Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Çağdaşlaşmıştık oysa; daha mutlu olacaktık. Oysa ne çağdaş Batı’da ne de Batılılaşma hevesini din gibi gören devlet ideolojisi ile Türkiye’de insanlar daha mutlu oldular; tam aksine ellerindeki mutluluğu azalttılar, hatta yok ettiler."
‘Bân’a az kalmıştı. Karımın tutumuyla rahatlamıştım ancak zihnim işlemeye devam ediyordu. İnsanlık olarak, öncelikle Müslüman bir toplum olarak Allah’ın ayetleri ile ilişkimizi irdeliyordum. Üniversitelerimiz bu konuda çok rahatsız edici bir nefretle doluydu. Şeytanın kötülüğüne hizmet etmek daha değerli geliyordu onlara.
Düşünen
bir toplum, aklını kullanan bir toplum demekti. Biz düşünen bir toplum muyduk?
Eğer öyle ise neden bu kadar zayıftık, neden bu kadar basit şeylerle sarsılıyor
ve dağılıyorduk?
Bildiğimiz
her şey, bilmemiz gerekenlerden daha azdı ve hiçbir şeyi gerektiği kadar
düşünemiyorduk. Çok refleksif davranıyorduk her konuda; sonra sık sık pişman
oluyor ve hem kendi ruhumuzda enkazlar bırakıyor hem de karşımızdaki insanların
zihninde onarılmaz yaralar açıyorduk. Düşünmek için zamana ihtiyacımız vardı ve
biz, erkek ya da kadın olarak yeterince düşünecek zamana sahip değildik.
Hepimiz
büyük bir telaşla çalışıyorduk; binlerce yıllık düzeneği bozmuştu Batılılaşmak.
Erkekler ve kadınlar delicesine çalışıyorlardı; gündüz iş, gece işin ürettiği
psikolojik sorunlar ve art arda aynı şekilde geçen günler insanları ruhlarında
sıkıştırıyor ve bunaltıyordu. Erkek kadına, kadın erkeğe zaman ayıramıyordu;
her geçen ağır iş günü önce merhameti sonra da sevgiyi yontuyordu ilişkilerin
temelinden.
Çağdaşlaşmıştık
oysa; daha mutlu olacaktık. Oysa ne çağdaş Batı’da ne de Batılılaşma hevesini
din gibi gören devlet ideolojisi ile Türkiye’de insanlar daha mutlu oldular; tam
aksine ellerindeki mutluluğu azalttılar, hatta yok ettiler.
İş tempom
belliydi, ‘Sen çok çalışıyorsun, tabi ben de… birbirimize zaman ayıramıyoruz!’
demişti iç mimar olan karım, ikinci çocuğumuz doğmadan önce. ‘Bir gün bir
şeyler yorulacak; bunun için hazırlanmalıyız!’
Çocuk
gelişimi okumuştu daha sonra. Binlerce yıldır bütün annelerin annelerinden
öğrenerek aldığı eğitim şimdi okullarda okutuluyordu ve bir meslek haline
gelmişti. İstediğini yapması için onu desteklemiştim ve…
Bütün
sorunları aşacağımızı düşünerek, çok önemsememiştim bu durumu. Başından beri
çalışmak isteyen karımın işlerini kolaylaştırarak böyle bir yorgunluğun
oluşmamasını sağlamaya çalışmıştım. Onun çalışmasına ihtiyacımız yoktu; ancak o
mesleğini yapmaktan keyif alıyordu, bir şeyi tasarlamak, tasarımını uygulamak
ve her seferinde her şeye yeniden başlama heyecanı onu diri ve neşeli
tutuyordu.
‘Çocuk
gelişimi, hayatımızı kolaylaştıracak!’ demişti bir arkadaşıyla kurduğu iç
mimarlık şirketinin ağır yükünün farkında olduğu bir gün.
‘Karar
senin!’ demiştim. Ama para kazanmak için çalışması gerekmediğini düşündüğümü
biliyordu; anne olan bir kadının başlı başına birçok disiplinin bileşimi olan
annelik işinin dışında başka bir iş edinmesi haksız bir yüktü. Önümde karımı da
kuşatan psikososyal engeller vardı; Müslüman olmamızın bize dayattığı en
sağlıklı hayat biçimini kapitalizme hizmet ederek elde edemezdik.
Kızları
okutmayı yanlış anlatmış bir devletimiz vardı ve buna mecburen boyun eğen bir
toplumduk: "Kızları okut, erkekleştir, erkeklerin çalıştığı işlerde
çalıştır, evdeki işleri de erkeğe yaptır, işsiz kalan erkeği de kadınlaştır!’
‘Sana
katılmıyorum, Azizim!’ demişti bir sohbetimizde, karısı bir ev hanımı olan Mahir.
‘Bir kadın kendini gerçekleştirmelidir; birey olmanın ilk koşulu budur!’
‘Senin
kadınların kendini gerçekleştirmemiş olmalı ki, sürekli arayışların ve değişen
kadınların oldu Mahir!’ demiştim onu en zayıf yerinden yakalayarak. ‘Hangisi
kendini gerçekleştiremedi de onları çoğaltma ihtiyacı duydun? Kendini
gerçekleştirmek ne demek? Bir kadın kadınlıktan ve annelikten başka hiçbir şey yapmasa da bir erkek gibi bütünüyle
gerçektir zaten!’
‘Öyle
değil, öyle değil!’ demişti heyecanla itiraz ederek. ‘Bir kadın okumalı ve
kendini geliştirerek gerçekleştirmeli!’
‘Senin annen
ya da benim annem, okuyarak mı kendilerini gerçekleştirdiler?’ diye sordum
acımasızca. ‘Yoksa gerçek değiller miydi? Onlar gerçek değil iseler, sen ve ben
neyiz? ‘Okumak’ dediğin şeyle aynı şeyi kastetmiyor muyuz?’
‘Okumak
işte!’ demişti duralayarak. ‘Okula gitmek, kitap okumak…’
‘Ve sonra üniversite
bitirip bir meslek sahibi olmak?’ demiştim sözlerini tamamlayarak. ‘Bunlar
olmayınca kadın kendini gerçekleştiremiyor mu? Mesela üniversite mezunu ve
kitap okuyan kaç manken, şarkıcı ya da sinema oyuncusu güzel kadın tanıdın?
Onlar kendilerini gerçekleştirmiş olmuyorlar mı? Okuma- yazma bilmek kendini
gerçekleştirmek mi demek? Ya da işçi, mühendis veya bankacı olan bir kadın
kendini gerçekleştirmiş mi oluyor? O halde neden üniversite mezunu kadınların
ya da ilk-orta-lise mezunu işçi kadınların istismara maruz kalma, antidepresan
kullanma ve boşanma oranlarını tartışmıyoruz? Boşanma özgürlüğü maddî bağımsızlığa
bağlı olunca kadın kendini gerçekleştirmiş mi oluyor? Bütün bunlardan uzak bir
hayat geçiren ev kadınına ne diyeceksin?’
‘Dur, dur!’
demişti Mahir birer ok gibi art arda gönderdiğim sorulara cevap vermeye
çalışırken. ‘Elbette onu kastetmiyorum. Bir bütün olarak değerlendiriyorum her
şeyi; bir kadın okumalı ve dilediği mesleği yapmalıdır!’
Durmayacaktım:
‘Bütünlük
dediğin şey, ahlâkı, eşliği, anneliği ve terbiyeyi ya da güzel yemek yapmayı
içermiyor mu? Sevgi ve merhameti azaltan bir bütünlükten nasıl bahsedebilirsin?’
demiştim sesimi yoğunlaştırarak.
Mahir’e,
şiirlerin, şarkıların, türkülerin, romanların, filmlerin, dizilerin, tabloların
ve heykellerin doğasında yalıtılmış günümüz romantik erkeklerinin ve kadınlarının
Antik Yunan erkeklerinin ve kadınlarının kopyalanmış ritüellerine kurban
edilmiş erkeklerden ve kadınlardan oluştuğunu söylemiştim.
Batı
bütünüyle buydu; kadının parayla alınıp satıldığı, Akhilleus gibi savaş kahramanlarına
hediye edildiği, sadece çocuk doğurmak ve dans etmek için kullanıldığı bir çağı
diriltmişti Batı, dinden kopararak. Kadın böyle mi kendini gerçekleştiriyordu?
O halde artık ‘seks işçisi’ olarak değeri arttırılan kadın kendisini ne yaparak gerçekleştirmiş oluyordu? Ya da herhangi bir bara çiftleşme ihtiyacını gidermek için giden genç- yaşlı her yaştan kadınının mesleği neydi, her biri hangi üniversiteleri bitirmişti? Kendini gerçekleştirmek buysa, okuma-yazma bilmeye ya da okula gitmeye ne gerek vardı?
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.