Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Bence insanlar ‘gerçek’ten korkuyorlardı; gerçeğin etrafında dolanıp ateş dansı yaparak tatmin olmayı seçiyorlar ve aydınlandıklarını sandıkları o yanıltıcı ateşi kutsuyorlardı. "
İnsan olgusunun ne kadar cahil olarak yetişebildiğini kanıtlayan binlerce örnekle karşılaşmıştım mesleğim gereği. Erdoğan’ın liderlik ettiği İktidar Partisi’nin artıları ve eksileriyle çizdiği karmaşık bir yol alıyordu ülkem. Bazen coşkuyla desteklediğim bazen de öfkeyle eleştirdiğim şeyler oluyordu; her durumda ben olan biten her şeyin şahidiydim. Âdil olmak zorundaydım, eğer bir şahit âdil değilse hakikate ihanet etmiş olurdu.
Mahir’le
anlaşamazdık bu hususta. Çok eleştirirdi Mahir iktidarı. İktidarın sağladığı
basamaklarda hakkı olmayanları almaya çalışanlara öfkeliydi. Yozlaşmadan
bahsediyordu Mahir, liyakatsizlikten. Her seferinde ona neden muhalefetin
dilini kullandığını, ‘liyakat’ dediği şeyden neyi kastettiğini soruyordum ben
de.
Mesela bu
havaalanını gerekli bulanlar, tasarlayanlar ve yapanlar liyakatsiz miydi? Ben
bu havaalanını kullanıyor ve bu sanat yapıtının liyakatle ortaya çıktığını
düşünüyordum. İşim gereği Türkiye’nin yükselen sanayisinin de liyakatli ellerle
mümkün olduğunu görüyordum. Artan nüfusu beslemek, eğitmek, iş sahibi yapmak,
bu nüfusun iç ve dış güvenliğini sağlamak, sağlık, ulaşım ve sosyal güvenlik
hizmetlerini finanse ve organize etmek çok basit şeyler değildi; bunlar nasıl
mümkün oluyordu?
Terörle,
askerî darbelerle, yargısal baskılarla, ekonomik ve finansal ambargolarla
aralıksız bir şekilde saldırıya uğrayan ve içten içe hainler tarafından
çürütülen bir ülkede liyakat hangi anlama gelebilirdi ki?
Erdoğan bu
milletin içinden çıkmıştı ve bu milletin çocuklarıyla yürüyordu. Birlikte
yürüdükleri hain ise liyakatin ne gibi bir anlamı olabilirdi ki? 15 Temmuz
Darbesi’nden sonra bile liyakatsizlikten şikâyet ederek iktidarı kötülemeye
devam eden FETÖ üyeleri liyakatsizlerden mi oluşuyordu da Erdoğan 2002’den
2011’e kadar onlarla yürümüştü? Sadakat bir insana olduğu gibi, bir inanca ve
bir ülkeye de olabilirdi, olmalıydı.
Liyakatsiz
ama sadakatinden şüphe duyulmayan bir insanı yetiştirebilirdin, oysa liyakatli
ancak hain olan birinin liyakati sadece vatanına, hakikate ihanetini
arttırırdı; onu insanına, inancına faydalı biri yapmazdı.
Ya da
CHP’nin liyakat eleştirisi? CHP ve liyakat yan yana gelemeyecek kadar zıttı
birbirine. Kendisinde olmayanı başkasında ölçebilir miydi biri? Yemek yapmasını
bilmeyen yapılan yemeğin iyi ya da kötü olduğunu nasıl söyleyebilirdi?
Cumhuriyetin
kurucusu olan ve Türkiye’yi aralıksız yirmi yedi yıl yöneten CHP, kökleri
tanzimat döneminden gelen İttihat-Terakki güdümlü siyasetin ve bütün yeni
kurumların temelini bir daha asla düzelmeyecek şekilde atmıştı; her aşamada
eskisinin devamı olan askerî ve sivil bürokrasinin dokunulmaz olduğu Türkiye’de, siyasetin, kurumların işleyişi değiştirilemez durumdaydı ve bürokratlar bu
değiştirilemezliklerin içinde aynı yasalarla çalışmaya devam ediyorlardı.
Erdoğan bu
devasa karmaşanın nasıl işler gibi göründüğü halde ülkeyi bataklığa
sürüklediğini her seçim sonrası daha yukarıları zorladıkça adım adım görüyordu
ve karşılaştığı engelleri anlıyor, sistemi sabırla düzeltmeye çalışıyordu.
Temeli
kasıtlı olarak yanlış atılmış bu sistemin düzelmeyeceğini bir sistem mühendisi
olarak biliyordum, doğal olarak da gücü sınırlı olan herhangi bir dürüst siyasetçiyi
doğrudan suçlayamayacak kadar vicdan sahibiydim. İktidar gücü her zaman ağzı
salyalı, güç ve para peşinde koşan insanlık dışı türleri cezbeden bir güçtü, bu
hiç değişmemişti ve asla değişmeyecekti.
Erdoğan
liyakatsiz insanlarla çalışmaktan hoşlanmayan biriydi, ancak elindeki malzeme
buydu. Doğuştan devlet katlarında yerleri hazır olan solcuların ya da
Cumhuriyet elitlerinin, daha doğrusu masonların katı kurallarla korudukları
devlet piramidinden uzakta tutulan bu halkın çocukları nerede ve nasıl liyakat
elde edeceklerdi ki?
2002’den
2019’a kadar geçen on sekiz yıl yeni bir sistem üretecek akla sahip bir
bürokrasi ya da siyaset üretmek için yeterli bir süre değildi. 1808’den 1908’e
yüz yıl geçmişti; Osmanlı bu süre zarfında işlevsizleştirilen ya da yeni
kurulan bütün kurum ve kuruluşlarıyla çökmüştü.
Osmanlı
hanedanı varlığını korumak için mason olmayı seçen ve ateist Fransız
Obediyansının mason üstadına itaatini bir mektupla ileten Halife V. Murad gibi
bir gerçeğin utancı ile yaşarken, mason şeyhülislamların sıradanlaştığı bir
ülkenin kurum ve kuruluşları ile liyakat arasında herhangi bir bağ kurulamazdı.
Bütün
Müslümanların temsilcisi olan ve kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak
tanımlayan Halife nasıl ateist bir mason üstadına tabi olduğunu söyleyebilir ve
mason olabilirdi? Müslümanlara Kur’an esaslı bir yaşam standardı vaat eden bir
Şeyhülislam nasıl satanist olabilirdi? Masonların kurdukları piramit koşulsuz
itaat dışında ne gibi bir liyakat gerektiriyordu? Cumhuriyet’i kuranlar bundan
ne kadar muaftı, günümüz bürokrasisi ya da siyaseti bundan ne kadar uzaktı?
Mahir’e
defalarca sormuştum; ‘Bu sistem böyle bir insan yapısı üretiyor, sence bu
sistemi Erdoğan değiştirebilir mi?’
‘Değiştiremez!’
diyen Mahir sorularımı haklı buluyor, ama eleştirmekten asla geri durmadığım
Erdoğan’a hakkını teslim ettiğim hususlarda da yine bana kızıyordu. Ben bir
şahittim, yakın iki yüz yıllık geçmişte benim gibi âdil şahitler olsaydı, bugün
geçmişteki herhangi bir ismin etrafında üretilen belirsizliklerden hiç kimse
faydalanamazdı.
Aslında gerekçelerini
bildiğim için hak verdiğim Mahir’in eleştirisi, sadece herhangi bir iktidara
has değildi, Erdoğan iktidarının da üzerinde şekillendiği ortalama muhafazakâr
siyasî geleneğe ve bunun şekillendirdiği yine aynı gelenekten beslenen
çapsızlığa yönelikti. Ona göre bugünkü iktidarın en büyük hatası da bu
çapsızlığı hiç görmeyişi, hatta yer yer destekleyerek bu hali esas çap yerine
koyuşuydu.
Bence
insanlar ‘gerçek’ten korkuyorlardı; gerçeğin etrafında dolanıp ateş dansı
yaparak tatmin olmayı seçiyorlar ve aydınlandıklarını sandıkları o yanıltıcı
ateşi kutsuyorlardı. Mahir’in, ‘ortalama muhafazakâr siyasî gelenek’ olarak
tanımladığı şey, sistematik olarak kurgulanmış ve sorgulaması yapılmış bir temele
sahip değildi, kendisini Kur’an’la tanımlama ve geliştirme cesaretine sahip
olmayan, ideolojik kökleri masonlar tarafından tahrif edilmiş statik bir
yapıydı. O yüzden herhangi bir siyasî geleneğin çapını yansıtacak çözümler
üretemiyordu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.