5 Kasım 2023 Pazar

SA10429/SD2912: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 18

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Dünya zamanı o kadar yavaştı ki, o zamandan çıkıp geri dönmek insanı yaşadığı zamandan koparmıyordu."

Saf kötülük insanın içine egemen olunca yavaş yavaş eskiyordu ve çürüyordu insan; yavaş yavaş ölüyordu insanın içindeki iyi insanlar. Bazen bildiği iyi insanları hatırlayıp ‘diridirler’ umuduyla dokunuyordu içine. Ne yazık ki çoğunlukla hiç kımıldamak istemiyordu insan; masum heyecanları eskiyordu önce...

‘İnsanın içindeki iyi insanların ölümü bundandır!’ demiştim Mahir’e. “Sonra öyle yavaş akıyordu ki insanlığın zamanı; heyecanın ölümü de saf kötülüğün yükselişi de ‘öteki’ için doğum öncesini hazırlayan bu yavaşlıktan besleniyordu.”

Çok uyarıyordu sonsuz merhamet sahibi olan Allah. Mahir’e, Bakara Suresi’nin 13-18. ayetlerini okumuştum; bu ayetler de diğer bütün ayetler gibi çok berraktı, çok detaylı tasvir ediyordu saf kötülüğü ve Şeytan’ı seçenleri:

‘Onlara “Diğer insanlar gibi siz de iman edin” denildiğinde, “Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?” derler. Biline ki, asıl akılsızlar onlardır, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler. Asıl onlarla alay eden ve azıp saparak dolaşmalarına izin veren Allah’tır. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır. Onların misali, bir ateş yakan insan gibidir. Ateş tam etrafını aydınlattığında Allah ışıklarını yok eder de onları karanlıklar içinde, hiçbir şeyi görmez bir halde bırakıverir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.’

Muhammed Suresi’nin 14-15. ayetlerindeki gibiydi saf kötülükten uzak ‘ötekiler’in çizildiği ilahî resim, elbette Mahir de biliyordu bu ayetleri:

‘Rabbinin katından açık bir delili olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir? Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?’

Mahir susmuştu ve derin bir sessizliğe dalmıştı. Çok sonra cevap vermişti:

“Elbette olmaz!”

Mahir’in o durgun yüzü, dalgın sesi sislerin arasında kaybolurken kendi içimdeki fırtınalara kapatmıştım gözlerimi. Bütünüyle insana yönelikti düşüncelerim o ânlarda. İD, Cevval ve diğer insanlar zihnimin gerisinde idiler yanımda yolculuk yapıyor olsalar bile. Her biri kendi öteki olma haklarıyla özgürce yürüyorlardı kendi hayatlarının içinden başka hayatların içine. Mahir de öyleydi, o da ötekiydi; tıpkı benim gibi, tıpkı herkes gibi.

Ama bir fark vardı aramızda, ben onlar kadar ‘öteki’nin hayatının içine girmiyordum, ‘öteki’nin kendi yolculuğunda kendi değişimlerini kontrol edebilmesi için, saf kötülüğe bulaşmaması için, kendisi gibi kalması için çabalıyordum. Ötekileri öteki olarak kalabilecekleri bir uzaklıkta tutmak daha sağlıklı geliyordu bana, karışmamalıydı insanlar birbirlerinin içlerine. Çünkü şeytan insanın içine girerek, kendi sesini insanın sesine karıştırarak insanı aldatıyordu; insan, sağır, dilsiz ve kör oluyordu iyi ve doğru olana. Bu yüzden her insan ‘öteki’nin kim olduğunu sesini net duyarak ayırt edebilmeliydi.

Bilgisayarımda çalışmaya devam edecektim. Ama içimdeki ses durmuyordu. O sesi dinlemek istedim bir süre.

‘Hadi hızlan’ diyordu içimdeki ses insanlığa, insanlığın zamanına. ‘Hızlan ve iğrenç ‘saf kötülük’ kılığından kurtul, bırak kanı geride!’

Dönüp bana yakınıyordu sonra içimdeki ses:

“Tınmıyor insanlık... ve sonra yoruluyorsun. Bir bakıyorsun tam yerinde sokmuş hançerini zaman koltuk altından içeri, hem de o el o kadar yakın ki, çekip gidemeyeceğin... Bakıyorsun öylece koltuk altındaki hançere... Akan kanını izliyorsun ve anlıyorsun ki insanın içindeki adamları öldüren bu kan... akan kendi kanın; Şeytan’ın değil. Ve sonra içindeki iyi insanlara "Neden ölüyorsunuz?" diyemiyor insan; biliyorsun hançeri tutan eli... ve öylece yavaşlıyor insanlığın zamanı... Usul usul sabırla ördüğün gergefi geleceğin gelinlerine, damatlarına düğün hediyesi olarak düşlüyorsun. Düşünle kalıyorsun öylece...”

Bir ân durdurdum içimdeki sesi, İD’ye baktım, o da dalgın dalgın bana bakıyordu.

‘Sen hiç, her an, elindeki hançeri böğründen sokup içinde kıvıracak kadar delirmiş bir zamanla yaşadın mı?’ diye sordum ansızın.

Şaşkınlıkla açtı mavi gözlerini İD, ‘Anlamadım!’ dedi. ‘Ne hançeri?’

‘Delirmiş zaman!’ dedim bu kez. ‘Hiç delirmiş zamanla yaşadın mı?’

‘Delirdin mi sen yoksa?’ dedi İD büyük bir endişeyle.

Tutamadım kendimi, güldüm. ‘Ben değil, delirmiş olan zaman!’ dedim.

İD güldüğümü görünce biraz rahatladı, ‘Zaman neden delirsin ki, deliren insanlar!’ dedi. ‘Saçma sapan insanlar. Bazen ‘Tanrı neden dünyayı yok etmiyor?’ diye soruyorum kendime!’

‘İşte buna ‘delirmiş zaman’ diyorum!’ dedim ve Âl-i İmrân Suresinin 178. ayetini okudum ona:

‘İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.’

‘Neler geçiyor yine kafandan?!’ diye sordu İD. ‘Yolculuğumuz bitiyor, biliyorsun değil mi, çok az kaldı?’

‘Hiçbir şey!’ dedim. ‘Hiçbir şey geçmiyor kafamdan, her şey çok ağır bir şekilde yerinde duruyor, keşke geçse!’

Bir şey demedi İD. Kollarını göğsünde birleştirdi, başını geriye yasladı ve gözlerini kapattı.

Aklım gezgindi bugün; zaman kavramından bağımsızdım... İD az sonra yolculuğun biteceğini söylediğinde ânı fark etmiş ve şaşırmıştım. Zamanı sürüklüyordu aklım bazen, süpürüyordu. Tiyatro izler gibi oluyordum dünyayı, insanları izlerken. Boyutsuzluğu biliyordum; zamansızlığı... sadece bir buluta binmiş aklım vardı böyle ânlarda. Yaşıyordum ve sonra unutuyordum; geçmiş, vagonları kopuk tren gibi geliyordu bana.

Ve şimdideki her şeyi gelecekten gelmişçesine bildiğini hissediyordu o ân insan. Gelecekten gelip bir âna dahil oluyordu ve işin tuhaf tarafı insanın bilmedikleri bile bilinir geliyordu. İç içe zamanlar vardı, görüyordum. Dünya zamanına bağlı olan zaman yirmi dört saat yavaşlığındaydı, ama ötekinin hızını ölçemiyordum. Dünya zamanı o kadar yavaştı ki, o zamandan çıkıp geri dönmek insanı yaşadığı zamandan koparmıyordu.

Farkındaydım; Kur’an’ın o derin ve çok boyutlu yapısı böyle hissettiriyordu bana. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[29.10.2023, (6/37 (562))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 05.11.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı