6 Ocak 2024 Cumartesi

SA10521/SD2975: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 35

    Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Merak ve bilgi anahtar kelimelerdi; Adem’den bu yana aldanma aralığımızı oluşturan ve bizi hırpalayan şey merak ederek öğrenmeye çalışma çabamızdı. Hep bu zayıf yönümüzden yakalanıyorduk. Sahte gerçek inşâ eden samirîlerin tarihten gelen ustalıklarına şahittim."

Peki sonuç neydi? Bu ömür boyu süren mücadelede insan nefsini kontrol ederek yaşadıktan ve öldükten sonra ne olacaktı?

Allah, Fecr Suresinin 27-30. ayetlerinde müjdeliyordu bizi: ‘Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!’

Ayeti okurken içime büyük bir ferahlık yayılmıştı. Sıkışan ruhumun kementlerinden sıyrılmışçasına rahatladığını hissediyordum. Bunu bana sağlayacak başka herhangi bir terapi yoktu. Nefsim şimdi huzur içinde değildi, ama bu asla huzur içinde olmayacağı anlamına gelmiyordu. Allah’a inanıyordum ve onun bana vereceği huzuru umuyordum.

Yanlış olan bir beklentinin de farkına varmıştım. Biz insanlar dünyada yaşarken nefsimizin tamamen ve daima huzur bulacağını umarak inandıklarımızın gereğini yerine getirmeye çalışıyorduk; oysa bu imkansızdı, nefsimiz için daimî huzur ancak biz Allah’ın rızasına kavuşunca ve sadece ahirette mümkün olacak şekilde tasarlanmıştı. Huzursuz yaşlılarımızın sebeplerini şimdi daha iyi anlıyordum.

‘Öldükten sonra ne olacak?’ sorusu Allah’ın gönderdiği elçilere inanmayan insanların sorduğu en büyük soruydu. Birçok felsefî tartışma vardı tarihte; aslında bu soruyu sorarak cevap arayan ateistlerin, materyalistlerin hepsi döngüsel sorularla boğuştukları için çok komik geliyordu bana yaptıkları iş. Nihilizmde ya da reenkarnasyonda buluşmaları kendi varoluşlarına açık bir hakaretti, ama bunu anlamazlıktan geliyorlardı.

Uçağın o derinlerden gelen uğultuları kulaklarımı tırmalarken ‘Ova Yazarı’nın notlarını okumaya devam etmeye karar verdim. Bana verildikleri ilk gece notların hepsini hızlıca okumuştum. Onları romana dahil ederken de bilinç akışıma uygun bir şekilde yeniden okuyor ve yorumluyordum.

Bu kısacık yolculuk, zihnimdeki zamanla ölçtüğümde, neredeyse sonsuza kadar uzayacak gibi görünüyordu. Nerede olursa olsun durmuyordu insanın zihni; tıpkı kalbi gibi aralıksız çalışıyordu.

Analitik serimi çok etkileyiciydi ‘Ova Yazarı’nın; okurken sanki bir makinenin işleyişini anlatan bir ustanın titizliğine şahit oluyordum ve ayrıntılı anlatımının lezzetini alıyordum:

“Eğitim kurumlarının öngördüğü eğitim süreçleri içerisinde ardışık olarak eğitilen bir insanın, yetişkinlik dönemine kadar biriktirdikleriyle birlikte, gelişen soruları ve bulduğu-bu sorularla örtüşen ya da örtüşmeyen- yanıtları vardır. Bu süreçte eğitilmiş insan iradesinin, yetersiz yanıtlar ve gereksiz önem gibi ayrılıkçı düşüncelerin etkisiyle bilincinin art bölgesine gönderdiği sorular, bir sonraki düşünme anına dek anlamlı olmayacak gibi görünür.

İnsan doğasının asla dışlayamayacağı bu sorular zamanla kendi derinliklerini oluşturacak ve buna bağlı olarak her sorunun derinliğinde ortaya çıkan zihinsel boşluk diğer boşluklarla birleşerek genişlemeye devam edecektir.”

Mekanik bir makinenin girdi-işlem-çıktı sistematiği gibi her insanda aynıydı bu; fark ediyordum. Bir tek nefsten yaratıldığımızı söylüyordu Allah ve farklılıklarımızın da seçimlerimizden kaynaklandığını düşündürtüyordu bize.

“Eğitilmiş insanın ruhsal varlığı, eğitilmemiş insanın ruhsal varlığıyla aynı kaynaktan beslenmektedir; art bölgelere gönderilen soruların oluşturduğu derinlikler, eğitilmiş-eğitilmemiş insan ayrımına çok fazla bağlı değildir, ancak soruların derinlikleri ve bağıl boşlukları mutlaka farklılık arz edecektir.

Eğitilmiş insandaki yanıt bulma uğraşı, analizi ve ihtirası, eğitilmemiş insanda çok fazla belirgin değildir; dolaylı etki nedeniyle bilgi, eğitilmiş insandaki merakı çok daha güçlü bir niteliğe büründürür.”

Merak ve bilgi anahtar kelimelerdi; Adem’den bu yana aldanma aralığımızı oluşturan ve bizi hırpalayan şey merak ederek öğrenmeye çalışma çabamızdı. Hep bu zayıf yönümüzden yakalanıyorduk. Sahte gerçek inşâ eden samirîlerin tarihten günümüze kadar gelen ustalıklarını biliyordum.

Reklamlar, tanıtım materyalleri, iletişim teknolojileri ve her türlü iletişim kanalları, kitaplar, şarkılar, şiirler, tiyatrolar, giyim, beslenme, temizlik, kişisel bakım, eğlence endüstrileri, hatta vaazlar ve nihayetinde cinsellik… merak ettiriliyor ve karşılığında tasarlanmış bilgiyle birlikte geçici bir haz alınması sağlanıyordu.

“İnsan hayatını anlam çeşitliliklerine doğru taşıyan yegâne etken bilgi olduğuna göre, zihinsel boşlukların oluşmasında da aynı etken söz konusu olacaktır. Bilgi donanımı yüksek olan bireylerin zihinsel boşluklardan kaynaklanan travmalar yaşamaları, diğer insan grubu için, dışında "kaçınılmış bir kötülük anaforu" görselliğini yansıtmaktadır, ki bu görsel algılama, bilgi donanımına "iticilik" sıfatı kazandırmaktadır... bu sorgulama, insanın bilgiden kaçışındaki nedenlerden en önemlisini ortaya çıkarmaktadır.” diyordu ‘Ova Yazarı’.

“Bilgi kendi evrenini oluştururken, kendi avcılarını av olarak algılar. Av-avcı eşleşmesinde insan iradesi en kararlı güçlerden biridir; bilgi alımını sınırlandırabilir. Ancak; bilgi alımının sınırlanması, soruların sınırlanmasını sağlamayacaktır. Bu görüyle yapılacak analizlerde, zihinsel istikrarın insan kontrolünde olmadığı görülecektir ve bu gerçek, eğitilmiş insanın asla değişmeyecek olan genetik özelliklerindendir.”

‘Zihinsel istikrar’ ya da diğer açıdan ‘huzur bulmuş nefs’, bizim elimizde olan bir şey değildi; bize fısıldayan nefsimiz, ona fısıldayan iblis ve beş duyumuzla algıladığımız her şey zihnimizdeki, içimizdeki kasırgaları oluşturuyor ve besliyordu. Bu kaos dolu dünyada Allah’tan başka kim bize yardım edebilirdi ki?

‘Sana şükürler olsun Allah’ım!’ dedim derinden. ‘Sana inandığımız için, sana inanmamıza yardım ettiğin için!’

“Soruların ve bu sorular için aranan yanıtların içerikleri, eğitilmiş-eğitilmemiş insanlar açısından büyük anlamlar/anlam farklılıkları taşır; nihayetinde bilincin art bölgesine gönderilen sorular, gerçekte halen gönderilmeden önceki yerlerinde durmaktadırlar. Bu "yer yanılgısı" ise, eğitilmiş insan ile eğitilmemiş insanda aynıdır.” diyerek insanın hayatı boyunca yaşayacağı ‘yer yanılgısı’ riskinin, insan ne bilirse bilsin, hangi kültür ve inanç bilgisiyle donanırsa donansın ölene dek devam edeceğini hatırlatıyordu.

Sorularımız olmasa biz de olmazdık, olmamıza gerek kalmazdı; bizi yaşayan ve değişebilen, kendisini geliştirebilen bir mekanizma olarak var kılan merakımız ve edindiğimiz bilgiydi. Zaten Adem’in Allah’ın kendisine öğrettikleri ile meleklerden ve cinlerden üstün olduğunu biliyorduk; ama o bilgi onun Şeytana uymasına engel olamamıştı.

‘Yer yanılgısı’ Âdem ve eşi için olduğu gibi ikisinden üreyen ve aynı mekanizmalara sahip olan her birimiz için risk olmaya devam ediyordu. Sorularımızı soracaktık, cevaplarını arayacaktık ve bu arayışta da biz öğrendiklerimiz, inandıklarımız ve yaptıklarımızla kendimiz olacaktık. Muhteşem bir özgürlüktü bu.


<< Önceki                      Sonraki>>


 [04.01.2024, (6/71 (596))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 06.01.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı