Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
‘İnsanın
içine mi bakmak gerekir, dışına mı?’
Bu, bence, insanlığın var olduğu milyonlarca yıl boyunca, herhangi bir insan tarafından sorulmamış bir soru. Öncelikle artık bu sorunun sorulduğunu ve bundan sonra ‘herhangi bir insan tarafından böyle bir soru sorulmamış’ denemeyeceğini de belirtmek isterim.
Bu, yine
bence, başlangıçta sorulması gereken bir soruydu. Nereden başlattığınıza dair
kafa karışıklığınızın sürdüğünü gördüğüm- bir yeri, varsayımsal bir noktayı orijin
olarak alıyor ve geriye doğru ya da ileriye doğru gidiyorsunuz, bu aynı zamanda
başlangıç denen şeye dair bir fikriniz olmadığını gösteren çok komik ve
amatörce üretilmiş bir varsayım- tarihin akış çizgisinde nereyi başlangıç noktası olarak aldığınızı ya
da (sonra yeni şeyler keşfettiğinizi iddia ederek ve fikir değiştirerek) alacağınızı
açıkçası bilmiyorum, ama ‘Düşünce Tarihi’ diyerek ve sadece ‘Felsefe’ (ve ekinde
Bilim, Sanat) ile sınırladığınız başlangıcı kastettiğimi varsayabilirsiniz. Ben
insanın ‘Düşünce Tarihi’ni Adem’le başlatmanın gerçeği olduğu gibi görmemizi
sağlayacağını düşünüyorum. Başkaları çokça ‘farklı’ başlangıç noktaları
belirlemiş durumdalar; ne yazık ki bu başlangıçlar benim bakış açılarımı
ilgilendirmiyor. Ne yazık ki diyorum, çünkü Âdem’in benle genetik olarak eşit
olduğunun farkındayım, neden farklı ‘düşünce sistemimiz’ ve ‘keşfedilmemiş-kullanılmamış
düşünme biçimlerimiz' olsun ki? Şu anda düşündüğüm gibi düşünmüştür Âdem ve
bunun aksini kanıtlayacak hiç kimse olamaz. İtiraz edilemeyecek şekilde
kanıtladığıma göre insanın ‘Düşünce Tarihi’ Âdem’le başlar (Allah’ın düşünceyi
yarattığını biliyoruz, onun düşünce tarihinden bahsetme imkânına sahip değiliz,
Meleklerin ve Cinlerin de -hatta hayvanların da- yaratıldıkları andan itibaren
kendi düşünce tarihlerinin başladığını analitik olarak bir kanun gibi ortaya
koyabiliriz, ancak konumuz daralttığımız haliyle, insanın düşünce tarihidir ve düşünen
varlıkların tamamını kastederek ‘Düşünce Tarihi diye bir genelleme yapma
terbiyesizliğinde bulunamayız). O halde, sorumu Âdem’e bakarak sorabilirim: ‘İnsanın
içine mi bakmak gerekir, dışına mı?’
Uzaktan
bakıyorum Âdem’e. Uzaktan bakmak zorundayım çünkü genetik olarak eşit olsak da
kendime içeriden bakabilirim, ama dışarıdan bakamam, ancak Âdem’e bakarken bunu
yapabilirim. Dışarıdan Âdem’e bakma imkânım var, içeriden de kendime. Bir
eşitliğin her iki tarafında yapılan işlemler eşitliği bozmaz nasıl olsa. Bakma imkânımı
sorgulamadan soruma cevap veremem. Her şeye rağmen sorumu aklımda tutuyorum
dağınıklığı sevmediğim için: ‘İnsanın içine mi bakmak gerekir, dışına mı?’
İnsanın
içine ve dışına bakma imkânımın mümkün olduğunu gördüğüm için soruma
odaklanabilirim. Ancak başka sorular
doğuyor odaklandıkça: ‘İnsanın içi mi önemlidir, dışı mı?’
Önem
sorununu da çözmemiz gerekir, ancak ne var ki başka bir sorun daha çıkıyor
karşıma, insanın içi ile dışı nasıl birbirinden ayrılıyor? İnsanın içinin
sınırları nerede bitiyor, dışı nerede başlıyor?
İnsanın
biyolojik varlığı derisi ile sınırlı ve derinin dışındakiler ile içindekiler
somut bir sınır sayesinde belirlenebiliyor, peki ya soyut sınırlar? İç ve dış
dediğimiz şeyler, bir çemberin içi ve dışı, dünyanın içi ve dışı gibi şeyler
değiller sadece. İnsanın içinde olan şeyler dışında olanlardan bağımsız değil,
dışında olanlar da içinde olanlardan. İnsanın içinden dışına taşan şeylerin
köken problemini ortadan kaldırsak da insanın içine giren şeylerin köklerinin
dışarıda olduğunu biliyoruz.
Soruma
odaklanmakta zorluk çekiyorum: ‘İnsanın içine mi bakmak gerekir, dışına mı?’
Uzaktan bakmak
gerekiyor, ama yeterince uzağa gitmemiz şart. Peki yeterince uzak neresi?
İnsanın
içiyle dışının bir bütün olduğunu varsaydığımız anda ortalık karışıyor. İki
yüzlülerin tanım aralığını genişletiyoruz ya da yoksa daraltıyor muyuz?
‘İnsanın
dışı olmasa içi olmaz, içi olmasa dışı’ diyerek insanın içinin ve dışının
sınırlarıyla uğraşmayı başka bir bahara ertelersek ve içi ve dışı düşüncelerle
sınırlayarak ilerlemeye çalışırsak eğer, şöyle deriz: İnsanın içindekiler
kendisinin düşündükleri, dışındakiler ise kendisinin ifade ettiği düşünceler
ile başkalarının ifade ettiği düşüncelerin doluştuğu büyük meydandaki
düşüncelerdir. Ancak yine geri dönüp incelemeliyiz insanın içindeki
düşüncelerin kökenini. İnsanın dışına taşırdığı ya da içinde tuttuğu
düşüncelerin kökeni insanın içi midir, dışı mıdır?
Âdem de
yaratıldığında -şu anda dünyanın herhangi bir yerinde doğan bir bebek gibi-
içinde hiçbir düşünce olmayan bir varlıktı.
Sorumu
tekrar gözlem altına alıyorum: ‘İnsanın içine mi bakmak gerekir, dışına mı?’
‘Analitik Felsefe’nin
işe yaramadığını düşünenler, ‘Post-Analitik Felsefe’den bahsediyorlar. ‘Analitik
Felsefe’ dedikleri şeyden önce ne vardı ki? İnsan analitik düşünür, insanın düşünerek
ürettiği her şey, soruma cevap ararken düşündüğüm şekilde düşünülerek elde
edilmiştir. Bunun başka türlü olması beklenemez, yaptığınız şeyin adını
değiştirseniz de yaptığınız şey değişmez, sizin bunu değiştirme kapasiteniz var
edilmemiştir. Çünkü Âdem’in genetiğine sahip olduğumuz ve bunu
değiştiremeyeceğimiz gerçeği gün gibi ortadadır.
Soruma
henüz cevap bulamadım, tarihi soru yerli yerinde duruyor:
‘İnsanın içine mi bakmak gerekir, dışına mı?’
Belki de bu soruya, uzaktan bakarak cevap bulabiliriz.
Not: ‘Dûrira’ Zazaca’da ‘uzaktan’ demektir. Devlet eli ya da ideolojik çökeltilerin etkisiyle tamamen farklı ve kendine özgü bir yapısı olan anadilimin kasıtlı olarak Kürtçe’nin içinde boğdurulmasına tahammül edemiyorum. Bu, saldırı altındaki etnik kimliğimi korumaya yönelik küçük bir çabadır, saygı duyulmasını istiyorum. ‘Post-Analitik Bakışlar’ istihzâ içeren bana ait itirazları temsil etmektedir; sorularıma cevap ararken insan gibi düşünmeye devam edeceğim.
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.