Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Geri çekildim. Her insanın anlama çabasının temelinde bir itki vardı ve bu değişmeyecekti: ‘giz’. İD beni daha iyi anlamak için okumak istiyordu yazılanları, kendisini geliştirmek için değil. Söylediklerimin onu çok fazla etkilemediğini biliyordum, ama sanırım ‘Ova Yazarı’, İD’yi etkilemeyi başarmıştı."
İD şaşırtıcı bir şekilde ilgiyle okuyordu ‘Ova Yazarı’nın notlarını. Okumaya ara verdi ve bana döndü:
‘Bunları
sen mi yazdın?’ diye sordu. ‘Senin fikirlerine çok benziyor!’
Gülümsedim ve gözlerimi pencereye doğru çevirdim.
‘Romanımda
olacak hepsi!’ dedim. ‘İnsanlığı ilgilendiren kısmına bakalım, ne önemi var
kimin yazdığının?’
‘Kim ama?’
dedi ısrarla.
‘Matematik
yazmış olabilir mi acaba?’ dedim. ‘Kendisini anlatmak için?’
‘Dalga
geçme, uzaydan gelmiş gibi anlatıyor!’ dedi. ‘Sen de uzaydan geldiğine göre, bu
sen misin?’
‘Bütün
uzaylılar akrabadır yahut değildir ya da biricik olan her kimse o yazmıştır!’
dedim yine sorusuna cevap vermemek için. ‘Önemli olan neler yazdığı. Roman
bitince okuyacaksın ve anlayacaksın nasılsa!’
Israrından
vazgeçmişti, ‘Şurası çok dikkatimi çekti; inanmak ve ikna olmak!’ diyerek
bilgisayarı ekranını ikimizin göreceği şekilde aramıza koydu:
“İnanmak
ve ikna olmak arasında ne gibi bir fark var? Endişelenmeyin hemen; felsefî bir
paradoks/kısırdöngü arayışında değilim. Zaten, bu iki düşünsel eylem ya da
karar aralığında herhangi bir paradoks/kısırdöngü yok. Yerinde bir kısıtlama
yaptım, hoş görürseniz. İnanmak ve ikna olmak, düşünsel eylemlerdir. Bir diğer
kısıtlamama göre, bir bütünün ayrılmaz iki karar aralığıdırlar. Biri diğerinin
ardılıdır. İkna olmadan inanamazsınız. İkna olduktan sonra da tek seçeneğe
sahipsiniz; inanmak. Söz dizisini anlamı kalınlaştırmak için değiştireyim;
İnanmışsanız, ikna olmuşsunuz, ikna olmuşsanız inanmak zorundasınız.”
‘Çok
doğru!’ dedi sevinçle. ‘Ama işte herkes işine geldiği gibi davranıyor!’
‘Sen de
dahil misin buna?’ diye sordum açık bir iğneleme ile.
‘Olabilir!’
dedi açık yüreklilikle. ‘İşime gelmeyen konularda inansam da ikna olsam da
canımın istediğini yapıyorum!’
Neredeyse
sesli gülecektim. Çok dobraydı, ‘Bak ruhumuzu deşifre etmiş!’ diyerek okumaya
kaldığı yerden devam etti:
“Çok
karışık bir mesele değildir bu. ‘Onlar’ için gerçekten değil, içtenlikle
söylemeliyim ki; sizin için de değil. Aranızdaki tek fark, bu matematiksel
bütünlüğü bozmak için ‘onların’ bir neden aramayışı.
Siz,
ayrışmak, farklılaşmak ve yukarıda/özel görünmek için, daha açık bir deyişle
kibrinizin etkisinde kalıp meydan okumak için, inanmak eylemini ikna olmadan
teslim olmak olarak sınıflandırıyor; sınıflandırdığınız teslimiyetçileri de
ilkel/geri kafalı diye nitelendirerek kriterlerini belirlediğiniz toplumsal
yapının dışına itiyorsunuz. Kendinize de ikna olmak aralığını layık görüyor;
gelişmekte olan bilgilerinizin içeriğine bağlı olarak kanıtlanmış önermeleri,
kesin bilgi cetvellerinde görmekten mutlu oluyorsunuz.”
Kıkırdadı
yine, ‘Yazar kesinlikle haklı!’ dedi ve metne odaklandı:
“Atom’un
parçalanamaz olduğunu iddia etmiştiniz ve bunu kanıtlamıştınız da; fakat atom
bombası yaptığınızda yanıldığınızı anladınız. Bu ciddi yanılgıdan ders aldınız;
şu anda parçacıklar teorisini kanıtlamaya çalışırken, kuşku içindesiniz. Bin
yıl önce maddenin sonsuzca kez bölünebileceğini iddia edenleriniz vardı,
kanıtlayamadıkları için söyledikleri ciddiye alınmamıştı. Belki de ciddiye
almamanızın temel nedenlerinden biri de sonsuz parçalanma sonucunda karşınıza
çıkan yokluğun, varoluşun temeli olduğunu kanıtlayacağını düşünerek korktunuz.
Korku’nun
ikna olmak eylemi ile hiçbir ilgisi yok. Bugün yokluktan madde üretmeye çalışan
bilim adamlarınız korkularını bu işe bulaştırmamaları gerektiğini anladılar.
Korku’nuz insan entegre tesislerinizin yüceliğiniz için hizmet edemeyecek
duruma gelmesi olasılığından kaynaklanıyordu. Biliyorsunuz, her şeyin
kendiliğinden olması, bir şeyin yoktan var olamayacağı gibi iddialarınız
maddenin evrilmesinde kendiliğindenlikten sonra siz güçlülere değiştirme hakkı
veriyordu. Sanat ve bilim sizin zekânızla ürettiğiniz ‘yaratı’lara sahipti.
Teslimiyetçileri, ikna olmadan inanmış olanları kendinizden daha zeki olarak
sınıflandıramazdınız.”
Bir ân
okumayı bıraktı ve bana baktı İD:
‘Anlamamaya
başladım, ama yazar çok zeki!’ dedi. ‘Gerçekten bunu sen mi yazdın?’
‘Sıkıldıysan
okuma!’ dedim, bilgisayarı almak için uzandım.
‘Hayırrr!’
dedi heyecanla. ‘Okumak istiyorum, hepsini anlamasam da. Çünkü seni anlamamı
kolaylaştırıyor!’
Geri
çekildim. Her insanın anlama çabasının temelinde bir itki vardı ve bu
değişmeyecekti: ‘giz’. İD beni daha iyi anlamak için okumak istiyordu
yazılanları, kendisini geliştirmek için değil. Söylediklerimin onu çok fazla
etkilemediğini biliyordum, ama sanırım ‘Ova Yazarı’, İD’yi etkilemeyi
başarmıştı.
‘Güzel
kadınların en büyük zaafı zekâ sanırım!’ dedim. ‘Ama konuşmuştuk, burada asıl
olan zekâ değil, akıl!’
Güldü ve ‘Her
neyse!’ dedi. ‘Ben zeki insanlara karşı daha çok ilgiliyim, aptallara tahammül
edemiyorum, bunu da inkâr etmiyorum!’
‘Bence
kolayca elde edemedikleriniz size göre ‘zeki’ oldukları için onlara ilgi
duyuyorsunuz siz güzel kadınlar!’ dedim tatlı-sert bir dokunuşla. ‘Ben de güzel
kadınların bu haksız özgüvenine karşı zekânın değil aklın erkeklere direniş gücü
sağladığını düşünüyorum!’
‘Nasıl
yani?’ dedi merakla.
‘Güzellik
sizin işgücünüzün, emeğinizin ürünü değil; Allah vergisi!’ dedim. ‘Oysa akıl
bir emek ürünü!’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.