Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Öğle yemeğinde fırında pişmiş güveç vardı; kuzu eti, domates, biber, patlıcan, sarımsak ve tereyağı ile ortaya çıkmış bir lezzet sanatı. Yanında yine tereyağlı pirinç pilavı ve sıcak pide. Bu sofraya en iyi gidecek olan içecek ayrandı."
Düşünüp duruyordum; Allah tarafından yaratılmış bir makine olarak biz insanlar özgür irademizden nasıl bahsedebiliyorduk? Sonra yavaş yavaş anlıyordum; ‘özgür irademizden bahsedebilme’ kapasitemizin olması özgür irademizin de var olduğuna güçlü bir kanıt sayılabilirdi. Özgür irademiz olmasaydı sefil olabilmeyi seçemezdik.
Özgür
irademizle sefil olabilmeyi seçmemiz ve buna rağmen evrenin bize hizmet etmeye
devam etmesi, Allah’ın sonsuz merhametinin bir sonucuydu. Öyle olmasaydı sefil
olmayı seçtiğimiz için evrenin bütün teçhizatıyla bize hizmet etmekten imtina
etmesi ve hayat hakkımızın elimizden alınması gerekirdi.
Hayır;
öyle olmuyordu, yaşamaya ve dilediğimizi yapmaya devam ediyorduk. İşte sadece
bu gerçek bile özgür irademizin varlığının tescili anlamına geliyordu. Sefaletin
kıyılarında gezinirken kendimizi çekip alabilmemiz ve insan olmanın asaletini
hatırlamamız için gereken yazılım ve donanım da bağışlamıştı bize Allah; bu da
özgür irademizin varlığının ikinci kanıtı sayılabilirdi.
Yine de
her şey özgür irademizin varlığına kanıt olarak kullanılsa da yaratılmasaydık
bütün bunlarla sınanmayacak, özgür irademizin seçimlerinin sonuçlarından
sorumlu tutulmayacaktık, diyorduk aptalca seçimlerimizin ağır sonuçlarından
bunalmışken.
Evet bu
doğruydu; ancak bir doğru daha vardı, yaratılmasaydık bunu sorguluyor da
olamazdık. Çıkmaz sokaklarda dolanıp durmayı seviyorduk, şeytanın yoğurduğu
felsefe ve edebiyat bizi bu çaresiz döngülerin içinde rahatlatıyordu biraz,
sonra yine hazlarımızın uyuşturduğu irademizin seçtiği şeyleri yapıp dururken
buluyorduk kendimizi; ama yine hazlarımıza neden bu kadar düşkün olduğumuzu
sorgulamıyorduk; yaratılmasaydık hazlarımız da olmayacaktı, tıpkı bizim gibi.
Hazlarımızla
varlığımızın gerekçelerini ve özgür irademizin varlığını kanıtlamak
düşüncelerimizin sağaltılmasına yetmeyebiliyordu. İşte sorun da tam olarak
burada berraklaşıyordu; sefalet düzeyimiz özgür irademizin tek kanıtı olarak
zihnimizdeki varoluşsal döngüleri kırmaya yeterdi.
Özgür
irademiz neden Allah’ın koyduğu sınırlara tam olarak uyan seçenekler evrenine
yönlendirmiyordu bizi? Orada sınırları belirlenmiş hazlar da var eksiksiz, ama
yetersiz bulduğumuz için, evet bu haz sınırlarını yetersiz bulduğumuz için
bilerek aşıyorduk Allah’ın sınırlarını ve sonra şeytanî bir şekilde var
oluşumuzu sorguluyorduk.
Bu aslında
hiç de dürüst olmadığımızı da gösteriyordu aklımıza. Sefalet bizi akılsız bir
bataklıkta boğuluyor hale getirdiği için evren bizi iptal etmeli diye umabilirdik,
ama Allah’ın merhameti bizi ölene dek bırakmıyordu.
Ve biz bu
sınırsız merhametin bile farkında değildik. İçimizde hiç bitmeyen bir savaş vardı;
Allah'a karşı süren kanlı bir isyanla karmakarışık. Ne yazık ki sonunda
yenileceğimizi kesin olarak bildiğimiz zihnimizdeki isyanın akıttığı kan
Şeytan'ın ektiği fesadı beslemeye devam ediyordu.
Abdest
aldıktan sonra namazımı kıldım. Namazı ruhumu ve zihnimi arındırdığı için de çok
seviyordum. Allah’a aracısız dua etmenin insana kazandırdığı pozitif enerji
tarif edilemez bir şeydi. Acaba bir şeyhe, lidere şartlanmış bir insan tek başına
böyle bir pozitif enerji alamadığı için mi aracı kullanıyordu? Eğer öyleyse
aracı olarak kullandığı insanın da kendisi gibi olduğu için böyle bir enerji
veremeyeceğini nasıl düşünmezdi insan? Bence asıl sorun Allah’ı tanımamaktı.
Öğle
yemeğinde fırında pişmiş güveç vardı; kuzu eti, domates, biber, patlıcan, sarımsak
ve tereyağı ile ortaya çıkmış bir lezzet sanatı. Yanında yine tereyağlı pirinç
pilavı ve sıcak pide. Bu sofraya en iyi gidecek olan içecek ayrandı. Ev yapımı yoğurtla yapılmış, üzerine yeşil zeytinyağı ve kuru nane ekilmiş sarımsaklı cacık kapanışı tamamlıyordu.
Bekârlar
ve Fırtına boşuna yemekleri şirkette yemiyorlardı; çünkü her şey doğaldı ve Aşçı
Sultan gerçekten işinin ustasıydı. Bana yemek servisi yaparken de ‘Özlemişsinizdir
diye düşündüm’ demişti, biliyordum, çünkü o günkü menü böyle değildi. Teşekkür
etmiştim ince düşüncesi için.
Herkes
yemeğini yemiş ve işine dönmüştü, yemek salonunda sadece ben vardım. Mutfaktan Aşçı
Sultan’ın yardımcısının çalışırken çıkardığı sesler geliyordu. Bir de yemek
süresince çalmasını istediğim fon müziği yayılıyordu her yere.
Yemek
bitmek üzereyken çayımı da yetiştirdi Aşçı Sultan, ‘Çok seversiniz bu yemeğin
üstüne çay içmeyi!’ dedi ve sonra ekledi: ‘İsterseniz birazdan kahvenizi de
yaparım!’
‘Eline
sağlık Aşçı Sultan!’ dedim ben de. ‘Odama geçeceğim çay bitince, kahveyi orada
içerim inşallah!’
Çayımdan
son yudumu alırken telefondan mesaj sesi geldi: ‘İD ile Kô’dayız, seni
bekliyoruz!’ diye yazmıştı karım, İD ile Kô’nın bahçesinde çektiği fotoğrafı
mesajına ekleyerek.
İşler
karışıyordu. Kahvaltının boyu bu kadar uzamamalıydı. Görüşme bitmeli ve İD
İstanbul’a dönmeliydi. Kô’ya hemen gitmeyecektim. Mesaja cevap verdim: ‘İki
saat sonra oradayım inşaallah!’
Odama dönerken kafam karmakarışıktı. Çalışma masama geçer geçmez bir mesaj sesi daha geldi
telefondan, tahmin ettiğim gibi İD’dendi: ‘Neden hemen gelmiyorsun?’
Cevap
yazdım:
‘Hanımefendiler
özgür iradeleri ile aldıkları kararları uygularken beyefendiler de özgür
iradeleri olduğunu hatırlayabilirler!’
‘Gicik!’
sözcüğü belirdi hemen telefonun ekranında. Ardından ‘Ucagim tam iki saat sonra!’
‘Hayırlı
yolculuklar Hür Bayan!’ diye yazdım soğuk soğuk. Bildiğini okumaya devam
ediyordu. O halde aynı şekilde de karşılık görecekti.
Önce iki
nokta ve bir parantezden oluşan tebessüm simgesi belirdi ekranda, ardından tek
sözcük: ‘Ruhsuz’
‘Kadınların
karmaşık ruhlarının faşist baskısı dışında var olmayı başarabilen ruhlara selam
olsun!’
Muhtemelen
mesajımı okurken sırıtacak ve karımla da mesajı paylaşacaktı. Muzipti İD; canı
istediği zaman etrafına neşe saçabiliyordu. Karımı da etkilediği açıktı.
Kısa bir
süre sonra karımdan da geldi mesaj: ‘Keşke gelseydin, kıza ayıp olacak!’
‘Kafasına
göre davranamayacağını öğrenmeli!’ diye cevap yazdım. ‘O inatçı bir keçi!’
Karım da tebessüm işareti ile sonlandırdığı mesajında ikna edildiğini kanıtlamıştı: ‘Sevimli bir keçi:)’
Ve sonra bir mesaj daha gönderdi: ‘Onu havaalanına bırakacağım, sonra sana uğrarım!’
‘Ya
çocuklar?’ diye sordum.
‘Onlar
burada oynuyorlar, dönüşte alırım!’
Karımın
bana uğramak istemesinin bir tek sebebi vardı; durum değerlendirmesi yapmak...
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.