Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İnsanın sorgulamalarından kaçınması, acılarından kurtulmayı reddetmesi gerçekten anlamsızdı. Haz ve korku birbirine karışıyor olsa da aslında bu ‘acılarından haz alma alışkanlığını yitirme korkusu’ydu; o yüzden sımsıkı sarılıyordu insan acılarına."
İşte yaşadığımız bu kızıl cehennem insan zihnini felç ederek Şeytan’ın amacına ulaştığının da bir kanıtı oluyordu. “Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” diyen Şeytan (A’râf Suresi, 16 ve 17. ayetler) çoğu zaman sadece ‘aşk acısı’ yüzünden Allah’a isyan eden insanları aşağılık zaferinin bayrakları olarak sallıyordu.
Uçağa
geçerken yine her zamanki gibi sessizce Kur’an okuyordum ve Allah’tan,
Şeytan’a, nefsime ve insanlara karşı yardım istiyordum… Başka bir seçeneğim
yoktu.
Uçak
hareket ettiğinde de gökyüzüne dikmiştim bakışlarımı. Gökyüzüne gözlerini
dikerek haber bekleyen Allah’ın elçileri gibi, güçsüz ve umutluydum. İçimdeki
sıkıntının sağaltılması gerekiyordu. Bilgisayarımı açtım.
‘Ova
Yazarı’nın seçici dikkatinin yavaş yavaş ilerleyen ve insanın içindekileri
yeniden nakış gibi işleyen sözleri gerçekten içimi ferahlatıyordu.
“Aklın ve
nefsin, tarihî insan külliyatında çatıştığı yerler o kadar çoktur ki, insanın bilginin
görme açılarını değiştirmesi, üç boyutluluktan da öte, çok boyutluluğun uçsuz
bucaksız bozkırlarında özgürlüğe bırakması, aklın ve nefsin çatıştığı noktaları
yok etmemekle birlikte, en aza indirmeye çalışmasını da anlatır...
Evet;
çatışmaları yok edemez, bilgiyle bağlanan/bağımlılaşan akıl; bilgisizliğin
derinliklerinde mevcut olan nefse bağlı özgürlüğün, bilginin esaretine girmiş
akla göre de çok fazla avantajları yoktur. Ancak; bilgiyle yüklü aklın
kopamadığı en büyük bağ nefsten iradeye uzanan bağdır...
Akıl, nefsten
bağımsız değildir; yaşanıyor olan her durum insanın insan olmaktan kaynaklanan
zaaflarını da içerir. İnsan hayatı hataları kolayca affetmeyen bir terbiye
sürecidir, bilgiyle ve iradeyle ulaşılmaya çalışılan en önemli hedef, nefsin
kontrol altına alınmasıdır..."
Belki de
insan buydu, her haliyle şahit olduğumuzdu; insanın daha üstün olmasını ummak
aşırılık olabilirdi. Ama ya böyle değilse? İşte o zaman ardı arkası kesilmeyen
sorular yağmur gibi yağıyordu.
“Bu
noktada, alemlere rahmet olarak gönderilen 'İslam Peygamberi’ni hatırlamakla
yaratılıştaki sırrı gözler önüne serebiliriz. Onun korunmuş/yardım almış
olmaklığına bakabiliriz. Bu muhafaza, insanın doğruluk mücadelesinde aklının
nefsiyle çatıştığı noktalarda iradesine sunacağı bir 'moral olumlama
nedeni'dir.” diyordu ‘Bekçi’. Bu doğruydu; biz peygamber değildik, ama
peygamber de bir insandı. O korunmuştu, biz de korunmuş olabilirdik. Kur’an
bunu bize öğretiyordu.
“Yine
muhakkak ki; aynı şekilde korunmamış/yardım almamış diğer insanlar için bu
durum, nefsi haklı çıkarıcı bir neden olamaz. Bütün süreçler gibi hayat da
nedenleri umursamaz gibi görünür, sonuçları öne çıkarır. Buna bağlı olarak,
nedenler nefsin kendi iç muhakemelerinde duygusal bir grupta zaman zaman elden
geçirilir; bunun dışında, az düşünen insanlar için 'nedenlerin' anlamlı
olmaları mümkün değildir...” diyordu ‘Ova Yazarı’.
“Ve
unutulmamalıdır ki; her deneyim, gelecek zamanınızda muhakkak diğer sonuçları
etkileyecektir. Nefs kuyularında ya da akıl bulutlarında, nerede olursa olsun
her ayrıntı, zamanı geldiğinde sonuçları etkiler ve toplamda kendisinin de bir
sonuç olduğu gerçeğini kanıtlar. Bunu düşünürken, önemsiz hiçbir şey olmadığını
görmek çatışmaları izleyebilmenize imkân verir, izlemek de hatalarınızı fark
etmenize yardım eder.”
İnsanın
sorgulamalarından kaçınması, acılarından kurtulmayı reddetmesi gerçekten
anlamsızdı. Haz ve korku birbirine karışıyor olsa da aslında bu ‘acılarından
haz alma alışkanlığını yitirme korkusu’ydu; o yüzden sımsıkı sarılıyordu insan
acılarına.
‘Doğrular,
sertlikleri kadarınca değiştirirler yeryüzünü!’ demişti babam. ‘Dinimizi o
kadar çok içimize itmişler ki; dışarı çıkarırken korkuyoruz!’ Ve sonra
tembihlemişti beni: ‘Dibine çarık izi değmemiş notlar bul; ama klasik olmasın! İnkâr,
bir ikiyüzlülüğün peşinden koşmaktır. İnkârın temeli ahlakı reddetmektir;
ahlakı doğrudan reddedemeyenlerin ikiyüzlülüğüdür. İnkâr peşinde koşanlar helak
olurlar!’
Ovadaki
bizler ne kadar çok baskı altındaydık ne kadar çok sıkıştırılmıştık. Sadece
biz, bu topraklarda yaşayanlar değildik sıkıştırılanlar; dünyadaki her karış
toprak insanı köşeye sıkıştırmak için kullanılıyordu. Küresel Satanist Sistemin
elleri çok uzundu; her yere, her şeye uzanıyordu; içimizden dışımıza kadar her
alanda ‘kırmızı tavşanlar’la kuşatılmıştık, satır satır işlenmiştik milyonlarca
yıllık tarihimizde.
Biz Batı’ndan gelen saldırılarla mağdurduk,
ama ya Batılılar? Onlar neyin mağduruydu?
“Batı
medeniyeti ve kültürü ile yetiştirilmiş olan insan, kendi temel değerlerini
'dışlanma riski' dolayısıyla açıkça sorgulamaktan kaçınır; sorgulamasının
doğrudan fark edilmemesi için de kendi kültürü ve medeniyeti dışındaki öğreti
ve düşünce sistemlerine ilgi duyarak yeni 'dinginlik araçları' arar!’ diyordu
‘Bekçi’.
“Batı Asya
(ya da kolonyal tanıma göre Orta Doğu) ve Asya (Doğu) kültürü, Hristiyan Batı
için daima cazip ve gizemli bir form taşıdığı içindir ki Batı insanı, eski
dünyanın ruha hitabeden eski değerlerini kendi kültürel değerlerine entegre
ederek yeni bir üst değerler mozaiği oluşturmaya kalkar. Çok satan 'doğu
ivmeli' düşünce kitaplarının açtığı çığır, bunu kanıtlamaktadır...
Hristiyanlığın
Yahudiliğe tepki olarak doğduğu, geliştiği göz ününde tutulur ve zamanla katı
bir maddeciliğin savurduğu dinî yapılanmaların deforme olduğu tespit edilirse, Hristiyan
Batı kültürünün neden Yahudilikte temel bulmaya çalıştığı, dinî kaynakların
'eski-yeni ahit' adı altında birleştirilerek, Batı medeniyet ve kültürüne irsiyet
ve asalet kazandırma telaşına düştüğü daha kolay anlaşılabilir...
İnsandaki
asalet/köken merakı, iki farklı dinin kaynaklarının birleştirilmesinin
nedenlerinden biri olmuş olsa bile, Roma Medeniyetinin Hristiyanlığa kattığı
pagan unsurlar ve söz konusu dinlerdeki din adamı etkisi/bozulma, Batı Medeniyetinin
güçlü bir 'dinginlik kaynağı' ve 'dinginlik araçları' elde etmesine mâni
olmuştur...
Nihâyetinde,
arayışını sürdüren Batı insanı, eski Mısır, Hint, Çin, Aztek, Maya, vb.,
medeniyetlerinin temel değerlerini incelemeyi çare olarak görmüştür, ruha dair
'dinginlik değerleri'ni analiz ederek birçok yeni kombinasyon üretmiştir ve
üretmeye devam etmektedir.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.