9 Mart 2024 Cumartesi

SA10625/SD3037: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 3

   Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Karım kahveleri getirdiğinde, gece yarılanmak üzereydi. Geçmişten bahsettik bol bol. Babam, 12 Eylül darbesiyle milletin, ekonominin yediği darbenin çok derin olduğundan, darbeden sonra kurulan hükümetin koyduğu peşin verginin ağırlığından bahsetmişti."


Eski Chevrolet dolmuş, Taşköprü’nün tam karşısındaki Abidin Paşa Caddesi'ne açılan köşeyi döndüğünde beni indirmişti şoför ve ben sola dikkatle bakarak karşıya geçmiş, birkaç yüz metre ilerideki babamın dükkânına gitmiştim. Ne var ki babam dükkânda yoktu.

‘Dede’ dediğim nenemin amcası bana sonradan ansiklopedi setini hediye edecek olan dedem oradaydı. İlkokul Bir’deydim. Şaşkın şaşkın bana bakmıştı, pamuk kaşlarını kaldırıp tütünden sararmış beyaz bıyıklarını büzerek. ‘Sen nasıl geldin tek başına?’ demişti.

Anlatmıştım: ‘Öğretmenim yarın herkesin babası gelecek dedi, ben de anneme söyledim, babam dükkândan geldiğinde uyumuştum, sabah kalktığımda babam yoktu, anneme sordum, baban gelecek, sen okuluna git dedi... Ben de öğretmenim bana kızar diye, babamı almaya geldim.’

Dede, durmuş, düşünmüştü biraz. "Hadi sen okuluna git; baban gelir de seni görürse kızar, bana da kızar sana da!" demişti de nasıl geri döneceğimi de tasarlamış olan ben, "Param yok ki!" demiştim. Harçlığım 2.5 liraydı ve dolmuş parası da tam olarak o kadardı. Kasadan 2.5 liralık metal parayı bana uzattığında, ‘Ya harçlığım?’ diye mızmızlanmıştım. ‘Bugün epey masraflı oldun zaten, 5 lira harcadın!’ demiş ve başka para vermemişti.

Gelirken zaten dolmuş şoförüyle kavga etmiştim, 2.5 lira vermiş ve paranın üstünü vermesini beklemiştim, vermeyince de istemiştim. Benden tam bir kişi parası almıştı. Vermemişti paranın üstünü. ‘Ama ben bir çocuğum, bir kişilik yer kaplamıyorum ki?!’ diyerek koltuğun ucuna oturmuştum. ‘Olsun!’, demişti şoför, ‘Oturuyorsun ya!’ Şoförün yerinde olsam böyle bir çocuktan para bile almazdım. O zamanlar henüz öğrenci, sivil diye bir ayrım yok yeryüzünde...

Aklım babamda, ya gelmezse diye diye Abidin Paşa Caddesi'ne geri dönmüş, ta Cemal Gürsel Caddesi’ne kadar yürümüştüm. Abidin Paşa Caddesi'ne ‘Bankalar Caddesi' de derlerdi. Bütün bankalar oradaydı çünkü. Ve dolmuşlar son durağa kadar sadece yolcu indirirlerdi; yolcu almazlardı. Son durak da Cemal Paşa Caddesi'ndeki karakolun, tatlıcının önüydü.

Dede, beni nasıl tek başına geri göndermişti hâlâ hayret ederim, çünkü yedi yaşındaki bir çocuk çarşıda dolmuşun son durağına gitsin oradan da okuluna geri dönsün diye tek başına gönderilmezdi. Herhalde ‘nasıl gelmesini biliyorsa gitmesini de öyle bilir’ diyerek beni geri göndermişti. Belki de büyümeme böyle destek vermişti. Adana o dönemlerde bu kadar kalabalık ve güvensiz değildi çünkü.

Okula geldiğimde öğretmenim beni arıyormuş. Görünce gülümseyerek sormuştu: ‘Neredesin sen?’ Öğretmenimi çok seviyordum. Her şeyi olduğu gibi anlattım. Tabi birinci derse yetişememişim, ikinci ders başlayacaktı.

Babam kısa bir süre sonra gelmiş ve öğretmenimle konuşmuştu. Beni de yanına çağırmış ve 5 lira para vermişti. Çok sevinmiştim. Bana kızacağını düşünüyordum oysa. Uyardı sadece, ya araba çarpsaydı sana, diye. Şimdi düşünüyorum da babam o yaşta kendi başıma çarşıya gidip gelmeme çok memnun olmuştu, gibi geliyor bana.

İD, şimdi Taşköprü’nün karşı kıyısına yapılan beş yıldızlı otelde kalıyordu. Benim yıllarca bakıp durduğum Seyhan Nehri’nin mavi sularına bakıyordu şu saatlerde. Ne garip bir durumdu. Çocukken gelecekte böyle bir şey olacağını hayal bile edemezdim.

Karım kahveleri getirdiğinde, gece yarılanmak üzereydi. Geçmişten bahsettik bol bol. Babam, 12 Eylül darbesiyle milletin, ekonominin yediği darbenin çok derin olduğundan, darbeden sonra kurulan hükümetin koyduğu peşin verginin ağırlığından bahsetmişti.

‘Çok büyük bir paraydı’ demişti babam.

Annem o günlerde çektikleri sıkıntıyı unutamıyordu işte. Terörü üreten de halka umut diye askerî darbe yaptıran da Amerika’ydı. Babam ve halkın tamamı bunu çok sonra anlamışlardı, ama iş işten geçmişti. Darbeci Orgeneral Kenan Evren ‘dinsiz solculara karşı sağcı bir darbe’ yapmış, ama akıllansınlar diye hem sağcılardan hem de solculardan gençleri astırmıştı.

‘Başka şeylerden bahsetsek!’ dedi Karım. ‘Niye kabuk bağlamış, kabukları da düşüp gitmiş acılarınızı yeniden kanatıyorsunuz ki?’

‘Kaynananın dediği gibi, geçti gitti, ama deldi de geçti Kızım!’ dedi babam acı acı gülümseyerek. ‘İçimizde akan kan hiç durmadı, dışımızdaki yaralar kabuk bağlasa da. Amerika hep hançer soktu hem ruhumuza hem de bedenimize. İşte en son 15 Temmuz’da olan. Şükür ki millet uyandı, dur dedi hainlere!’

Ben babamı izliyordum, annem arada bir ördüğü patiklerden başını kaldırıp babama bakıyordu; bazen merhametle, bazen kızgınlıkla. Karım, kanayan yarayı dinliyordu, izliyordu ilgiyle.

‘Halk neticelere bakar!’ diyordu babam. ‘İşi var mı, canı emniyette mi, çoluk çocuğunun rızkını temin ederken arkasını kollayan bir devlet emniyeti var mı, dinini-imanını muhafaza edebiliyor, emir ve nehiyleri mahiyetiyle, layığı ile yerine getirebiliyor mu, neslini şerden uzakta tutabiliyor mu? 80 darbesi geldiğinde hiçbirimiz bu suallerin cevabını iç ferahlığı ile veremiyorduk; anlattım, hiçbirimiz emniyette değildik. Asker, devletin yapması gerekeni beş sene gecikerek yaptı, her gün akan kan durdu.’

Durdu kahvesinden bir yudum aldı. Sonra devam etti:

‘12 Mart 1971’i gördüm, 27 Mayıs 1960’ı yaşadım; 12 Eylül 1980 sabahı dükkâna gitmek için çıkarken önümü kesen askeri gördüğümde içim hem ferahladı hem de kasvet çöreklendi kafama. Eve döndüm; radyoyu açtım. Marşlar çalıyordu. Bu işte hayır yoktu; biliyordum. Kenan Evren, kudretli generaldi. Vatan topraklarında asayişi temin etmişti. Madem öyle, terör varken sıkıyönetim de vardı zaten, sıkıyönetim olan yerlerde her gün kan dökülüyordu. Niye durdurmadın? Bu asker kışlasından çıkmak için niye bu kadar bekledi? Arka sokaktaki bakkal niye öldü?’

Babamın ferini kaybeden gözleri dalıp gitmişti.

‘Bir vakit sonra, parasız pulsuz gezen, veresiye mal verdiğim astsubayların altında sıfır renoları gördüğümde eyvah demiştim, devlet battı. Kenan Evren, bütün esnafın canını yaktı, işini batırdı koyduğu vergiyle. 50 bin lira vergi yazdı her küçük esnafa. Bize de düştü bu vazife. Vazife diyordum, devlet istemiş biz de vereceğiz. Ama elde avuçta 50 bin lira yok!’ dedi gittikçe kahrı koyulaşan berrak sesiyle. ‘Birkaç bakkal, darabayı çekti, kapattı gitti. Onlara kızdım hatta, vergi vermemek için dükkân mı kapatılır? İşlerimiz çok da kötü değildi. Darbeden iki sene evvel 48 bin liraya iki oda eklemiştik, bizim bir odalı bir de üstü çinkolu mutfağı olan evimize… üç oda de sen, üstü çinkolu mutfağın üstünü de beton döktük. İki sene de devlet için çalışırız demiştim amma… iş öyle olmadı.’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[07.03.2024, (7/7 (633))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 09.03.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.


Seçkin Deniz Twitter Akışı