19 Ocak 2024 Cuma

SA10539/MT230: Dezenformasyon Tunus Devrimini Nasıl Ateşledi?

     Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz, Harvard Üniversitesi Orta Doğu İnisiyatifi araştırma görevlisi Sharan Grewal'a aittir ve Tunus'ta, Muhammed Bouazizi adlı bir sokak satıcısının polisle girdiği aşağılayıcı bir tartışmanın ardından 17 Aralık 2010'da kendini yakmasıyla başlayan ve Arap Baharı'nın başlangıcı olarak kabul edilen halk ayaklanmasında elde edilen başarıda General Raşid Ammar liderliğindeki 'ordunun halkın yanında olduğuna' dair dezenformasyonun etkisine odaklanmaktadır. Ne var ki Tunus, Mısır ve Suriye dahil Arap baharının yaşandığı bütün ülkelerde diktatörler yerli yerlerinde durmaktadırlar ve ortada demokrasi adına bir başarı yoktur. Arap Baharı, bir CIA-Amerikan operasyonu olarak milyonlarca Müslümanın öldürülmesini 'sağlamıştır'.
Seçkin Deniz, 19.01.2024, Sonsuz Ark

How Disinformation Fueled the Tunisian Revolution

"Ordunun protestocuları bastırmayı reddettiğine dair bir söylenti direnişi cesaretlendirdi ve rejim içinde karışıklığa yol açtı."

Tunus Devrimi'nin nasıl başarıya ulaştığına dair sıkça duyduğumuz hikaye şu şekildedir: Haftalar süren protestoların ardından Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, ordunun başındaki General Raşid Ammar'a protestocuların üzerine ateş açmasını emretti. Ancak Ammar bunu reddetti ve ordu kendisini koruyamayınca Bin Ali ülkeden kaçtı. Ammar bu nedenle devrimin bir kahramanı olarak aslanlaştırıldı ve basın onu "hayır diyen adam" olarak adlandırdı.

Tunus ordusu genelkurmay başkanı Raşid Ammar, Ocak 2011'in sonlarında Kasbah yakınlarında protestoculara hitap ederken. (Christopher Furlong/Getty Images)

Ancak gerçekte bunların hiçbiri yaşanmadı. Ammar'ın kendisi Nisan 2011'de verdiği resmi ifadede bunu "yanlış bir söylenti" olarak nitelendirdi ve kendisinden hiçbir zaman protestoculara ateş açmasının istenmediğini ve dolayısıyla bunu reddetmediğini açıkladı.

Ammar hiçbir zaman iltica etmemiş olsa da, ayaklanmanın son günlerinde iltica ettiğine dair söylentilere geniş çapta inanılıyordu. Sonuç olarak, devrimin başarısını sağlamaya yardımcı olarak hala oldukça önemliydi.

Devrimi tetikleyen protestolar, başkentten uzakta bir iç kasaba olan Sidi Bouzid'de, Muhammed Bouazizi adlı bir sokak satıcısının polisle girdiği aşağılayıcı bir tartışmanın ardından 17 Aralık 2010'da kendini yakmasıyla başladı. Bouazizi ruhsatsız meyve satıyordu; yolsuzluk ve kayırmacılıkla dolu bir sistemde temin edilmesi zor bir şey. Polis terazisine el koymuş ve çeşitli anlatımlara göre bir memur kendisine küfrettikten sonra tokat atmıştı. Bouazizi terazisini geri almaya ve olayla ilgili olarak hem karakola hem de belediyeye şikayette bulunmaya çalıştı ancak reddedildi. Kısa bir süre sonra da valiliğin önünde durarak kendini yaktı.

Yerel aktivistler ve gençler kısa süre içinde kendilerinin ve diğer Tunusluların yaşadıkları haysiyet, iş ve özgürlük eksikliğini protesto etmek için bir araya geldi. Protestolar yavaş yavaş ülkenin iç bölgelerindeki diğer yakın kasabalara da yayıldı ve Ocak 2011'in başlarında ülke çapında bir ayaklanmaya dönüştü.

Bin Ali bu protestolara polisi, Ulusal Muhafızları ve başkanlık güvenliğini devreye sokarak karşılık verdi. Buna karşın ordu, Bin Ali'nin marjinalleştirme ve dengeleme stratejisine uygun olarak o zamana kadar mücadelenin dışında tutulmuştu. Askeri darbe ihtimaline karşı paranoyak olan Bin Ali, on yıllardır ordunun eğitim yapmasına bile izin vermiyordu.

Emekli bir albay bana "Kışlaya hapsedilmiştik" dedi.

6 Ocak'a gelindiğinde protestolar blog yazarı ve siber aktivist Yasin Ayari'nin babası Albay Tahar Ayari'nin görev yaptığı yerin yakınlarına kadar yayılmıştı. Oğluyla yaptığı bir konuşmada albay şu ana kadar "Bu bir polis meselesi; ordu olarak buna müdahale etme emrimiz yok" dedi. 

Ayari bana bu bilgiyle donanmış olarak, sonraki günlerde bugün dezenformasyon kampanyası olarak adlandırabileceğimiz, ordunun aslında bastırma emirlerini reddettiğini ve bunun yerine protestocuların yanında yer aldığını iddia eden bir kampanya yürütmeye karar verdiğini söyledi. Temmuz 2011'de bu söylentiyi açıkladığında blogunda "Bu rejimi istikrarsızlaştırmak için bir oyundu" diye yazmıştı.

"Kendi kendime düşündüm, bunu nasıl zorlayabilirim?" Ayari bir röportajda bana anlattı. "Bunu paketlemek zorundaydım; haber yapmak için bir isme ihtiyacımız vardı. Tunusluların bir kahramana ihtiyacı vardı. Ben de 'General Raşid Ammar'ın orduya müdahale emri vermeyi reddettiğini' [iddia ettim]. Bin Ali'nin emir vermek için Ammar'a ihtiyacı olmadığını biliyordum. Emri doğrudan verebilir. Raşit Ammar'ın da hayır demeye cesaret edemeyeceğini biliyordum. Ama mutluydum; haber tüm dünyaya yayıldı. Raşid Ammar bütün gazetelerin baş sayfasındaydı: hayır diyen adam."

Ayari'nin söylentinin tek kaynağı olduğunu bağımsız olarak doğrulamanın bir yolu yok. Ocak 2011'in ilk günlerinde düzinelerce siber aktivist, protestolar ve rejimin şiddetle karşılık vermesi hakkındaki bilgileri ülkenin geri kalanına - ve dış dünyaya - yaymak için aktif olarak çalışıyordu. Dezenformasyon ve yanlış bilgilendirme (örneğin Bouazizi'nin üniversite mezunu olduğu gibi) çok fazlaydı. Ancak Ayari'nin ordu ile olan ailevi bağları ve Temmuz 2011'den bu yana anlattıklarına kimsenin karşı çıkmaması, söylentinin birincil kaynağı olduğu iddialarına itibar kazandırıyor.

Söylenti birkaç gün boyunca Facebook'ta ve Nawaat gibi bloglarda dolaştıktan sonra 11 Ocak'tan itibaren gazeteler tarafından ele alındı. Haberi ilk yayınlayan Paris merkezli Arapça bir gazete olan al-Doualia olmuş gibi görünüyordu, hatta Ammar'ın emri reddetmesinin ardından kovulduğunu ve yerine General Ahmed Chabir'in getirildiğini iddia etti, ancak "haberi resmi bir kaynaktan doğrulamanın mümkün olmadığını" belirtti. Bu açıklama (ve niteleme) ertesi gün, 12 Ocak'ta, diğerlerinin yanı sıra France 24 ve Jeune Afrique tarafından "muhalif kaynaklara" dayandırılarak tekrarlanacaktı.

Ancak bu söylenti doğru değildi. Ammar, Bin Ali'nin hiçbir emrini reddetmedi, onun tarafından kovulmadı ve aksine sonuna kadar başkanın güvenini kazandı. Nisan 2011'de askeri mahkemede tanık olarak ifade veren Ammar, bunun "yanlış bir söylenti" olduğunu ve "göstericileri vurmam için herhangi bir talimat almadım" dedi. Bunun yerine Bin Ali orduya sadece hayati kurumları savunmasını emretmiş, Ammar da bu emre defalarca uymuştur.

Başkanlık muhafızlarının başı General Ali Seriati bana, orduyu haftalarca kışlada tuttuktan sonra, 8 Ocak akşamı Bin Ali'nin orduya, diğer yerlerin yanı sıra polis karakollarını ve iktidar partisi ofislerini savunmak için önce iç kesimlerdeki Kasserine ve Thala şehirlerinde, ertesi gün de ülke genelinde konuşlanma emri verdiğini söyledi. Ammar bu emirlere uyarak polisi protestocularla yüzleşmek için serbest bıraktı. Bin Ali daha sonra ordudan 13 Ocak'ta başkanlık sarayına giden yolu ve 14 Ocak'ta İçişleri Bakanlığı'na giden yolu savunmasına yardım etmesini istedi ve Ammar da bu emirlere uydu. Ammar'ın sonuna kadar Bin Ali'nin en güvendiği askerlerden biri olduğu 14 Ocak'ta bir polis isyanı karşısında Ammar'ın İçişleri Bakanlığı'nın operasyonlarını denetlemekle görevlendirilmesiyle açıkça ortaya çıktı.

Ammar'ın bu sadakatine rağmen, muhalefetteki ve hatta rejimdeki pek çok kişi ordunun emirlere uymayı reddettiği söylentisine inandı, çünkü büyük ölçüde inandırıcıydı. Ne de olsa Tunus ordusu Bin Ali tarafından ihmal edilmiş ve marjinalize edilmişti ve dolayısıyla Bin Ali'ye bağlı kalmakta pek de çıkarları olmadığı düşünülebilirdi. 

Bin Ali muhalefeti bastırmak için tarihsel olarak polisi ve Ulusal Muhafızları kullanmıştı; ordu nadiren yardıma çağrılmıştı. Ayari'nin blogunda açıkladığına göre, ordunun askerleri, "baskı konusunda eğitim almamış [ya da] bu konuda endoktrine edilmemiş, günlük yaşamları bu olmayan" sıradan Tunuslulardı. Bu yapısal faktörler, ordunun ateş etmesi istendiğinde bunu reddetmesini makul kılıyordu.

Gerçekten de Ammar protestolar sırasında hayati kurumları savunmak için birlikler görevlendirmiş olsa da, sahadaki alt rütbeli subaylar ve askerler genellikle bu görevden kaçındı. Protestocular polis karakollarına ve iktidar partisi ofislerine saldırdığında, buralarda konuşlu askeri birlikler onları güç kullanarak püskürtmek yerine genellikle başka tarafa baktı. Hatta bazıları protestocuları polisten korumaya çalıştı. Alt rütbelilerin firar etmesiyle, üst rütbelilerin firar ettiği söylentisi daha inandırıcı hale geldi. "Yalan haber" işe yaradı çünkü Tunusluların orduları hakkında bildikleriyle ve gerçek zamanlı olarak tanık oldukları düşük seviyeli firarlarla uyumluydu.

Söylentiler yayıldıkça ve alt düzey askerler firar etmeye başladıkça, ordunun kendilerine zarar vermeyeceğine inanan daha fazla Tunuslu protesto etme cesareti buldu. "Tunus Topluluğu" adlı büyük bir Facebook grubu 11 Ocak'ta "Ordu bizim yanımızda, düşmanımız değil" diye yazdı. Söylenti gazetelere yayılınca bu algı daha da büyüdü. 

O dönemde Terörle Mücadele Tugayı'nın (BAT) başında olan Albay Samir Tarhouni "Medya ne yaptığını biliyordu" dedi. Söylenti "halka bir işaretti: Ordu için endişelenmeyin, onlar halkın yanında." Abdelaziz Belkhodja ve Tarak Cheikhrouhou, devrimi anlattıkları "14 Janvier, L'enquête" adlı kitaplarında benzer şekilde söylentinin "bir tsunami gücü ve hızıyla yayıldığını... insanları mücadeleye devam etmeye teşvik ettiğini" yazarlar. 

İç bölgelerdeki direnişin başarısını ve ordunun saldırgan olmadığını gören protestocular, kısmen ordunun kendi taraflarında olduğu algısıyla ayaklanmanın son günlerinde daha da arttı.

Daha da önemlisi, bu inanç aynı zamanda protestocuların askere polisten çok daha nazik davranmasının nedenlerinden biridir. Protestocular polise her yaklaştıklarında bağırıp çağırıp saldırırken, bunun yerine orduyu alkışlayıp kucakladılar ve ordunun zaten kendi taraflarını tuttuğuna inandılar. 

Bir ordu generalinin bana söylediği gibi, "Kimse askerlere saldırmadığı için ülke şanslıydı... bu bir şiddet zinciri başlatabilirdi." Aslında Ayari blogunda amacının tam olarak "herkesi orduyla dost olmaya zorlamak olduğunu, ordunun ahlakını bilen bir askerin oğlu olarak [işe yarayacağından] hiç şüphem olmayan bir şey" olduğunu yazdı. Ordunun firar edeceği söylentisi askerlerle sosyalleşmeyi teşvik etti ve bu da ordunun firarını bir oldubitti haline getirdi.

Protestocular ve ordu üzerindeki bu etkilerin ötesinde, söylentinin iç güvenlik güçleri üzerinde de büyük bir etkisi oldu ve saflarında şüphe, güvensizlik ve kafa karışıklığı tohumları ekti. Söylentiyi duyan polis içindeki pek çok kişi ordunun protestocuları bastırmak için kendilerine destek vermeyeceğine inandı. 

Tarhouni, "Alt rütbeliler söylentiye inandı," diye anlatıyor. "Gerçeğin tamamını bilmiyorlardı. İçlerinde kesinlikle buna inanan bir kesim vardı." Cumhurbaşkanlığı muhafızlarının başı Seriati bile söylentiyi, henüz gazetelerde yer almadan önce, 10 Ocak'ta Ammar'la yüzleşecek kadar inandırıcı bulmuştu. 

Ammar ifadesinde "General Ali Seriati'den bir telefon aldım ve sosyal paylaşım ağı Facebook'ta göstericilere ateş etme emri vermeyi reddettiğime dair bir söylentinin varlığından haberdar oldum" dedi. Ammar söylentiyi derhal yalanlasa da, ordunun rejimi savunmayabileceğine dair şüphe tohumları en üst düzeylerde bile ekilmişti.

Bu tohumlar 13 Ocak'ta güvenlik güçleri arasında ordunun başkentten çekildiğine dair yeni bir söylenti yayıldığında daha da filizlendi. Ammar, "Bu söylentinin güvenlik güçlerinin morali üzerindeki etkisinden endişe duyuyordum," dedi, "tek başlarına hareket ettiklerini düşüneceklerdi ve bu da onları geri çekilmeye itecekti." Polisi ordunun hala orada olduğuna ikna etmek için Ammar birliklere varlıklarını kesin bir dille duyurmalarını emretti. Ammar'ın çabalarına rağmen güvenlik güçlerinin çoğu pes etmeye başladı. 

Ammar, "13 Ocak akşamı polis, Ulusal Muhafızlar ve gümrükten bazı güvenlik personeli bireysel silahlarını askeri kışlaya teslim etti," diye anlatıyor. Ordunun firar ettiği söylentisi güvenlik güçlerinde gerçek firarlara yol açmaya başlamıştı. Ayari'nin bana söylediği gibi: "Polis ordunun kendilerine yardım etmeyeceğini düşündü, bu yüzden Bin Ali'yi terk etmeyi seçtiler."

Duvardaki yazıyı gören TBB Başkanı Tarhouni, ertesi gün, 14 Ocak'ta harekete geçmeye karar verdi. Protestoculardan bunalan, göz yaşartıcı gazı tükenen ve ordunun kitleleri bastırmaya yardım edeceğinden emin olmayan güvenlik güçleri, Bin Ali'nin olmasa da kendilerinin devrimden sağ çıkmasını sağlayacak bir çözüm için çaresizdi. 

Tarhouni, çok nefret edilen Trabelsi ailesinin - Bin Ali'nin yozlaşmış kayınları - üyelerinin ülkeden kaçmaya çalıştığını öğrendiğinde, fırsatını bulduğunu fark etti. Onları havaalanında tutuklayacaktı. Tarhouni devrim sonrası düzenlediği basın toplantısında, "Plan, bu grubu rehin aldığımızı söylemek, halkın yanında olduğumuzun son bir jesti olarak bunu canlı yayınlamak ve bu son anlarda baskı uygulamaktı," diyor. "Tunus halkı ne yaptığımı fark etseydi," dedi bana, "havaalanında beni destekleyen bir milyon insan olurdu."

Tarhouni ve 11 adamı havaalanına vardılar ve saat 14:50 civarında aralarında First Lady'nin yeğeni Imed ve kardeşi Moncef'in de bulunduğu Bin Ali'nin 28 kayınvalidesini yakaladılar. İsyanı duyan Bin Ali saat 15.00'te olağanüstü hal ilan ederek ülkenin güvenliğinden orduyu sorumlu tuttu ve Ammar'ı İçişleri Bakanlığı'ndaki operasyon odasının başına getirdi. Bunun üzerine Trabelsis'in kurtarılmasına yardımcı olmak üzere Bizerte'den ordu özel kuvvetleri getirildi.

O zamana kadar Tarhouni'nin 12 kişilik isyancı grubu 170 kişiye ulaşmıştı. BAT'tan ek takviye kuvvetler çağırmış ve Ulusal Hızlı Müdahale Tugayı'nın başındaki Albay Zouheir El Ouefi ile Ulusal Muhafız Özel Birimi'nin başındaki Albay Larbi Lakhal'ın ordudan ayrılmasını sağlamıştı. Trabelsis'i orduya ancak medyanın huzurunda teslim edeceklerini söylediler. Ammar Seriati'ye "bu gerçekten de polis ve ulusal muhafızların bir isyanıdır" dedi.

İsyanın ışığında ve firarların daha da artabileceği paranoyasıyla Seriati, Bin Ali'ye artık güvenliğini sağlayamayacağını itiraf etti. Bin Ali'nin o yıl avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamaya göre, Seriati daha sonra kendisine "ailesiyle birlikte birkaç saatliğine Cidde'ye gitmesini, gizli servislerin komployu engellemesine ve başkanlık güvenliğini sağlamasına izin vermesini" tavsiye etti. Saat 17:47'de Bin Ali, durum istikrara kavuştuğunda geri döneceğini düşünerek ülkeden kaçmaya karar verdi. 

Ammar'ın sonuna kadar sadık kaldığının bir başka kanıtı olarak, Bin Ali saat 20:20 civarında uçaktan Ammar'ı arayarak durumun artık dönmesi için yeterince güvenli olup olmadığını sordu. Ammar, "Size henüz bir şey söyleyemem Sayın Başkan. Durum net değil" diye cevap verdi. Bin Ali 2019'daki ölümüne kadar Suudi Arabistan'da sürgünde kaldı. Kendisi gıyabında yargılanıp bir dizi suçtan mahkum edilirken, Imed ve havaalanında tutuklanan diğer Trabelsiler şahsen yargılandı.

Ammar hiçbir zaman Bin Ali'den ayrılmamış olsa da, ayrıldığı söylentisi ayaklanmanın başarısını şekillendiren gerçek sonuçlar doğurdu. Protestoların büyümesine ve protestocuların orduyla dostluk kurmasına yol açarak askerlerin karşılık vermemesini sağladı. Güvenlik güçleri içinde kafa karışıklığı yarattı ve nihayetinde bazılarının isyan etmesine yol açtı.

Ayari blogunda "İşe yaradı," diye yazdı. "ZABA'dan (Zeynel Abidin Bin Ali) kurtulmaya yardımcı oldu, BAT'ı (Terörle Mücadele Tugayı) ZABA'nın kaçmasını sağlayacak bir şey yapmaya teşvik etti." Dezenformasyon kampanyasının Bin Ali'nin devrilmesine neden olduğunu söylemek zor olsa da, Bin Ali'nin kaçmasına neden olan olaylar zincirine ve karışıklık durumuna kesinlikle katkıda bulundu.

Tunus'taki ayaklanma da bu tür dezenformasyon kampanyalarının ne zaman etkili olabileceğine ışık tutuyor. Tunus'ta ordunun firar edeceği söylentisi işe yaradı çünkü inandırıcıydı: Bin Ali ordudan ateş etmesini isteseydi, ordunun tarihsel olarak rejim tarafından ihmal edildiği ve marjinalleştirildiği göz önüne alındığında, en azından bazı alt rütbelilerin bunu reddetmesi muhtemeldi. 

Emekli Tuğgeneral Muhammed Ali El Bekri "Bin Ali ve Ammar böyle bir emre itaat edilmeyeceğini biliyorlardı" diyor. "2011 yılında Tunus ordusu diğer Tunusluları vurmayacaktı. Bir kralın iyiliği için halka zarar vermeyecektik!" 

Tarihsel yapı ve kişisel eylemlilik böylece devrimin başarısını üretmek için etkileşime girdi.

Bu analizlerin hiçbiri devrimin gerçek kahramanlarını, yani diktatörlüğün zincirlerini kırmak için ayaklanan insanları görmezden gelmeyi amaçlamamaktadır. Protestocular olmasaydı hiçbir şey harekete geçemezdi. Ancak ayaklanmalar ya rejimler tarafından bastırılır ya da sönümlenene kadar görmezden gelinerek rutin olarak başarısızlığa uğrar. Tunus'taki ayaklanma dezenformasyonun gücüne ve hangi koşullar altında bir devrimin başarısını kolaylaştırabileceğine işaret ediyor.

Bu makale Grewal'ın "Soldiers of Democracy? Military Legacies and the Arab Spring-Demokrasinin Askerleri mi? Askeri Miraslar ve Arap Baharı" (Oxford University Press, 2023) adlı kitabından alınmıştır.

Sharan Grewal, 12 Ocak 2024, The New Lines Magazine

(Sharan Grewal Harvard Üniversitesi Orta Doğu İnisiyatifi'nde araştırma görevlisidir.)


Mustafa Tamer, 19.01.2024, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri-Analiz, Onlar Ne Diyor?

Mustafa Tamer Yayınları

Onlar Ne Diyor?





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı