Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Merak ve bilgi anahtar kelimelerdi; Adem’den bu yana aldanma aralığımızı oluşturan ve bizi hırpalayan şey merak ederek öğrenmeye çalışma çabamızdı. Hep bu zayıf yönümüzden yakalanıyorduk. Sahte gerçek inşâ eden samirîlerin tarihten gelen ustalıklarına şahittim."
Peki sonuç neydi? Bu ömür boyu süren mücadelede insan nefsini kontrol ederek yaşadıktan ve öldükten sonra ne olacaktı?
Allah, Fecr Suresinin 27-30. ayetlerinde müjdeliyordu bizi: ‘Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!’
Ayeti
okurken içime büyük bir ferahlık yayılmıştı. Sıkışan ruhumun kementlerinden
sıyrılmışçasına rahatladığını hissediyordum. Bunu bana sağlayacak başka
herhangi bir terapi yoktu. Nefsim şimdi huzur içinde değildi, ama bu asla huzur
içinde olmayacağı anlamına gelmiyordu. Allah’a inanıyordum ve onun bana
vereceği huzuru umuyordum.
Yanlış
olan bir beklentinin de farkına varmıştım. Biz insanlar dünyada yaşarken
nefsimizin tamamen ve daima huzur bulacağını umarak inandıklarımızın gereğini
yerine getirmeye çalışıyorduk; oysa bu imkansızdı, nefsimiz için daimî huzur
ancak biz Allah’ın rızasına kavuşunca ve sadece ahirette mümkün olacak şekilde tasarlanmıştı.
Huzursuz yaşlılarımızın sebeplerini şimdi daha iyi anlıyordum.
‘Öldükten
sonra ne olacak?’ sorusu Allah’ın gönderdiği elçilere inanmayan insanların
sorduğu en büyük soruydu. Birçok felsefî tartışma vardı tarihte; aslında bu
soruyu sorarak cevap arayan ateistlerin, materyalistlerin hepsi döngüsel
sorularla boğuştukları için çok komik geliyordu bana yaptıkları iş. Nihilizmde ya
da reenkarnasyonda buluşmaları kendi varoluşlarına açık bir hakaretti, ama bunu
anlamazlıktan geliyorlardı.
Uçağın o
derinlerden gelen uğultuları kulaklarımı tırmalarken ‘Ova Yazarı’nın notlarını okumaya
devam etmeye karar verdim. Bana verildikleri ilk gece notların hepsini hızlıca
okumuştum. Onları romana dahil ederken de bilinç akışıma uygun bir şekilde yeniden
okuyor ve yorumluyordum.
Bu kısacık
yolculuk, zihnimdeki zamanla ölçtüğümde, neredeyse sonsuza kadar uzayacak gibi
görünüyordu. Nerede olursa olsun durmuyordu insanın zihni; tıpkı kalbi gibi
aralıksız çalışıyordu.
Analitik
serimi çok etkileyiciydi ‘Ova Yazarı’nın; okurken sanki bir makinenin
işleyişini anlatan bir ustanın titizliğine şahit oluyordum ve ayrıntılı anlatımının lezzetini
alıyordum:
“Eğitim
kurumlarının öngördüğü eğitim süreçleri içerisinde ardışık olarak eğitilen bir
insanın, yetişkinlik dönemine kadar biriktirdikleriyle birlikte, gelişen
soruları ve bulduğu-bu sorularla örtüşen ya da örtüşmeyen- yanıtları vardır. Bu
süreçte eğitilmiş insan iradesinin, yetersiz yanıtlar ve gereksiz önem gibi
ayrılıkçı düşüncelerin etkisiyle bilincinin art bölgesine gönderdiği sorular,
bir sonraki düşünme anına dek anlamlı olmayacak gibi görünür.
İnsan
doğasının asla dışlayamayacağı bu sorular zamanla kendi derinliklerini
oluşturacak ve buna bağlı olarak her sorunun derinliğinde ortaya çıkan zihinsel
boşluk diğer boşluklarla birleşerek genişlemeye devam edecektir.”
Mekanik
bir makinenin girdi-işlem-çıktı sistematiği gibi her insanda aynıydı bu; fark
ediyordum. Bir tek nefsten yaratıldığımızı söylüyordu Allah ve
farklılıklarımızın da seçimlerimizden kaynaklandığını düşündürtüyordu bize.
“Eğitilmiş
insanın ruhsal varlığı, eğitilmemiş insanın ruhsal varlığıyla aynı kaynaktan
beslenmektedir; art bölgelere gönderilen soruların oluşturduğu derinlikler,
eğitilmiş-eğitilmemiş insan ayrımına çok fazla bağlı değildir, ancak soruların
derinlikleri ve bağıl boşlukları mutlaka farklılık arz edecektir.
Eğitilmiş
insandaki yanıt bulma uğraşı, analizi ve ihtirası, eğitilmemiş insanda çok
fazla belirgin değildir; dolaylı etki nedeniyle bilgi, eğitilmiş insandaki
merakı çok daha güçlü bir niteliğe büründürür.”
Merak ve
bilgi anahtar kelimelerdi; Adem’den bu yana aldanma aralığımızı oluşturan ve bizi
hırpalayan şey merak ederek öğrenmeye çalışma çabamızdı. Hep bu zayıf
yönümüzden yakalanıyorduk. Sahte gerçek inşâ eden samirîlerin tarihten günümüze kadar gelen
ustalıklarını biliyordum.
Reklamlar,
tanıtım materyalleri, iletişim teknolojileri ve her türlü iletişim kanalları,
kitaplar, şarkılar, şiirler, tiyatrolar, giyim, beslenme, temizlik, kişisel
bakım, eğlence endüstrileri, hatta vaazlar ve nihayetinde cinsellik… merak ettiriliyor
ve karşılığında tasarlanmış bilgiyle birlikte geçici bir haz alınması
sağlanıyordu.
“İnsan
hayatını anlam çeşitliliklerine doğru taşıyan yegâne etken bilgi olduğuna göre,
zihinsel boşlukların oluşmasında da aynı etken söz konusu olacaktır. Bilgi
donanımı yüksek olan bireylerin zihinsel boşluklardan kaynaklanan travmalar
yaşamaları, diğer insan grubu için, dışında "kaçınılmış bir kötülük
anaforu" görselliğini yansıtmaktadır, ki bu görsel algılama, bilgi
donanımına "iticilik" sıfatı kazandırmaktadır... bu sorgulama,
insanın bilgiden kaçışındaki nedenlerden en önemlisini ortaya çıkarmaktadır.” diyordu
‘Ova Yazarı’.
“Bilgi
kendi evrenini oluştururken, kendi avcılarını av olarak algılar. Av-avcı eşleşmesinde
insan iradesi en kararlı güçlerden biridir; bilgi alımını sınırlandırabilir. Ancak;
bilgi alımının sınırlanması, soruların sınırlanmasını sağlamayacaktır. Bu
görüyle yapılacak analizlerde, zihinsel istikrarın insan kontrolünde olmadığı
görülecektir ve bu gerçek, eğitilmiş insanın asla değişmeyecek olan genetik özelliklerindendir.”
‘Zihinsel
istikrar’ ya da diğer açıdan ‘huzur bulmuş nefs’, bizim elimizde olan bir şey
değildi; bize fısıldayan nefsimiz, ona fısıldayan iblis ve beş duyumuzla
algıladığımız her şey zihnimizdeki, içimizdeki kasırgaları oluşturuyor ve
besliyordu. Bu kaos dolu dünyada Allah’tan başka kim bize yardım edebilirdi ki?
‘Sana şükürler
olsun Allah’ım!’ dedim derinden. ‘Sana inandığımız için, sana inanmamıza yardım
ettiğin için!’
“Soruların
ve bu sorular için aranan yanıtların içerikleri, eğitilmiş-eğitilmemiş insanlar
açısından büyük anlamlar/anlam farklılıkları taşır; nihayetinde bilincin art bölgesine
gönderilen sorular, gerçekte halen gönderilmeden önceki yerlerinde
durmaktadırlar. Bu "yer yanılgısı" ise, eğitilmiş insan ile
eğitilmemiş insanda aynıdır.” diyerek insanın hayatı boyunca yaşayacağı ‘yer
yanılgısı’ riskinin, insan ne bilirse bilsin, hangi kültür ve inanç bilgisiyle
donanırsa donansın ölene dek devam edeceğini hatırlatıyordu.
Sorularımız olmasa biz de olmazdık, olmamıza gerek kalmazdı; bizi yaşayan ve değişebilen, kendisini geliştirebilen bir mekanizma olarak var kılan merakımız ve edindiğimiz bilgiydi. Zaten Adem’in Allah’ın kendisine öğrettikleri ile meleklerden ve cinlerden üstün olduğunu biliyorduk; ama o bilgi onun Şeytana uymasına engel olamamıştı.
‘Yer
yanılgısı’ Âdem ve eşi için olduğu gibi ikisinden üreyen ve aynı mekanizmalara
sahip olan her birimiz için risk olmaya devam ediyordu. Sorularımızı soracaktık,
cevaplarını arayacaktık ve bu arayışta da biz öğrendiklerimiz, inandıklarımız
ve yaptıklarımızla kendimiz olacaktık. Muhteşem bir özgürlüktü bu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.