Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Çok fazla kurala gerek yoktu bir şirkette, insanın kendisi kurallar bütünüydü ve doğal olarak da sorumluluk duygusu gelişmiş her insan neyin nasıl yapılması gerektiğini bilirdi. Personel tedarik sürecimiz bu anlamda gerçekten benzersizdi."
Sorgulama biçimi çok etkileyiciydi ‘Vadi Yazarı’nın; onun bulgularıyla John Daniel’in bulguları örtüşüyordu:
“Doğru; ‘Batı Medeniyeti’ sınırları, çerçevesi, ideal insan tipi belli olan bir medeniyet, ama ‘Doğu Medeniyeti’ öyle değil; hangi medeniyeti ‘Doğu Medeniyeti’ olarak tanımlayacaksınız, kafanız karışabilir, bu konuda haklısınız, ama bilmelisiniz ki sadece sınırlı bir çerçevede, çok kısıtlı bir bilgi yükü ile bunu böyle algılayabildiğiniz için, zihninizi donattığınız ‘derin cehalet’ dolayısıyla size ‘haklısınız’ diyebiliriz.
Gücenmemelisiniz, ‘Doğu Medeniyeti’nin sınırlarını ve çerçevesini bilmemenizden dolayı derin cehaletinize temas ettiğimiz için. Bilmelisiniz artık; ‘Doğu Medeniyeti’ de ‘Batı Medeniyeti’ gibi sınırları ve çerçevesi belli, ancak ‘Batı Medeniyeti’nden biraz daha uzun boylu ve daha şişman olan bir saldırgandır. ‘Doğu Medeniyeti’ne yönelik sınırlamalara karşı çıkarken ‘Batı Medeniyeti’ne yönelik sınırlamalara karşı çıkmamanız gerçekten kabul edilebilir bir şey değildir.”
İnsanların okullarda öğretilmiş bilgilerin dışına çıkabilmesi her yere yayılan kitaplarla mümkündü; kitaplar da kontrol süreçleri tamamlanmış içeriklerle basılıyor ve dağıtılıyordu, ‘Vadi Yazarı’nın vurguladığı ‘derin cehalet’ buydu, kitap okuyanlar bile kendilerinden saklanan şeytanî gerçeğin farkına varamayacak kadar körleştiriliyorlardı.
Kitaplar çağında, medeniyetlerin birbirleri ile ilişkisini felsefî temelde çözümleyebilmek büyük bir çaba gerektiriyordu. Ancak şimdi böyle bir çaba sarf etme zorunluluğu yoktu; internet kitapların sakladığı gerçeği artık saklandığı yerde barındırmıyordu.
“Oysa Batı Medeniyeti tek parça bir yapıya sahip değildir; Rus Kültürü’nden İspanyol Kültürü’ne, İtalyan Kültürü’nden İskandinav Kültürü’ne, İngiliz Kültürü’nden Yunan Kültürü’ne kadar birçok kültürün Amerika’da yoğunlaşarak bütünleşmesi sonrası her savaşla yeniden yapılandırılarak güçlenen ve yaklaşık iki bin beş yüz yılda ortaya çıkan bir medeniyettir.” diyordu ‘Bekçi’ ve internete rağmen süren derin cehalete ışık tutuyordu:
“Kökleri önce Paganizme, sonra Hristiyanlığa ve Yahudiliğe ve en son Ateizm’e ve Satanizm’e doğru kıvrılarak genişleyen bu medeniyetin insana saldırmadığından hiç kimse bahsedemez. Çünkü bu somut olarak herkesin şahit olduğu ve gözleriyle gördüğü, bedeniyle hissettiği, ruhuyla kavradığı inkâr edilemez büyüklükte bir saldırıdır.”
İnsan, tehdidi yakından hissetmeyince uyanamayan bir varlıktı. Bazen gerçeği köklerinden tutarak saklandığı yerden çıkarmak ve insanlara doğru sallayarak ‘Vadi Yazarı’nın diliyle bağırmak gerekiyordu:
“Doğu, sırasını Batı’ya vermeden önce on binlerce yıl aynı şekilde insanlığa saldırdı ve her seferinde aynı süreçler yaşandı. Doğu’nun köklerinde nasıl satanist bir mistisizm varsa, Batı’nın köklerinde de aynı satanist mistisizm vardı. Batı Medeniyeti’ni doğuran Satanist Doğu Medeniyeti’ydi. Doğu Medeniyeti’nin kendisini güçlü insanlara köleliğe sürükleyen saldırılarından bıkan ‘Doğu İnsanı’nın, özgürlük propagandalarına kanarak Batı Medeniyeti’ni kurtarıcı olarak görmesinin ve Batı’ya yaltaklanmasının tek sebebi budur. Batı bu ilgiyi insanı ustalıkla köleleştirmek için kullanmıştır.”
Batı’nın edebiyatını, felsefesini temel alan Doğu da komploya kurban olmaktan kurtulamamıştı. ‘Bekçi’nin sesindeki büyük acıyı içimde hissediyordum, kızgındı:
“Doğu’nun ve Batı’nın birlikte çalışmasını sağlayan ‘Satanist Mistisizm’dir. Kabala’dan Sufizm’e doğru kıvrılan Hümanizm’in insanı aşka çağırması ‘Satanist Mistisizm’in insana kurduğu tuzakların en büyüğüdür. İnsan aşkı sever; çünkü insan karşı cinsi aşkla daha iyi seveceğine inandırılmıştır, bu aşk hemcinslere yönelse bile aşk çağrısı utanmaz, arlanmaz, değişmez. Sufizm, aşk çağrılarının en büyük ve en sinsi meydanı olarak Kur’an gibi açık ve sağlam bir kaynağa sahip olan İslam’ı bile insanların ruhundan ustalıkla çekip almıştır; Doğu ve Batı Medeniyeti’nin karşısında insandan yana olan tek medeniyeti, İslam Medeniyeti’ni tek başına çökertecek kadar Müslümanları köleleştirmiştir. Ölü şeyh zincirleri ile bağlı, yaşayan şeyhlerin emirlerine itiraz edemeyen, Sufizm’e sarılan her Müslüman zavallı bir köledir.”
Bekçi’nin notlarına ara vererek koltuğuma yaslandım. Çay soğumuştu; başlangıçta birkaç yudum aldığım çayımı içmeyi unutmuştum. Ayağa kalktım ve çayımı tazelemek için mutfağa geçtim. Şirket canlanmıştı ve mutfak son çaylarını içmek için gelen gececilerle, ilk çaylarını almak için gelen gündüzcülerin şen şakrak buluştuğu bir mekân olmuştu.
Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim; birazdan toplantıya girecektik. Beni gören gündüzcülerin gözlerindeki parıltıları fark ediyordum. ‘Hoş geldiniz’, diyenler ‘Gözlerimiz yollarda kaldı’ diyenler, sessizce baş selamı vererek gülümseyenler. Akşamcılarla dün akşam görüşmüştüm.
‘Fırtına’ neşeyi ve enerjiyi koordine ediyordu, ‘Patron aramızda!’ diye bağırıyordu hiç çekinmeden. Bazen bir ergen yuvasına dönüyordu mühendislerle, matematikçilerle, iktisatçılarla dolu olan şirket.
Tabi bütün bunların suçlusu bendim; herkesi kendi kişiliği ile var olmak ve yansımak zorunda tutmuştum, riyakarlık yasaktı. Hatalar değildi kızdıklarım, onları düzeltebilirdik; kasıtlar, kötü kasıtlar şirketin affedilmez işten çıkarma nedeniydi.
Çok fazla kurala gerek yoktu bir şirkette, insanın kendisi kurallar bütünüydü ve doğal olarak da sorumluluk duygusu gelişmiş her insan neyin nasıl yapılması gerektiğini bilirdi. Personel tedarik sürecimiz bu anlamda gerçekten benzersizdi.
Aşçılarımız ve bazı temizlik görevlilerimiz dışında kadın çalışanımız yoktu. Çalışma şartlarımız bir kadının zarif ruhuna, fiziksel varlığına ve toplumsal yerine uygun değildi. Biz sert top oynayan çocuklardık ve gecemiz gündüzümüz yoktu. Bizim için çok değerli olan kadına bunu reva göremezdik.
Kişisel olarak da ‘Vadi Yazarı’nın anlattığı aşk dizgesinden uzakta tutmak istiyordum kadınları:
“Aşk çağrılarının insanı sürüklediği yer lordların, paganizmin yarıtanrılarının -ya da vekil tanrılarının- tapınaklarıdır. Sufizm’in yarıtanrıları şeyh kılığında çalışırlar, yaptıkları çağrı, aşka değil köleliğe, paganizme ve satanizme mümin kazandırmak içindir. Ve insana doğrudan yapılan saldırıdır. Aşk, derin cehaletle donanmış insanlar için cazip bir maskedir. İnsanı doğulu ya da batılı diye ayırmaz, Şeytan mistik büyülerle, aşkla hayattan kopardığı insanı doğrudan köleleştirmek için saldırır. İtiraz edebilirsiniz, haksızlık ettiğimi söyleyebilirsiniz; ama siz de ben de sizin yalan söylediğinizi aynı anda biliriz. Eğer doğru sözlü olsaydınız, bugün Doğu ve Batı Medeniyetlerinin inşa ettiği 'aşk dolu hümanist insan' tipinin neden bu kadar aynı, aşağılık, sefil, acımasız, merhametsiz bir köle olduğunu izah ederdiniz. Şimdi gerçeğe çağrı zamanı; artık herkesi İslam’ın gerçeğine çağırmakla mükellefsiniz. Çünkü İslam tek tanrı olan Allah’a kulluğu esas alarak insanı özgürleştirmekten başka bir şey vaat etmiyor.”
Erkek ve kadının birlikte çalıştığı kurum ve kuruluşlarda yürüyen aşk zehrinin nelere yol açtığının farkındaydım ve şimdi şu anda bunun bedelini ödüyordum. Karım İD ile görüşüyordu veya birazdan görüşüyor olacaktı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.