Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İnsan kibri hiçbir şeye benzemiyordu, çok iğrençti, bayağı ve mide bulandırıcıydı. Şeytan’ın lanetli sınırlarını da aşan bir başkaldırıydı. Geçmiş böyleydi, şimdi de böyle. Gelecek ne gösterecek bilmiyordum."
‘Ova Yazarı’nın notları düşüncelerimle ve şahit olduklarımla eşleşiyordu. Birçok şirket yöneticisinin sanki çok ulvî bir şeymişçesine moda akımlara kapıldığını biliyordum. Bir kısmı o kadar titizdi ki, bir Müslümanın namazına olan düşkünlüğünden daha sıkı bir ritüel düşkünlüğü taşıyordu çevrelerine.
Özellikle
Budizm, meditasyon ya da yoga. Bir şey sanki gücün damarlarına bunu
dayatıyordu. Yine acınılacak durumdaydı insan; milyonlarca yıllık dünya
hayatında atalarının yaptığı hatalardan hiç ders almamıştı.
Yorulduğumu
hissettiğim zamanlarda şimdi olduğu gibi insanın geçmişine odaklanırdım. Ben de
kısa bir süre sonra bu geçmişin bir parçası olacaktım. Ne kalacaktı benden
geriye?
Bu soru
her zaman yorgunluğumu bir bahar dinginliğine dönüştürecek kadar enerji verirdi
bana. İnsanların düşüncelerindeki kaostan kurtulmak için girdiği arayışları
gördükçe şaşkınlıkla bakardım; ne arıyordu insan? Kur’an her yerdeydi, neden
Kur’an okumuyordu?
Sebebi
açıktı aslında: ‘Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler
indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını arttırır.’ diyordu Allah İsrâ
Suresinin 82. ayetinde.
Kur’an’ın
verdiği şifa ve rahmet ancak inananlar içindi.
Uçak Adana
semalarına doğru süzülürken ‘Bekçi’nin notlarına geri dönmüştüm:
“Son
yüzyılda korkunç bir hızla yayılan 'Buddha ve Konfüçyüs öğretileri' keskin bir
durulanma görüsüyle, 'yoga koşullanması' ve 'hiçlik' ile birlikte 'evrensel
güç' paradigmaları, Yahudi-Hristiyan Batı medeniyeti için 'kökleri olan' yeni
değerler oluşturmakta kullanılmaya başlandı. (Brenda Shoshanna ‘Jewish Dharma’
adlı kitabında Yahudilik ve Budizm'in ruhani uygulamalarının "bir kuşun
iki kanadı" olduğunu söylüyor.)
Artık
karma bir din veya eski öğretilerle yeni psikolojik sistem unsurlarının
oluşturduğu 'değerler sistemi' denebilecek ürünlerin tümü, Batı insanı için
'yepyeni bir hayat tarzı' öneriyor. Ancak yeni değerler sistemi, Batı
medeniyetinin temeli olan 'ben olgusu' ile ilişkilendirilerek daha cazip bir
hâle getirilmeye çalışılıyor; yine bir paradoks oluşturuluyor ve arayışların
tümü insanın 'ben merkezi'nde son buluyor. Ne yazık, ki; 'ben mutluluğu', yeni
asalet ve dinginlik arayışlarını tekrar başa döndürmekten başka bir işe
yaramıyor.
Bu yeni
paradoks, insanlığa neler kazandırabilir? Her bir paradoksun, arayışların devam
etmesini sağlayacağı kesindir. Batı insanı 'dinginlik arayışları'na devam
edecektir; tarih boyunca her paradoks salgını bu salgından maddî çıkar sağlayanları zengin
etmiştir ve gelecekte de zengin etmeye devam edecektir.
İnsanın
dinginlik arayışında 'ben'in özne olduğu, hedef veya eylem olmadığı apaçık
belliyken, insan neden 'ben'i hedef ve eylem olarak tasarlamakta ve ısrarla
insanın bireysel ve sosyal pozisyonlarını çalışma alanlarından uzakta
tutmaktadır? Gerçekten, insan için bu tür arayışlar İslam’la sona ermemiş
midir?”
Evet; daha
ilginç olan bir tespit de burada vardı; Batı medeniyeti, yeni değerler sistemi
oluştururken, ısrarla İslam’ın özel ve genel değerlerini dikkatlerden uzakta
tutmaya çalışıyor ve tutuyordu. Oysa insan aklı, bilimin son ürünlerini kendisi
için kullanırken eski ürünlerini çöpe atmakta asla tereddüt etmiyordu. Yeni bir
bilim kanunu, eskisini kolaylıkla sistem dışına itebiliyordu. Dinler örgüsünde
en son ürün olan İslam ve İslam Medeniyeti ve Kültürü, hâlâ insanın bilimsel
yeniliklere karşı geliştirdiği aşırı duyarlılığa muhatap olmuyordu, oldurulmuyordu.
“En yeni
din apaçık ortadayken, sürekli eski dinlerin öne çıkarılmasının temel sebebi
nedir?” diye soruyordu ‘Bekçi’. 'Ben' i merkeze yerleştirmeyen ve tüm
'dinginlik değerleri ile araçlarını' eksiksiz içeren kusursuz bir sistem
mevcutken, insan yeni paradokslar oluşturmayı neden seçer? Arayışlarının sona
ereceğini bilen insan, neden arayışlarını sona erdirecek adımları atmaz?”
Ve
sorusunun cevabını yine kendisi veriyordu:
“Cevap
aynı: 'ben’, ‘ben'in ân, gelecek ve mutluluk kaygısı. Yeni akım 'yoga' ve yeni
ve daimî paradoks; 'ben'. Akıllı ve bilimsel batı, ne yazık ki hâlâ aynı yerde.”
Şeytan
tarafından tıpkı Şeytan’ın benlik mücadelesi gibi bir mücadeleye zorlanıyordu
insan. Peki kime karşı? Şeytan Allah’a karşı benlik mücadelesi başlatmıştı, insanı
da Allah’a karşı kışkırtıyordu. Allah’a, ‘İşte bak, uğruna beni lanetlediğin
insan bu!’ demek için.
Samirîler
tarihten hiç ayrılmamışlardı ve karanlıklarda gizli gizli çalışıyorlardı.
Paraya, silaha, sanata, söze ve bilgiye hükmediyor, bütün insanları tepelerinden
tutuyor ve çekiyorlardı cehenneme doğru. Şimdi de insanları sürü halinde
kaosa doğru sürüklüyor ve bir zamanlar sosyalizmi koydukları gibi, insanların önüne
sonsuz bir kısırdöngüden başka bir şey olmayan ve üç yüzyıldır yüceltilen ve
artık kullanım haddi dolan Ateizm’in bir başka versiyonu olan Budizm’i
koyuyorlardı.
İnsan
kibri hiçbir şeye benzemiyordu, çok iğrençti, bayağı ve mide bulandırıcıydı.
Şeytan’ın lanetli sınırlarını da aşan bir başkaldırıydı. Geçmiş böyleydi, şimdi
de böyle. Gelecek ne gösterecek bilmiyordum.
Her
seferinde ‘İnsanın daha iyi olacağına dair umudunu kesme insandan!’ diyordum,
sonra düşünüyordum, ‘İnsan ‘daha iyi nedir’ diye soruyor mu?’ diye soruyordum
kendime. ‘Sormuyorsa ne yapabilirsin ki?’
Uç uca
eklediğim halkalar çentik atılmış çelikler kadar soğuktu. İlkesel olarak her
konuda bilmediğim çok şey olduğunu düşünerek başlardım düşünmeye; ama ortada geçmişten
gelen açık bir sonuç varsa öncesi kuşkusuzdu. İnsan Nuh Tufanı ile
cezalandırılacak kadar azmıştı, tekrarlanan azgınlıkların bugüne taşınması
samirîlerin Şeytan’la iş birliği sayesinde mümkün oluyordu.
Çocuklarım
gelmişti aklıma. Neslimizi korumalıydık; onlara her şeyi ince ince
anlatmalıydık. Ama bunu nasıl yapacağımızı bir türlü öğrenemiyorduk. Hangi akıl yaşında
onlara neleri anlatacağımızı hiç düşünmemiştik. Düşünmeyi ve üretmeyi
unutmuştuk. Kavramlar ve bu kavramların tanımları düşünce evrenimizin inşâsı
için vazgeçilmezdi.
Ne yazık
ki ne Kur’an’ın kavramlarını düşünce sistemimizin temeline yerleştirip onlara
uygun bir hayat tasarlıyorduk, ne de Batı’dan aldığımız yabancı kavramların bize
verdiği zararı sorgulayacak kadar farkındaydık; sürüklenip gidiyorduk karanlık
bir cehenneme doğru.
Erkek ve
Kadın’dan oluşan insanın cinsiyetine yapılan varlıksal saldırı neredeyse bütün
insanlara kendilerini inkâr edecekleri bir şeytanî düzen kurmaya odaklıydı.
İnsanın en büyük düşmanı insan olmuştu. Her şeyi yeniden düşünmeliydik,
kullandığımız kavramları tek tek şeytanî kötülüklerden arındırmalı ve yepyeni
bir hayat kurmalıydık çocuklarımız için.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.