Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İnsan, içine yüklenmiş hakikatin ruhuna dışından gelecek olan mektuplar isterdi. Mektupları okusun, hakikatini ölçsün diye. Evreni ve içindeki her şeyi yaratan Allah’ın hükümleri içinin hükümlerine hükmediyorsa huzur buluyordu insanın içi…"
Pastoral, lirik, sufistik dillerde şiirleşen ‘ötekileştirmemek’ sorunsalı, ötekileştirmekten daha acımasız ve daha müdahaleciydi. Ötekileştirmemek, ötekinin öteki olarak var olmak zorunluluğunu ortadan kaldırmaktaydı; onu yok etmekteydi ve bu eksiksiz olarak çağdaş vandallıktı. İnsanlar hak taleplerinden öteki oldukları için vazgeçmezlerdi.
İnsan,
dışından içine doğru yol aldığında, dışının her türlü müdahalelerine karşı
tuttuğu kılıçlarını kınına soktuğunda, içine çekilerek yapayalnız kaldığında
sadece kendisini duyuyordu. Doğmadan önce içine yüklenmiş kendisini. Her
seferinde onu soruşturan, dönüştüren, yenileştiren ve sonraki dış serüvenlerine
hazırlayan kendisini.
İnsan,
kınına giren kılıcın kanını temizleyen kın gibi temizliyordu kendisini. İçine
girerken, dışında bırakıyordu insan, savaşlardan artakalan iyiyi ya da kötüyü.
İçine girerken zihnini dövüyordu yalnızlık ve yürekleri dağlayan çığlıklar,
acılar yankılanıyordu içinin duvarlarında.
Hesap soruyordu
acımaksızın; kılıçların savrulduğu meydanların hepsinde tek tek adalet arıyordu
insanın içi. Suçun en renkli anlarından en karanlık köşelerine kadar üç boyutlu
bir kükreme duyuluyordu için göklerinde.
İrade,
dışına çıkarken zorla tutuşturuluyordu insanın aklına. İyiye yürüyen
iyiliklerin ardına düşsün diye insan, kötüye dokunan elini çeksin diye. İyiye
ve güzele uzanan kılıçlara kalkan olsun diye kılıcı, bunun için kötülükten kan
döksün diye. Değilse, değildi kötülük için göğü yararak inen, kan döken
kılıçlar için. Kötülük için değildi irade, kın temizleyemiyordu kötülüğü…
dağıtıyor, her tarafına sürüyordu dışarıdaki iyiliklerin kanını…
İnsanın
iradesi, dışına çıktığında cesamet buluyordu, fiiller dökülüyordu dudaklarından
ve ellerinden iradenin hükmedebildiği ya da hükmedemediği külfetlerden birer
birer…
Sessizlik
bu yüzden yorumsuzdu diğerleri için. İradenin çıkardığı hiçbir şey yoktu ki
ölçülsün rüzgârlarda… ki sınanmışlık sinsin dışındayken yaptıklarına insanın.
Bir şey
yapıyor değilse hükümsüzdü irade, öyleyken de sınanmaktaydı. Hükümsüz olduğu
için de bir şey yapamıyordu. Hükümsüzlük de bir çıkış değil miydi irade için
insanın içinden?
Hükümsüzlüğü
de bir çıkış olduğu için mükellefti insan, yapmadıkları dururken.
Yapabilecekken yapmadıkları da sürüklenmişse kötülüğün içinde, irade, kötülüğe
mâni olmadığı için kötülük değil, iyilik kesmişti kılıcıyla…
İçine
çekildiğinde insan, soruyor, sorguluyor ve vicdanı, doğarken içine yüklenen,
onu amansız kıskacına alıyordu. Alıyordu, çünkü intiharlar bundandı, alıyordu
çünkü insan içinden kaçamadığı için bir daha içine dönmemek üzere intiharla
dışına kaçmaya çalışıyordu. İradesinin günahlarını günahları kazandığı yerde
değil, kılıcını masum içine, masum bedenine yönelterek içindeki kendisini
öldürmek için içinde yok etmeye kalkıyordu.
Oysa günah
kendi yerinde temizlenirdi. Tövbesi dilindeydi insanın ve tövbesinin ağaç
olduğu yer dışıydı. Öncekilerin de olduğu yerde, herkesin tövbesine tanıklık
etmesi, herkesin içindeki aklanmayı dışında resmetmesi gerekiyordu.
Kötülüğe
hizmet eden kılıç, kınına geri döndüğü her seferde biriktirdiği iyiliğin kanını
temizlediğini ancak dışındayken anlatabilirdi. İyiliğe hizmet ederken eriyip
bittiğinde, geriye dönemediğinde, geriye döndüğünde ise hiçbir kir
taşımadığında ancak tövbesini kanıtlamış oluyordu. Huzur, insanın içinin insana
hesap sormadığı zamanlarda sarıyordu gökleri. Ya da gökler tamamen
karardığında…
İradenin
elleri, insan içindeyken bitişiktir, uzlaşmıştır, sakindir ve günahsızdır,
hayır öyle değil. İradenin elleri ne içinde ne de dışında öyleydi insanın.
İçindeyken çaresiz, içindeyken yargılanan, ama içine de hükmeden bir güce sahipti,
fakat biraz zayıf, biraz sanıktı. Bu yüzden dışına çıkarken insan, insanın içi
sorumluluk yüklenmek istemeyen iradeyi tutuşturuyordu aklına.
Her yeni
insan, her yeni toprak, her yeni koku bu yüzden tedirgin eder alışkanlıklarına
bulaşmış iradeyi. Alışkanlıklara dönmüş bütün sınanmışlıklar, iradenin
gözlerinde birikmiş karabataklardı. Karabataklarda sürüklenip gitmek istiyordu
insan. Yeni, onu üşütüyor, içine kaçırtıyordu. Yeni, yeni sınanmışlıklar yüklüydü
çünkü.
Güçlü olan
insanın içiydi belki. Ama insanın içine yürüyen evrenin orduları yoksa, bütün
sınanmışlıklar saldırmıyorlarsa dışından, insan iyiliği ve kötülüğü tırmalayan
iradenin kadrini ölçemiyordu.
İnsan,
içine yüklenmiş hakikatin ruhuna dışından gelecek olan mektuplar isterdi.
Mektupları okusun, hakikatini ölçsün diye. Evreni ve içindeki her şeyi yaratan
Allah’ın hükümleri içinin hükümlerine hükmediyorsa huzur buluyordu insanın içi…
Değilse,
gölgelerin arkasına saklanan irade, dışında sürüklenen hayatın yapraklarından
iblis tadı alacaktı. İçine giremeyecekti hiçbir zaman, uyuşmak isteyecekti,
unutmak isteyecekti. Şarabın hükmettiği bir alana girdiğinde uyuşsa, unutsa
bile insan bertaraf edilemeyecekti bu zulüm. İnsan sonsuza dek sessiz kalacaktı
hırçınlıkların, azabın, bağırtıların ve mutsuzluğun içinde.
İnsanın
içinin işi buydu.
Ancak İnsan, Şeytan’ı seçerek Allah’ı ötekileştirdiğinde içinin işi artık bu değildi, içinin
işi sadece kötülüktü; saf kötülük. Onun için artık sınanma bitmiş cehenneme
sürüklenen yol sonsuza dek açılmıştı. Kör, sağır ve dilsiz hâle getirilmişti
hakikat için. Allah onun tövbe etme yollarını da kapatmıştı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.