamına gelmiyordu. ‘Bekçi’ yaptığı karşılaştırmayla,
daha doğrusu kıyasla insanların bilgiyle kurduğu zihinsel ilişki biçimini
sorgulamayı amaçlıyordu.
Ve sonra Fizikteki
göreliliğe temas ediyordu hafifçe. Gerçekten yüz veya iki yüz yıl önce ‘Kuantum
Teorisi’ var mıydı?
“Sizin
milyonlarca yılda ürettiğiniz kuantum teorisi, geliştirilebilir diğer
önermeleri henüz üretmiş değilse, onlar daha ileri teorilerle meşgullerse, bu
durumu görelilikle izah edemezsiniz. Teori ile teoremi bir tutmayınız, onlar da
henüz tüm teorilerini teoreme dönüştürmüş değiller ve daha kaç milyar
üretilebilecek teori var, bilmiyoruz.”
Onlar,
insanları büyülerle aldatan ‘’Sufiler’ dahil her kılıktaki Samirîlere karşı ne
kadar güvenilir görünüyordu gözüme.
“Matematik,
evrenin temel gerçeklerine ulaşabilmek için üretilen teorilerin teoremleşmesini
(kuramlaşmasını) hedefleyen bir alandır. Evreni, yaratılmış biz insanlar tam
olarak keşfettiğimizde tüm teorilerimiz teoremlere dönüşmüş olacaktır. Ama
bunun için ne kadar zamana ihtiyacımız var, hiçbirimiz bilmiyoruz.
Allah’ın
vaat ettiği saat, kıyamet saati bu yüzden de bilinebilir değil zaten. Belki de
bilimin ya da matematiğin ucu kıyametle kapanacak bir cazibe yolu olmasının tek
nedeni de budur. Aşkın’a olan ilginizin diğer vektörel uzantısı da bu değil
miydi?”
Aklın
korkutulduğu alanda iradeyi etkileyecek olan neydi? Büyü. Çağımızın büyüsü
nedir? Her zaman olduğu gibi ‘aşkın’ olan; yani safsatalarla insan aklını kaçmaya
zorlayan öğretiler. Önyargılar ve korkular Samirîler için gerekli olan ‘büyü’
zeminini sağlamak için her zaman yetmişti; şimdi de yetmeye devam ediyordu.
Bir iksir
içmeliydi insanlık her tarafını kuşatmış olan bu şeytanî büyüden kurtulmak
için.
“Önyargılarınızı
ve korkularınızı tetiklemiş olmaktan dolayı üzgünüm, yaptıklarımın tam
anlaşılabilir olmasını ummayı geleceğe öteliyorum. Bilmenizi istiyorum ki;
hemen herkes tarafından öğrenilmesi mümkün olan matematiği öğrenmemeyi tercih
eden, hemen hemen hiç kimse tarafından öğrenilmesi mümkün olmayan aşkınlık
teorileri uğruna ruhlarını feda etmeye hazır olan siz Dünyalılar, aslında daha
fazlasını hak etmiş durumdasınız. Yine de bilgiye karşı olan susamışlığınız,
size karşı merhametli olmayı zorunlu ve sevimli hâle getiriyor.”
Bizi
kurtaracak olan tek şey bilgiydi ve her yeni doğan insan bilgiye aç olarak
doğuyordu. Bu Allah’ın bize bahşettiği doğal bir savunma mekanizmasıydı,
kalkandı. Ancak eğer her yeni doğan insana doğru bilgiyi verebilirsek bu
mekanizma insanı koruyacak ve kalkan olarak cehaletin karanlıklarına karşı
duracaktı; ki bu konuda çok da övünülecek bir insanlık geçmişine sahip
değildik.
Düşünmeyi
öğretiyordu Matematik; sistematik düşünmeyi. Sıkıntılarımızı düşünerek tespit
edebilir ve onlara düşünerek çözüm bulabilirdik; hayatımızı mahveden
sıkıntılarla başa çıkmanın yolu, onları unutacak kadar içmek, uyuşmak, hâzza
dalmak değildi.
Bulutların
üzerinde süzülen THY uçağı gibi yumuşak bir dille ilerliyordu ‘Ova Yazarı’:
“Matematiğin
dili, kendine hâs bir dildir, biliyorsunuz. Bu dil, karşılaşıldığında, diğer
diller gibi bilmeyeni aşırı zihinsel hareketliliğe sürükler, sıkar, rahatsız
eder; bilinçaltına kıymık uzatır. Eğitimle ilgili görsel materyallerde
kullanılan simgeleri gördüğünüzde de bilişsel düzenekleriniz üzerinde belirgin
bir tedirginlik oluştuğunu hatırlayacaksınız.
Anlattıklarımın
her birinizdeki yansımasını tahmin etmek imkânsız; aynı tedirginliğin sizi
tekrar rahatsız ediyor olabileceğini düşünüyorum, umarım öyle değildir. Bu
tedirginliğiniz simgelerden değil, simgelerle anlatılanları anlamama
kaygısından kaynaklanmaktadır. Simgelerin temsil ettikleri anlamlarla ilgili
deneyimleriniz yeterli olsaydı, böyle bir sıkıntınız olmayacaktı.
Size,
matematiği öğrenmemeniz için gerekli olan tüm koşullanmalarla kuşatıldığınızı,
tasarlanmış, planlanmış, uygun kontrol aralıkları ve noktaları ile bilişsel
farkındalığınıza ket vurulduğunu söylersem, inanır mısınız? Sizi bilerek Matematikten
uzakta tutmuş olduklarını sanırım siz de fark etmişsinizdir. Yoksa fark etmediniz
mi?"
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.