Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Bazen dışarıdan geliyordu o sesler; gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız, kokladıklarımız ve tattıklarımız hafızalarımıza da hükmeden nefsimizin zayıf ve vantuzlu yapısına yapışıyordu. Bazen çevremizdeki insanlar oluyordu o seslerin kaynakları, bazen de okuduklarımız, izlediklerimiz."
Ve roman bitene dek o fanus o yazarı, o yazar o fanusu terk edemez. Roman bittiğinde ise romancı bitkin ve büyüsünün sonuçları için meraklıdır. Fanus dağılır ve herkes geride kalan romanı ve romancıyı görür.
O andan
sonra artık herkesin özgür harfleri dudaklarından dökülmeye başlar. Yazarın
kelebeği konacağı sonlu sayıda zihin aramaya çıkmışsa da gök asla tekin
değildir; göktaşları asla küçük değildir. Eleştiriler göktaşı yağmurları gibi
yağarlar. Ne yazık ki; yazar korumasızdır ve artık gök durulana dek
başkalarının büyülerine tahammül etmek zorundadır.
Yazarının
bizzat kendisi mi ya da kahramanıyla özdeşleşmiş olmak isteyen gerçek bir
insan mı olduğu hususunda zihinlerde çetrefil izdüşümlerin peydahlandığı anlarda,
harflerin büyücüsü olarak yazar eleştiri istemeyecek kadar derin bakıyor olur.
Düğmeler bu yüzden ilkinden sonuncusuna kadar iliklenmiştir. Yazar hâlâ fanusun
içindedir ve içinde kalmaya devam edecektir. Göktaşlarına karşı oluşturduğu
güvenlik kalkanı insanın ta kendisidir.
Ben ‘Sıkıntı’yı
yazarken herhangi bir yazar gibi sözcüklerle büyü yapmıyordum; romanlarla,
şiirlerle, tiyatrolarla, senaryolarla büyülenmiş, aldatılmış, sahte gerçeklerle
yaşar hale getirilen insanları aynı tekniği kullanarak uyandırmaya
çalışıyordum. İş ahlakım gereği bunu da en iyi şekilde yapmaya kararlıydım.
‘Ova
Yazarı’nın notları insanın ruhunun derinliklerinde her an nasıl bir işleyişle
yaşadığını anlamamızı kolaylaştırıyordu; ‘Bekçi’ yeni bir bakış açısı
geliştirmişti ve bunun insanlar tarafından bilinmesini istiyordu.
Düşüncelerimizin
nasıl oluştuğunu ve çok boyutlu bir şekilde nasıl çeşitlendiğini, nelerden
etkilendiğimizi bilmek bizi daha güçlü kılacaktı. Allah’ın neden aklımızı
kullanmamızı istediğini anladığımızda kolaylıkla aldanmayacaktık.
Herhangi
bir ânda ‘aklımıza gelen’ şeyin, aklımıza nasıl geldiğini bildiğimizde o şeyin
bizi yönetmesini engelleyebilirdik. Hepimiz biliyorduk ki; aklımıza gelen
şeylerin tamamı ‘iyi’ şeyler değildi ve bu iyi olmayan şeylerin kaynağı
şeytandı. Biliyordum.
‘Eğer
şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.
Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’ diyordu Allah Fussilet Suresinin
36. ayetinde. Hafızamızı kullanıyordu şeytan, nefsimiz üzerinden giriyordu
içimize; zayıflıklarımızı biliyordu ve aklımızı kıpırdayamaz hale getiriyor,
irademizi esir alıyordu.
Sonra
yapacağımızı yapıyorduk. Yapan bizdik, ancak bunun bizim kendi isteğimiz
olduğunu ve zihinsel işletim sistemimizde yankılanan o sesleri, fısıltıları
bize ait sanıyorduk.
Bazen
dışarıdan geliyordu o sesler; gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız,
kokladıklarımız ve tattıklarımız hafızalarımıza da hükmeden nefsimizin zayıf ve
vantuzlu yapısına yapışıyordu. Bazen çevremizdeki insanlar oluyordu o seslerin
kaynakları, bazen de okuduklarımız, izlediklerimiz.
Vücudunun
çekici yönlerini teşhir eden ve ilgisini bütünüyle hedeflediği erkeğe yönelten bir
kadının neden bir erkeği etkilediğini ve onun zihninde nasıl bir etkileşim
zincirini tetiklediğini anlayabilirdik mesela. Erkeğin gözlerinden zihnine
giden her şey, hafızasındaki önceki izlerle birleşerek zihninin tamamını
kuşatıyor ve düşüncelerinin akışkanlığını yok ediyordu.
Allah’ın
elçisi Yusuf, ‘“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği
hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi’ diyordu Yûsuf Suresi’nin 54. ayeti.
Richmond’da
yaşadığım o ânları hatırlamıştım. O ân bana olanları anlayamamıştım ve bunun
sebebini merak ediyordum; ama artık şimdi anlıyordum. ‘Ova Yazarı’nın simülasyonu
zihnimdeki boşluğu tespit etmeme yardım etmişti. Bu benim için büyük bir
sınanmaydı; hiç kimsenin bu tür sınanmalardan muaf olmadığının da kanıtıydı. İD’nin
kışkırttığı zihinsel işletim sistemimdeki o sesler bana ait değildi, nefsime
aitti.
Bilgisayarımızdaki herhangi bir uygulamanın ya da tarayıcının yaptığı gibi bize bildirimlerde bulunan nefsimiz bazı şeyleri kolaylaştırıyordu ve bizi ikna ediyordu, ama işin tuhaf tarafı da biz ikna olarak ona kandığımızda ona zulmetmiş olmamızdı. Demek ki nefsimizin bütün arzularını yerine getirmemiz onu mutlu etmeye yetmiyordu ve yine biz sorumlu oluyorduk. Bu kıskaçta yaşamak gerçekten zordu.
Heyecanla
hafızamdaki Kur’an’ı tarıyordum; nefse dair ayetleri dikkatle seçiyor ve
düşünüyordum. Simülasyonun doğru işleyişi beni şaşırtmıştı. Uçak bulutların
arasından geçerken ben de zihnimdeki Kur’an fırtınasına tutulmuştum.
‘Şüphesiz
Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendi nefislerine
zulmederler.’ diyordu Yûnus Suresinin 44. ayeti.
Çünkü
sonradan yapacağı şeylere pişman olacaktı ve aklımızı kullanarak ona
direnmediğimiz için kendisini, irademizi, yani bizi suçlayacaktı. Bizi
bilgilendiriyordu Kıyâme Suresinin 2. ayeti: ‘Ve daima kendini kınayan nefse andolsun.’
Nefs böyle
yaratılmıştı, bize düşen de onun isteklerini Allah’ın emir ve yasaklarına uygun
bir şekilde kontrol etmek ve her ân yaptıklarımızı farkında olarak yapmaktan
asla vazgeçmemekti; onu asla başıboş bırakamazdık.
‘Kim,
Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa,
şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.’ Nâzi’ât Suresi 40-41. ayetler
Bu
inanılmaz bir döngüydü. Allah bize nefsimize zulmetmememizi emrediyordu, ancak
Şeytan’ın bize ulaştığı yer olarak da aşırı derecede kötülük emreden nefs
tanzim edilmişti. Şeytan’ın fısıltılarını bize aitmiş gibi gösteren nefsimiz,
hafızamızı dilediği gibi kullanıyor, arzularımızı yeniden tanımlıyor ve tatmin
edilmek üzere onları aklımıza ve irademize dayatarak zihnimizin akışını işgal
ediyordu.
İsrâ
Suresinin 14-15. ayetlerinde Allah, bizi kışkırtan nefsimizin bize hesap
soracağını da bildiriyordu:
‘Her
insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak
karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Kitabını oku! Bugün hesap sorucu olarak
sana nefsin yeter. Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak nefsi için bulmuştur; kim de
sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın
günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.’
Şeytan’ın,
nefsimiz dahil sindiği her yerden bize saldırdığını bildiğimizde ondan daha iyi
korunabilirdik ve Âl-i İmrân Suresinin 135. ayetinde belirtildiği gibi
Allah’tan bağışlanma dileyebilirdik:
‘Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işledikleri üzerinde ısrar etmeyenlerdir.’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.