Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
‘Karmaşık ve aslında mümbit bir şirk tarlası. İnsan sınanmaları için mükemmel tasarım.’ diye sıkıştırmıştım onu. ‘Niye kadına ‘sana tapıyorum’ diyor ki âşık erkek; niye tapmak?’
Bunun herkes farkındaydı; ancak o kadar hızlı gelişiyordu ki her şey, o kadar sıkıştırılmıştı ki zaman, düşünmek bile neredeyse lüks bir ihtiyaç hâline gelmişti. Hep savunmadaydık Türkiye ve Müslümanlar olarak. Birdenbire saldırıyordu kurulu Satanist sistem, birdenbire savunmaya geçiyor ve elimize geçen her şeyi savunma hatlarına sürüyorduk.
Kimin nereden saldıracağını bilecek kadar uzun boylu değildik; kimi zaman içimizden, kimi zaman dışımızdan, kimi zaman da aynı anda hem içimizden hem de dışımızdan gelen saldırılarla sersemlemiştik. Bir yandan zihin köklerimizdeki çarpıklıklar bir yandan politik ve dinî karmaşa ve bir yandan da artık sürdürülemez hâle gelen ekonomik kuşatılmıştık; fakirdik sosyolojik dokumuzun ve duygusal katmanlarımızın pejmürde hâliyle… ruhumuzun bütün ayrıntıları gibi.
İkinci Dünya Savaşı esnasında bilimin nasıl binlerce yıllık sıçrama yaptığından söz etmiştim büyük bir şirketle yaptığımız bir iş görüşmemizde. Almanlar ve karşısında Amerikalılar ve İngilizler; uçak hangarlarına doldurdukları binlerce bilim adamının ürettiği beyin fırtınalarıyla insanlık tarihini değiştirecek keşifler yapmışlardı; bütün her şey haberleşmeyi deşifre etmek kaygısıyla başlamıştı.
Geldiğimiz dijital seviye, atomaltı evren ve artık kendisinden korkulacak hale gelen Yapay Zekâ köklerini o sıkıştırılmış zamanda sokuşturmuştu insan aklının derinliklerine. Şimdi biz de biraz o zamanlardaki gibiydik, savunma sanayiinden ulaşıma, iletişime, yapay zekâ destekli teknolojik inovasyona.
Fakat düşünce maalesef sıkıştırılmış zamanda üretilemiyordu; belki de bu sıkıştırılmış zamandaki kaosa ihtiyacı vardı gelişmeyi bekleyen düşüncenin. Batı’yı bütünüyle sorgulayacak bir zemin bulmak ve köklerimizi de sorgulayarak evrensel standartlara ulaşabilmenin yollarını arayabilmemiz için böylesine ardışık, amansız saldırılara uğramamız gerekiyordu.
Mahir de siyasî bir geleneğin ürettiği değişmesi zor bir bakış açısına sahipti; kalıplarda şekillenmiş zihnini entelektüel alanda genişletse de yine gelip alıştığı açıdan bakıyordu her şeye. Gri alan yoktu aklının işleyiş biçiminde; her şey siyah ya da beyazdı. Ancak buna karşılık romantizmin okşadığı ruhunun esrik dağınıklığından keyif alıyordu, o kadar gri alan üretiyordu ki duygularının özgürce koşuşturacağı karanlıklarda.
Mesela ben siyaset gibi, insanlığın tasarlanmış sosyal bilinçaltından ruhuna zorla sokuşturulmuş ‘aşk’a dair ne kadar gerçekçi ve sert bakıyorsam o da o kadar romantik ve savunmacı ve tabi sert karşılık veriyordu. Aşk da bir siyasetti, ben sadece kökenini öne çıkarıyordum, ‘aşk’ın Şeytan’ın siyaset biçimlerinden biri olduğunu söylüyordum. İnsanı Allah’ı anmaktan uzaklaştıran bu kadar güçlü başka ne vardı ki?
‘Aşktan söz etme biçimini kabul etmiyorum tabi, ama bir de o açıdan bakmak çok öğretici geliyor bana...’ demişti. ‘Yani biraz da öyle yahu, diyorum. Özde bir fiziki çekim var, ilk elde salt cinsel denilemese de zamanla onu da içine alan, doğal bir şey, neden bu kadar abartıyoruz ki aşkı?’
‘Karmaşık ve aslında mümbit bir şirk tarlası. İnsan sınanmaları için mükemmel tasarım.’ diye sıkıştırmıştım onu. ‘Niye kadına ‘sana tapıyorum’ diyor ki âşık erkek; niye tapmak?’
Hiç kıpırdamamıştı yerinden, aşka dair vurduğum darbe biraz sarssa da, ‘Ama yine de gözden kaçırdığın bir husus var!’ diyerek duruşunu sağlamlaştırmaya çalışmıştı. ‘Bir insanı özel kılmak, her şeyin ötesinde bir özel kılma hali bu... o her şeyi de içine alan ama bir biçimde de o her şeyi aşan bir özel kılma hali... sevmek... sevilmek... Kuramsal dizgeyi sadeleştiriyor ve bam teline vuruyor. Kolayca kabul ya da reddedilebilecek bir şey değil yani… Belki bir yaratılış biçimi! Aşksız birliktelik bana bir halde içgüdüsel, üremeye ve hazza dayalı bir doğallık belki hayvanlık gibi geliyor. Kuru... tatsız!’
Ben kuru ve serin yerden konuşmaya devam etmiştim:
‘Yoruma bağlı ve bu yüzden aşklı birliktelik olmuyor; reklamlar ve gerçek farkı!’ demiş ve gülmüştüm.
O ise başını öne doğru eğmiş, biraz sonra ağır ağır konuşurken de başını kaldırarak bana bakmıştı:
‘Yani yer yer katılıyorum sana. Bir yerden sonra naz, abartılı incelikler, vesaire…’ demişti. ‘Belki alışkanlık!’
Biraz daha ısrar etmiştim ‘aşk’ın dokunup tahrif ettiği insan ruhundaki paramparça noktalara ışık tutarak:
‘Aşk riyâ doğuruyor!’ demiştim sakin sakin ve biraz da kışkırtan bir sesle.
O ise hemen farkına varmış ve romantizm zırhına bürünmüştü, ‘Ama güzel!’ demişti gülümseyerek.
Ben ayeti aklımızın işleyiş rengine yaklaştırmıştım, ‘Oysa sevgi ve merhamet öyle değil; geçici değil, huzur verici!’ demiştim son vuruşu yapmak için.
O yine kaçış rampalarında gezinmek için kaçmaya çalışmıştı:
‘Özlemek, özlenmek de güzel vesaire!’
Tabi ben onu alıştığı ve sevdiği bu atmosferde rahat bırakacak değildim, o aşkın duyguları hayatın sıradan yerine indirgemeyi seçmiştim:
‘Domatesi de özler seveni; rokayı da şalgamı da!’
O ise ciddî ciddî cevap vermişti, domatesle, rokayla, şalgamla aşkı kıyasladığıma kızmamıştı.
‘Bir gereksinimden kaynaklı olarak özlemek bunlar!’ demişti beni hiç yadırgamadan. ‘Evet bu manada kadın da özlenir... ama benim demek istediğim bu her tür gereksinimden öte, bir şey için özlemek... işte bu ‘aşk’la olur!’
‘Hastalıkla yani?’ demiştim onu kaçış rampalarından birinde yakalarken.
‘Neden hastalık olsun ki?’ diyerek itiraz etmişti. ‘Birini bu derece özel kılmak, birinin gözünde bu derece özel olmak... evet sevgi şefkat ve merhametle de olabilir bu... Belki bilmeyen insanın yaşamadığı, yaşattıramadığı bir yoğunlaşma... bu da mantıken kabul edilebilir veya edilemez ama bunları düşünmeden salt hastalık, şeytan işi, vesaire demek aşkı yok saymaya yetmiyor!’
Ben susmuş ve ona bakmıştım, o savunma hatlarında aklın neden-sonuç ilişkilerini evirip çevirmeye çalışırken, ama her zamanki gibi, işine gelmese de, bazen doğruya bakmayı seçebiliyordu:
‘Yine de sana şu şekilde katılabilirim; aşk, büyük ölçüde de salt biri için bütün bu şefkat, merhamet ve sevgiyi abartmak olarak değerlendirilebilir. Abartı lüzumundan fazlası ise doğru ve iyi değildir bildiğimce...’ demişti ve sonra yorgun argın bir şekilde, ‘Çok geniş düşünüyorum yani... Düşünmeye çalışıyorum... Aşk abartır azizim, elde olan bir şey değildir bu da... bilmiyorum belki buna ' hastalıklı' bir hal de denilebilir, belki... Bunu da bencileyin biri reddedebilir de etmeyebilir de...’ demişti.
Onu dikkatle dinlemiştim, söyleyeceklerini kademe kademe düşünüyordu, belki de ilk kez o anda düşündüğü şeylerdi söyledikleri.
‘Sana, bana hastalıklı bir şey gibi görünen bu hal başka birince normal görülebilir!’ demişti konuyu ikimizin baktığı yerden biraz uzağa taşıyarak. ‘Ve belki normal olan da aslında öyle olabilir. Bence bundan ötesi, hakkında ‘nas’ olmayan bu gibi hâlleri, tanrısal bir tavır takınarak tarif etmeye kadar da götürebilir insanı... Mesela bu manada tanıdığım biri, “aşk yoktur, libido her şeydir” der... Ateist biri bunu diyen.’
‘Tanrısal tavır’ takınmadığımı biliyordu, ben ‘tanrısal tavrın nasıl olduğunu’ gördüğümü düşünüyordum ve anlatıyordum:
‘Nas, 'erkek ve kadın arasında sevgi ve merhamet var ettik' şeklinde var!’ diyerek Rum Suresi’nin 21. ayetini yeniden okumuştum. ‘Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.’ Allah bu ‘nas’ın çerçevesini çizdiği şeyi değiştirecek istidat da vermiş insana; tıpkı diğer ‘nas dışı’ şeyleri yapabilme özgürlüğü olsun da insan sınanabilsin diye. Ateist, sevgi ve merhameti de kabul etmez ‘libido’ der!’
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.