Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Sınırsız bir özgürlük alanı açılıyordu ruhum ve ruhuma bağlı bedenim için; evrenin yaratıcısına, beni her ân gören ve bana şah damarımdan daha yakın olan Allah’a dua ederek, bütün içtenliğimle ibadet ederken."
Keşke
bütün tapınaklarda, ibadethanelerde, felsefe, ilahiyat, edebiyat ve siyaset
fakültelerinde çıkıp konuşsaydı ‘Ova Yazarı’; tahrif edilerek yerinden edilmiş
kelimeleri ve seçilmiş kelimelerin yerleştirildiği yerleri özenle tespit ediyor
ve ilgilendiği her şeyi yerli yerine oturtuyordu.
“İblis
kaybedilmiş bir savaşın diyetini almaya çalışan bir mahkûmdur bu kavgada;
kullanabileceği tek özgürlük dilediğini kışkırtma ve ayartma özgürlüğüdür. Bu
da eğer insan kendisinden, kendisinin büyülerinden Allah’a sığınmamışsa
kullanabileceği bir özgürlüktür.
İblis’in
insana vaat edeceği her şey, ona vereceği özgürlük temalı her tasma, insanın
iblis olmadan da tek başına elde edebileceği bir şeydir. Diğerini etkileme gücü
sınırlı olan iki mahkûmdan herhangi birinin koordinatları belirlenmiş bir
alemde özgürlük şarkıları söylemeleri, kendilerini kandırmalarından ve bu kanma
aşamalarında uzun süreli kalma hayâllerinden başka bir şey değildir.
‘İnsanların
hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki:
“Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından
bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola
eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da,
sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur”
derler. İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı
söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi
zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana
geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi
kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni
Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir
azap vardır.” der İbrahim Suresi’nin 21-22. ayetleri.
Hâkim
olan, kendisi ile var olan, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, mahkûm olmayan
Allah’tır ve elbette ondan başka özgürlük tanımlayıcısı ve âmiri olamaz. Çünkü;
o ödüllendirebilen ve cezalandırabilen tek sınırlayıcıdır.”
Bunları
hangi vâiz ya da akademisyen yetki alanlarında tartışma cesaretine sahipti ki?
İnsan zihninin sıkıştırıldığı cenderenin adı ‘öğrenilmiş çaresizlik’ti. Bir
laboratuvar faresine dönüştürülmüştü vâizler ve akademisyenler; ansızın
başlayacak olan kaynağı belirsiz satanist bir cadı avı sonucu işsiz ve
itibarsız kalabilirlerdi.
“İnsan,
kendisine izin verilen ya da yasaklanan sınırları bilme hakkına sahiptir. Allah,
insana bu bilgiyi Kur’an’la vermiştir. İnsanın kullanabileceği yegâne meşru
özgürlük, zamanın ve mekânın sınırlayıcılığına bağlı olan ve diğer
yaratılmışların haklarını ve özgürlüklerini de sınırlayan, mahkûm olan
özgürlüktür.
İnsan ne
yaparsa yapsın, asla değiştiremeyeceği ilâhî kanunlarla çerçevelenmiştir. İhlal
ettiği sınırların bedelini hem yaşarken hem de öldükten sonra, yine o kanunlara
uygun bir şekilde, cezalandırılarak ödeyecektir.
Tarih
bunun başka türlü mümkün olmadığını gösteren sayısız örneklerle doludur. İnsan,
özgürlükleriyle ilgili değiştirilebilir sınırları değiştirirken, gayr-i meşru
özgürlüğü mümkün kılmak istediği her devirde, birlikte değiştirdiğini fark
etmediği diğer sınırların gazabı ile yok olmuştur.”
Diyor ve Kur’an’dan kanıtlar seriyordu
anlatısının göklerine:
“Fâtır
Suresi’nin 5-8. ayetleri gerçek hâkimi işaret eder: “Ey insanlar! Şüphesiz
Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok
aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın. Şüphesiz şeytan sizin için
bir düşmandır. Öyle ise onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak
alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır. İnkâr edenler için çetin bir
azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve
büyük bir mükâfat vardır. Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel
gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini
saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden
kendini helâk etme! Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.”
Kur’an
ayetleri zihnimi durularken anonslar yankılanıyordu uçakta. Kemerlerimizi
bağladık; inişe geçiyorduk İstanbul Havaalanı’na doğru. 31 Temmuz 2019’du
tarih; çarşamba gününün on altıncı saatinin içindeydik. Öğle namazını henüz
kılmamıştım, indikten sonra Adana uçağını beklerken havaalanında kılmayı
planlıyordum ve zaman benden yanaydı, ikindiden önce namazımı kılabilecektim.
Namaz bir
kaçış rampasıydı zihnim için; bir dinlenme ve yenilenme aralığı ya da bir reset
düğmesi. Allah’a yönelen bir zihnin
nasıl arındığını çok iyi biliyordum… Sınırsız bir özgürlük alanı açılıyordu ruhum
ve ruhuma bağlı bedenim için; evrenin yaratıcısına, beni her ân gören ve bana şah
damarımdan daha yakın olan Allah’a dua ederek, bütün içtenliğimle ibadet
ederken.
Mahir’in
şaşırdığı bir şeydi bu. “Zihnin nasıl bu kadar pırıltılı ve işlek bir şekilde
çalışıyor, anlamıyorum!” demişti bir gün. “Namaz kılarsan anlarsın!” demiştim. “Zihnin
insanların ve şeytanın yüklediği kirlerden arınıyor, pırıl pırıl işlemeye
başlıyor her seferinde. Düşünsene günde en az beş kez arınan bir zihnin
arızalanması mümkün mü?”
“Bir de
suyla arınıyor bedenin!” demişti Mahir düşünceli düşünceli. “Bedenin de
arınıyor!”
Namaz Allah’ın
insana bahşettiği en büyük nimetlerden biriydi, ama hangi çocuk namazı bu
şekilde öğreniyordu ki? Bir türlü bitmeyecek olan zorunlu bir ibadetti her
Müslümana göre. ‘Zorunlu’ şeytanın çok sevdiği bir tanımdı ve tam olarak oradan
kışkırtıyordu insanın nefsini. İD’nin ‘Bıkmıyor musun?’ diye sorduğu yerden.
İnsan
arınmaktan nasıl bıkabilirdi ki?
Uçak
inmişti ve biz havaalanına girmiş, valizlerimiz için bekliyorduk. İD solumda
Cevval sağımdaydı. Cevval’in gözlerinde dalgalı bir karanlık vardı.
‘Mühendis!’
dedi neşelenmeye çalışarak. ‘Beni ve şirketimi büyük bir çöküşten kurtardın,
tekrar teşekkür ediyorum sana!’
‘Gel Adana’da
kebapla kutlayalım bunu!’ dedim Cevval’e, gelmemek için nasıl kıvrandığını
görmek için. ‘Hesapları sen ödersin, kuru kuruya teşekkür olmaz!’
‘Adana’da
hesap ödememem ben!’ dedi gerçekten neşelenerek. ‘Orası senin ülken. Ankara’da
balık yeriz ama, gelirsen!’
Ankara’yı
sevmediğimi biliyordu Cevval, ben de onun Adana sıcağından nefret ettiğini
biliyordum.
İkimizde
oynadığım küçük oyunun farkındaydık. Ben ona teşekkürün gereksiz olduğunu
söylüyordum böylece. O da bana gerçekten samimi olduğunu söylüyordu.
İD şaşkın
şaşkın ikimize bakıyordu, ‘Adana bir ülke mi ya?’ dedi heyecanla. ‘Ben il
sanıyordum!’
Cevval’le
ben küçük kahkahalarla gülüyorduk.
‘Sen balık
yemezsin, sıcağı da sevmezsin!’ dedim İD’ye biraz da takılan bir sesle. ‘Doğal
olarak Ankara ve Adana senin için uzak gezegenler olabilir ancak!’
‘Hiç de
bile!’ dedi hafifçe bağırarak İD. ‘Ben istediğim her yere giderim!’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.