3 Mart 2024 Pazar

SA10614/SD3031: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 2

  Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Kızılay Caddesi, 1990'a kadar Adana'nın tek büyük caddesi idi; toptancılar, sanayi parçacıları, ziraî ilaç bayileri, tarım işçileri, büyük postane hep bu caddede idi. Ulu Cami’nin önü amele pazarıydı; şimdi güvercinler uçuşuyor."


Soğukkanlılığını kaybettiği tek konu bendim; asla üzülmemi istemezdi, benden daha fazla üzülür, beni üzecek olan her şeyi çevremden uzaklaştırırdı. Üzüldüğümü görüyordu ve İD onun için çevremden uzaklaştırılacak biriydi. İD’yi kıskandığını biliyorduk ikimiz, ama konu kıskançlıktan çıkmıştı artık, onun için yakın tehlike anlamına geliyordu; beni sarsan ve yakınlaştıkça daha fazla etkileyen bir tehlike.

‘Emin misin?’ diye sordum kaygılı bir sesle. ‘Gerginlik çıkabilir ve senin üzülmeni istemem!’

‘Neden gerginlik çıksın ki?’ diye gülümsedi ışıldayan gözleriyle. ‘Madem benimle konuşmaya gelmiş, madem beni Richmond’da herhangi bir şey olmadığına ikna etmek için burada?’

‘İstersen ben halledebilirim bu hususu?’ dedim soğukkanlı bir sesle. ‘Çünkü o kafasında kurduğu her şeyi yapmaya alışkın. Seni ikna için geldiyse bunun için çabalar, ama eğer başka bir amacı varsa da seni yorar!’

Karım bir an durdu, yürüyüş yolunun loş ışıkları altında parıldayan gözlerini gözlerime dikti ve kararlı bir sesle ‘Sen halledebilseydin buraya gelmesine gerek kalmazdı!’ dedi. ‘Bu, kadın kadına konuşulacak bir husus artık, senin çözebileceğin bir şey kalmamış görünüyor!’

‘Sen bilirsin!’ dedim gülümseyerek. ‘Kadınları anlayabildiğimi hiçbir zaman iddia etmedim zaten. Son ve kesin kararım: kadın benim anlayabileceğim bir sistem değil!’

Karım da gülümsedi ve ‘Hadi arabadan valizini ve çantalarını indirelim, kolyemi de artık almak istiyorum!’ dedi. ‘Hem yorgunluktan ayaklarım tutmuyor, uykum da var!’

Arabadan valizimi, çantalarımı aldık, merdivenlerde ona bir şey taşıtmadım. Çünkü güçlükle adım atıyordu, zamanına daha birkaç ay kalmış olsa da yükü ağırlaşmıştı.

Valizi ve çantaları salona çıkardık, elindeki tespihle babam ve gözlüğünü takarak yeni gelecek olan torununa patik örmeye çalışan annem serin rüzgâra karşı oturmuş karşılıklı susuyorlardı.

‘Çocuklar üşümesin!’ dedi annem. ‘Onları da yataklarına taşı, Oğlum!’

‘Tamam, Anne!’ dedim önce küçük oğlumuzu kucaklayarak.

Yorgunluktan bayılmış gibiydi Küçük Bey; yatağına yatırdım onu. Annesi büyük oğlumuzu uyandırmıştı tuvalete gitmesi için. Gece uyanır da üşendiği için tuvalete gitmez, sabaha kadar döner dururdu sonra yatağında.

Karım, anneme ve babama, ‘Yataklarınız hazır, ne zaman isterseniz buyurun!’ dedi dedi her zamanki içtenliğiyle.

‘Otur kızım, biraz oturalım mühendisle!’ dedi babam. ‘Ne olacak bunun hâli, Gelin? Gidiyor günlerce dönmüyor, hayatının çoğu dışarıda geçiyor, başka bir iş mi kursak?’

Annem gözlüklerinin üstünden babama baktı. Babam annemin baktığını fark etmişti ve gülümsüyordu muzip muzip.

‘Bir bakkal dükkânı açar baban sana, Oğlum!’ dedi annem başını örgüsünden kaldırmadan. ‘Artık Ulu Cami’de sabah namazını kılar, dükkânı açar, sonra akşam geç vakitte kapatır, yatsı namazını da Ulu Cami’de kılar, eve gelirsin, her dakika karının, çocuklarının yanında olursun!’

Annem babamı ustalıkla iğneliyordu. Çünkü bakkal olan babamın hayatı tam olarak öyle geçmişti, neredeyse zorla emekli olmasını sağlamıştık. Eli de yüreği gibi genişti, kazanır ve harcardı. Bilmediğimiz birçok yoksulu vardı gizliden gizliye maddî destek verdiği. ‘Sağ elinin verdiğini sol elin görmeyecek!’ derdi hep. 12 Eylül 1980 darbesi onu çok sarsmıştı.

‘Yapma, Anne!’ dedi Karım. ‘Geçti-gitti, işte!’

‘Geçti tabi!’ dedim Annem örgüsünden başını kaldırıp ona bakarken. ‘Deldi de geçti!’

‘Hakkı var!’ dedi babam yine muzip bir şekilde. ‘Ama ben dua etmiştim Allah’a, el kapısında çalışırken. ‘Allah’ım bana beş vakti de camide kılacağım bir iş yeri açmayı nasip eyle’ diye. Allah da nasip etti, hamdolsun. O vakitler kim ev yüzü görmüş ki, aylarca yazıda kalırsın, tarlada, kimi zaman da çiftliklerde yatar kalkarsın. Biz hiç olmazsa akşam evimize gelirdik!’

Ben gülümseyerek annemi ve babamı izliyordum. Efkârlanmıştı babam.

‘Senin kahven güzel oluyor Kızım, sen bize bir kahve yap, zahmet olmazsa!’ dedi Gelinine. ‘Bir daha ne vakit böyle akşam serinliğinde nasip olur, ancak Allah bilir!’

Hayal meyal hatırlıyordum o günleri; Babam hep dükkândaydı. Dükkân işte, çünkü kendimize Bakkal demezdik, başkaları bize ‘Bakkal’ derdi. O kadar uzak olsalardı birbirinden çok yakındı insanlar birbirlerine. Şimdi ise ne kadar çok uzak insanlar insandan, ne kadar çok artık cehennemin dibinde herkes birbiri için... çok hazin.

Bizim Bakkal dükkânımızın adresi şöyleydi: 'Kızılay Caddesi, 71. sokak, Bila No, Adana.' Kalekapısı'ndan Kızılay Caddesi'ne çıkan sokağın sonunda, soldaydı. Niye bila no; bilmezdim... Numarasız, demekmiş. Asker mektupları gelirdi bol bol, 'Bakkal falanca eliyle' diye de not düşerlerdi alıcı kısmına.

Kızılay Caddesi, 1990'a kadar Adana'nın tek büyük caddesi idi; toptancılar, sanayi parçacıları, ziraî ilaç bayileri, tarım işçileri, büyük postane hep bu caddede idi. Ulu Cami’nin önü amele pazarıydı; şimdi güvercinler uçuşuyor.

Kalekapısı, saraçların, attarların, toptancıların ve Eskişehir Odunpazarı'ndaki Atlıhan'a benzer şimdi yok edilmiş olan büyük Kozan Oteli'nin bulunduğu ve musluğu olmayan çeşmesinin sürekli aktığı bir yerdi. Eskiden Taş Köprü'den kale şeklindeki şehre girmek için yapılan kapı varmış burada. Bir inşaat yapımında kapının yan sütunları bulunduğunda anlamıştık, binlerce yıl önce gerçek bir kalenin kapısı olduğunu kale kapısında.

Kalekapısı dendiğinde akla gelen çeşmeye ağzımı minik avucumda toplanan buz gibi soğuk suya dayayıp içtiğim anları büyük bir keyifle hatırlıyorum bazen... Sular gözlerime, yüzüme her yerime sıçrardı; ıslanmadan su içemezdim. Bakır zincirle sabitlenmiş bir bardak vardı, ondan herkes içiyor diye içmezdim. Şimdi, musluk takmışlar o tarihî çeşmeye. Ona küsmüştüm; bir zamanlar o da kapalıydı, kör tıpa vurulmuştu çeşmeme...

Kalekapısı'ndan biraz geride, Taş Köprü'nün tam çıkışında Abidin Paşa caddesi vardı, hâlen var. Cadde tamamen taşlarla döşeliydi. Taş Köprü'nün taşları ile aynıydı o taşlar. Şimdi hem köprü hem de Abidin Paşa caddesi asfaltla katledilmiş.

Abidin Paşa Caddesi, bana büyüdüğümü, tek başıma bir yere gidebileceğimi hatırlatan bir caddeydi. Trafik ışıkları yoktu, şimdiki gibi ters, yani dışa doğru akmıyordu. "Köşe başını dönünce indir beni Şoför Amca!" demiştim yedi yaşımda tek başına dükkâna gitmeye karar verdiğimde. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[28.02.2024, (7/5 (631))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 03.03.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı