Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Satanizmin gittikçe artan, insanın ruhunu ve çevresini saran etkisiyle kötülük ve beraberinde ayrımsız ve sınırsız şiddet sıradanlaşıyordu."
Mahir, gözümün içine baka baka susmuştu. İçini acıtmıştım. Gerekçesi ne olursa olsun doyumsuzlaşan erkeğin nefsinin önünde hiçbir kadın duramazdı ve tek başına yetemezdi. Aynı şey kadın için de geçerliydi, Şeytan ikisi arasında ayrım yapmıyordu; ancak erkek kadına göre daha baskındı ve bu durum ona sorgulama ve yargılama hakkı tanıyordu.
Sanki
‘seks işçisi’ kadının ‘işçilik’ hizmeti verdiği yaratık ‘erkek’ değilmiş gibi.
Sanki vücudunun bütün kıvrımlarını ekranlarda, medyada, sahnelerde ya da
platolarda para karşılığı erkeğe sunan kadın değilmiş gibi.
Hangisi
kendini gerçekleştirebilmişti ki? Kendini gerçekleştirmek ne demekti? Ahlakla
donanmış, eşine karşı dürüst ve birbirlerinin eksiklerini tamamlayan, sevgi ve
merhametle davranan erkek ve kadından daha çok kendini gerçekleştirme
olasılığına yaklaşan kim vardı? Okumak bunu mümkün kılmıyorsa ne işe yarardı?
Okumak
sadece okuma-yazmak demek değildi, hayatı bütünüyle algılayabilecek ve onunla
başa çıkabilecek onurlu bir duruşa sahip olacak şekilde kendini yetiştirmek
demekti.
Mahir’i
üzmüştüm, ama, ‘Haklısın!’ demişti yine. ‘Hiç böyle düşünmemiştim.’
‘Karının
kıymetini bil!’ demiştim ona. ‘Yaşlandığında seni sevgisi ve merhametiyle
kuşatacak olan odur!’
Mahir de,
hemen hepimiz gibi kandırılmıştı.
Bu çok
uzun bir süreçti. Devletler kendilerini ele geçiren Satanizmle kol kola
yürürken, toplumlar direniyordu; ancak ekonomik yetersizlikler üreterek
devletleri ve toplumları zorluyordu Satanizm. Allah korkusu, yerini açlık
korkusuna, daha sonra da lüks hayat yaşama hırsına bırakmıştı. Aile üyeleri
arasındaki iletişim azalıyor, ahlâk eğitimi gevşiyor ve neredeyse sıfıra yaklaşıyordu.
Kadınların
hiç pozitif ayrım yapılmadan sürüklendiği iş hayatında hastalanan ruhları, önce
erkeklerin hayatını cehenneme çeviriyordu, daha sonra ilgi yetersizliğinin
kurbanı olan çocukların. Batılı toplumlar ve Batı’yı çağdaş seviye olarak hedef
gösteren bizim gibi ülkelerde yaşayan toplumlar büyük bir bunalım içindeydi. Batılı
ülkeler kadına şiddete göz yumarken, bizim ülkemiz sık sık polisiye tedbirler
içeren kanunlar çıkarıyordu.
Evlilikler
umut ve birlik olmaktan çıkmıştı; boşanmalar artıyordu. Ahlâk zaafı, ekonomik
yetersizlikler, alkol ve uyuşturucu kullanımının yayınlaşması günümüz insan
bataklığının temel özellikleriydi.
Satanizmin
gittikçe artan, insanın ruhunu ve çevresini saran etkisiyle kötülük ve
beraberinde ayrımsız ve sınırsız şiddet sıradanlaşıyordu.
Evlerinde
sorunlar yaşayan ve şiddete maruz kalan nikahlı ya da nikahsız kadınlar tehdit
hissettiklerinde polis çağırma butonlarına basıyorlardı. A'dan Z'ye her şey
şiddet üzerine kuruluydu ve devlet güvenlik butonuyla çözüm bulacağını
sanıyordu.
‘Karısıyla
yaşadığı sorunları aşamayan erkeğin şiddete yönelmesinin bütün sebepleri
irdelenmeli!’ demişti İstanbul’da yaşayan ve benim ‘Avukat’ dediğim hukukçu bir arkadaşım. ‘Erkeğe
elektronik kelepçe takmak, ilk anda onu mahkeme kararıyla evden uzaklaştırmak
şiddeti önlemek değil, ailenin temeline kendini onarmasını engelleyecek bir
şekilde nükleer bomba atmak gibi bir şey. Zaten bu adımlar şiddetin daha da
artmasını sağlamaktan başka bir işe yaramıyor. Yargı aile yakınlarını da sürece
dahil ederek temel sorunu çözmeye odaklanmalı!’
İnsanların
ruhunu mahveden ekonomik, ahlakî ve sosyal arazlara bakmak gerekiyordu, medya
denen vahşi ve kuduz köpeğin ahlaksızlığı ve şiddeti özendirecek yayınlarıyla
Satanizme hizmet etmesini engellemek şarttı.
Anne ya da
anne adayı olarak kötülük tarafından kuşatılmış olan kadın toplumsal
hastalıklardan arınamıyorsa, aile ve bireyler de hastalıklardan arınamazdı. Her
türlü fırtınada ilk ezilen anneydi, anne ezildiğinde de kız ve erkek
çocuklarıyla geleceği içinde barındıran ailede dirlik kalmıyordu.
Sabahtan
akşama dek iş hayatının her türlü yükünü, stresini çeken bir anne, çocuklarına,
eşine ve çevresine şefkat üretemez, kendi ruh sağlığını koruyamazdı. Ruh
sağlığını koruyamayan anne, beklentileri yüzünden kendisinden beklenenleri
karşılayamazdı; hırçınlaşır ve beklentilerini arttırarak şiddetin nedenlerini
üretirdi.
Şiddetin
bugünkü kaynağı ne gelenekti ne de bizim dinimiz; şiddetin kaynağı sömürü sistemiydi,
kapitalizme kurban verilen aile, yeni sömürü alanları açan butonla kurtarılamıyordu.
İşin daha
da kötüsü evliliği bir kafes olarak nitelendiren nesillerin çığ gibi büyümesiydi.
Sadece bir kadınla bir ömür geçirmek istemeyen erkekler ya da sadece bir
erkekle hayâl kuramayan kadınlar dolduruyordu her yeri. Ben de karım da böyle
bir toplumda yaşıyorduk; yorulmamak imkânsızdı.
Uzaktan
heyecanla koşuşturan ‘Bân’ın ışıkları gözlerimde parıldadığında ‘Ova Yazarı’nın
sözlerine terk etmeye başlamıştım kendi sözlerimin yerini. Doğru düşünen aklın
doğru düşünen akıllarla yürüdüğü yol büyük bir ivme kazanmıştı her zaman.
Öldürülen 'İyilik' için birlikte düşünmemiz gerekiyordu:
"Samirîler
tarih boyunca Allah’ın kavramlarını ortadan kaldırdılar ya da değiştirdiler ve
yerlerine kendi psiko-nevrotik kavramlarını yerleştirdiler. İnsanlara liderlik
ederek her türlü inanca sahip her renkten insanı kendi şeytanî kavramlarıyla
birer şizofrene çevirdiler; erkek ve kadın birbirine düşman olarak aralarında
olması gereken sevgi ve merhameti bu yüzden yok ediyorlardı. Bu artık inkâr
edilemez bir gerçekti ve içinde şeytan olduğu için insanlık sadece acı
çekiyordu." diyordu ‘Ova Yazarı’.
Üniversitelerin
satanist algılarla kuşatılmış ruhundan uzaktı ‘Bekçi’nin yazdıkları. İzlediği
analitik süreçleri birbirine bağlarken de ülkemizdeki akademik yetersizliklerin
dibine soru işaretleri eke eke ilerliyordu:
"İnsanlık
tarihi boyunca insan edindiği bilginin hayatına yansıması ile bir kimlik,
kişilik inşâ ederken daima edilgen olmanın acılarını yaşamıştır. Bilgi, doğru
ya da yanlış (manipülatif-spekülatif) bilgi olarak tasnif edildiğinde, insan
zihninin ne kadar büyük bir tehdit altında olduğu daha net görülebilir.
Doğru ile
yanlış bilginin mücadele alanı insan zihnidir; çünkü davranışlar zihnin
ürettiği sonuçlardır. Bebeklikten itibaren ailenin, çevrenin baskılayarak
öğrettiği bilgi insanın her şeyine müdahale ederek onu yönetir; doğal olarak
insanı yönetmek isteyen herkes insana öğretilecek olan bilginin de kontrolünü
eline almak ister.
İnsan
sistemler ve devletler üreten hâkim gücün amaçları doğrultusunda eğitilir ve
yönetilir. Bu devasa güç karşısında insan çok zayıftır; Allah'ın insanlara elçi
göndermesinin temel amacı da, bu hakim gücün manipüle ederek değiştirdiği doğru
bilgiyi yeniden öğretmektir.
Güç
savaşlarının bilgi odaklı sürdüğü zayıf iletişim zamanlarında tapınaklarda ya
da herhangi bir vaaz alanında vaizler gücün elçileri olarak istenilen formdaki
ve içerikteki bilgiyi insanlara yaydılar, çok az sayıdaki yazıcılar da aynı
işlemi metinlerde yaptılar, ancak yazılı metinler gücün kontrolü altındaydı ve
seçilmiş kişiler ulaşabiliyordu; matbaanın keşfi ile birlikte bilginin yayılma
hızı arttı ve eşzamanlı olarak bilgi üretim merkezleri olarak Ateist-Pozitivist
paradigmanın savaşçıları binlerce metin ürettiler.
Bilgi ulaşılabilir oldukça içeriği daha fazla yanlışla insanı etkilemeye başladı. İnsanlar son üç yüz yılda her geçen yıl daha da artan hızla kendilerine öğretilen bilginin etkisi ile değiştiler."
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.