Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Karım kahveleri getirdiğinde, gece yarılanmak üzereydi. Geçmişten bahsettik bol bol. Babam, 12 Eylül darbesiyle milletin, ekonominin yediği darbenin çok derin olduğundan, darbeden sonra kurulan hükümetin koyduğu peşin verginin ağırlığından bahsetmişti."
Eski Chevrolet dolmuş, Taşköprü’nün tam karşısındaki Abidin Paşa Caddesi'ne açılan köşeyi döndüğünde beni indirmişti şoför ve ben sola dikkatle bakarak karşıya geçmiş, birkaç yüz metre ilerideki babamın dükkânına gitmiştim. Ne var ki babam dükkânda yoktu.
‘Dede’
dediğim nenemin amcası bana sonradan ansiklopedi setini hediye edecek olan
dedem oradaydı. İlkokul Bir’deydim. Şaşkın şaşkın bana bakmıştı, pamuk
kaşlarını kaldırıp tütünden sararmış beyaz bıyıklarını büzerek. ‘Sen nasıl
geldin tek başına?’ demişti.
Anlatmıştım:
‘Öğretmenim yarın herkesin babası gelecek dedi, ben de anneme söyledim, babam
dükkândan geldiğinde uyumuştum, sabah kalktığımda babam yoktu, anneme sordum,
baban gelecek, sen okuluna git dedi... Ben de öğretmenim bana kızar diye,
babamı almaya geldim.’
Dede,
durmuş, düşünmüştü biraz. "Hadi sen okuluna git; baban gelir de seni
görürse kızar, bana da kızar sana da!" demişti de nasıl geri döneceğimi de
tasarlamış olan ben, "Param yok ki!" demiştim. Harçlığım 2.5 liraydı
ve dolmuş parası da tam olarak o kadardı. Kasadan 2.5 liralık metal parayı bana
uzattığında, ‘Ya harçlığım?’ diye mızmızlanmıştım. ‘Bugün epey masraflı oldun
zaten, 5 lira harcadın!’ demiş ve başka para vermemişti.
Gelirken
zaten dolmuş şoförüyle kavga etmiştim, 2.5 lira vermiş ve paranın üstünü
vermesini beklemiştim, vermeyince de istemiştim. Benden tam bir kişi parası
almıştı. Vermemişti paranın üstünü. ‘Ama ben bir çocuğum, bir kişilik yer
kaplamıyorum ki?!’ diyerek koltuğun ucuna oturmuştum. ‘Olsun!’, demişti şoför, ‘Oturuyorsun
ya!’ Şoförün yerinde olsam böyle bir çocuktan para bile almazdım. O zamanlar
henüz öğrenci, sivil diye bir ayrım yok yeryüzünde...
Aklım
babamda, ya gelmezse diye diye Abidin Paşa Caddesi'ne geri dönmüş, ta Cemal
Gürsel Caddesi’ne kadar yürümüştüm. Abidin Paşa Caddesi'ne ‘Bankalar Caddesi'
de derlerdi. Bütün bankalar oradaydı çünkü. Ve dolmuşlar son durağa kadar
sadece yolcu indirirlerdi; yolcu almazlardı. Son durak da Cemal Paşa
Caddesi'ndeki karakolun, tatlıcının önüydü.
Dede, beni
nasıl tek başına geri göndermişti hâlâ hayret ederim, çünkü yedi yaşındaki bir
çocuk çarşıda dolmuşun son durağına gitsin oradan da okuluna geri dönsün diye
tek başına gönderilmezdi. Herhalde ‘nasıl gelmesini biliyorsa gitmesini de öyle
bilir’ diyerek beni geri göndermişti. Belki de büyümeme böyle destek vermişti.
Adana o dönemlerde bu kadar kalabalık ve güvensiz değildi çünkü.
Okula
geldiğimde öğretmenim beni arıyormuş. Görünce gülümseyerek sormuştu: ‘Neredesin
sen?’ Öğretmenimi çok seviyordum. Her şeyi olduğu gibi anlattım. Tabi birinci
derse yetişememişim, ikinci ders başlayacaktı.
Babam kısa
bir süre sonra gelmiş ve öğretmenimle konuşmuştu. Beni de yanına çağırmış ve 5
lira para vermişti. Çok sevinmiştim. Bana kızacağını düşünüyordum oysa. Uyardı
sadece, ya araba çarpsaydı sana, diye. Şimdi düşünüyorum da babam o yaşta kendi
başıma çarşıya gidip gelmeme çok memnun olmuştu, gibi geliyor bana.
İD, şimdi
Taşköprü’nün karşı kıyısına yapılan beş yıldızlı otelde kalıyordu. Benim
yıllarca bakıp durduğum Seyhan Nehri’nin mavi sularına bakıyordu şu saatlerde.
Ne garip bir durumdu. Çocukken gelecekte böyle bir şey olacağını hayal bile
edemezdim.
Karım kahveleri
getirdiğinde, gece yarılanmak üzereydi. Geçmişten bahsettik bol bol. Babam, 12 Eylül
darbesiyle milletin, ekonominin yediği darbenin çok derin olduğundan, darbeden sonra
kurulan hükümetin koyduğu peşin verginin ağırlığından bahsetmişti.
‘Çok büyük
bir paraydı’ demişti babam.
Annem o
günlerde çektikleri sıkıntıyı unutamıyordu işte. Terörü üreten de halka umut
diye askerî darbe yaptıran da Amerika’ydı. Babam ve halkın tamamı bunu çok
sonra anlamışlardı, ama iş işten geçmişti. Darbeci Orgeneral Kenan Evren ‘dinsiz
solculara karşı sağcı bir darbe’ yapmış, ama akıllansınlar diye hem sağcılardan
hem de solculardan gençleri astırmıştı.
‘Başka
şeylerden bahsetsek!’ dedi Karım. ‘Niye kabuk bağlamış, kabukları da düşüp
gitmiş acılarınızı yeniden kanatıyorsunuz ki?’
‘Kaynananın
dediği gibi, geçti gitti, ama deldi de geçti Kızım!’ dedi babam acı acı
gülümseyerek. ‘İçimizde akan kan hiç durmadı, dışımızdaki yaralar kabuk bağlasa
da. Amerika hep hançer soktu hem ruhumuza hem de bedenimize. İşte en son 15
Temmuz’da olan. Şükür ki millet uyandı, dur dedi hainlere!’
Ben babamı
izliyordum, annem arada bir ördüğü patiklerden başını kaldırıp babama bakıyordu;
bazen merhametle, bazen kızgınlıkla. Karım, kanayan yarayı dinliyordu,
izliyordu ilgiyle.
‘Halk
neticelere bakar!’ diyordu babam. ‘İşi var mı, canı emniyette mi, çoluk
çocuğunun rızkını temin ederken arkasını kollayan bir devlet emniyeti var mı,
dinini-imanını muhafaza edebiliyor, emir ve nehiyleri mahiyetiyle, layığı ile
yerine getirebiliyor mu, neslini şerden uzakta tutabiliyor mu? 80 darbesi
geldiğinde hiçbirimiz bu suallerin cevabını iç ferahlığı ile veremiyorduk;
anlattım, hiçbirimiz emniyette değildik. Asker, devletin yapması gerekeni beş
sene gecikerek yaptı, her gün akan kan durdu.’
Durdu
kahvesinden bir yudum aldı. Sonra devam etti:
‘12 Mart
1971’i gördüm, 27 Mayıs 1960’ı yaşadım; 12 Eylül 1980 sabahı dükkâna gitmek
için çıkarken önümü kesen askeri gördüğümde içim hem ferahladı hem de kasvet
çöreklendi kafama. Eve döndüm; radyoyu açtım. Marşlar çalıyordu. Bu işte hayır
yoktu; biliyordum. Kenan Evren, kudretli generaldi. Vatan topraklarında asayişi
temin etmişti. Madem öyle, terör varken sıkıyönetim de vardı zaten, sıkıyönetim
olan yerlerde her gün kan dökülüyordu. Niye durdurmadın? Bu asker kışlasından
çıkmak için niye bu kadar bekledi? Arka sokaktaki bakkal niye öldü?’
Babamın ferini
kaybeden gözleri dalıp gitmişti.
‘Bir vakit
sonra, parasız pulsuz gezen, veresiye mal verdiğim astsubayların altında sıfır
renoları gördüğümde eyvah demiştim, devlet battı. Kenan Evren, bütün esnafın
canını yaktı, işini batırdı koyduğu vergiyle. 50 bin lira vergi yazdı her küçük
esnafa. Bize de düştü bu vazife. Vazife diyordum, devlet istemiş biz de
vereceğiz. Ama elde avuçta 50 bin lira yok!’ dedi gittikçe kahrı koyulaşan
berrak sesiyle. ‘Birkaç bakkal, darabayı çekti, kapattı gitti. Onlara kızdım
hatta, vergi vermemek için dükkân mı kapatılır? İşlerimiz çok da kötü değildi. Darbeden
iki sene evvel 48 bin liraya iki oda eklemiştik, bizim bir odalı bir de üstü
çinkolu mutfağı olan evimize… üç oda de sen, üstü çinkolu mutfağın üstünü de
beton döktük. İki sene de devlet için çalışırız demiştim amma… iş öyle olmadı.’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.