Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İnsan herkesin bir gün kesinlikle gideceği yere, ölüme ve hesap gününe doğru kaçınılmaz bir şekilde sürüklendiğini görüyorsa eğer kimseye kötülük yapamazdı, yapıyorsa Şeytan’ın emirlerini uyguluyor demekti. Bir insan üzerinde hiçbir söz hakkı olmadığı bir yuvayı sırf kendi emirleri uygulanacak diye dağıtıyorsa asla iyi biri olamazdı. İki masum çocuk vardı ortada, bir de hayatını ailesine adamış gencecik bir Müslüman adam.."
‘Vadi Yazarı’nın yorumları çok sertti, ancak Fırtına’nın bugün yaşadıkları da gerçekti; şeyhler ve müritleri semirdikçe semiriyor ve holdingleşiyor, devletten ayrıcalık istemeye devam ediyorlardı. Buna artık dur denmeliydi:
“15 Temmuz bir milattır ve 15 Temmuz Sufizm dinin desteklediği bir vesayet mekanizmasının sonucudur; nitekim 15 Temmuz'da kahramanlaşan da Sufizmin tarikat ve cemaatleri değil halkın bizzat kendisidir.” diyordu ‘Bekçi’. “Erdoğan'a 15 Temmuz sonrası 16 Nisan 2017 referandumunda, 24 Haziran 2018 seçimlerinde Sufizmin tarikat ve cemaatleri destek vermemişlerdir. Bu artık politik bir kaygı olmaktan uzaklaşan bir konudur, Sufizmin seçmen kitlesi liderlerine koşulsuz itaat dolayısıyla Erdoğan'ı desteklememektedir. O halde Sufizm'in de bütün kurum, kuruluş ve şeyhleriyle birlikte halkın tepesinden çekilmesi gerek şarttır. Bugün devletin önemli kurumlarında liyakat dışındaki atamaları kontrol ve koordine etmeye çalışan her türlü vesayet aracı bu milletin iradesinin düşmanıdır.
Erdoğan'ın sorumluluğu her geçen gün daha da artmaktadır ve artık vesayet mekanizmaları kalktığına göre bundan sonraki her sorunun hesabı Erdoğan'dan sorulacaktır. 'Laiklik' adı altında bu halkın yaşadığı zulmün Sufizm tarikatları eliyle sürmesi vesayetin sürmesi anlamına gelecektir. Aynı Masonik şeytanî ağ dün laikliğe aykırı olarak, ancak laikliği kullanarak İslam dinini ve Müslümanları baskı altına almışsa, bugün de Sufizm dini vasıtası ile İslam'ı ve Müslümanları baskı altına almaya çalışmaktadır.”
‘Yer Yazarı’nın notlarını göndermiştim Fırtına’ya; ‘Vadi Yazarı’nın bu notlarını da göndermeye karar verdim ve gönderdim. Kendi gözlem ve araştırmaları da vardı elbette, ancak onların içeriğini ve boyutlarını bilmiyordum. ‘Sıkıntı’ bitince onu ilk okuyacak olanlardan biri de Fırtına olacaktı.
Fırtına’ya bu kötülüğü yapan insanların nasıl insanlar olduğunu düşünüyordum. İnsan herkesin bir gün kesinlikle gideceği yere, ölüme ve hesap gününe doğru kaçınılmaz bir şekilde sürüklendiğini görüyorsa eğer kimseye kötülük yapamazdı, yapıyorsa Şeytan’ın emirlerini uyguluyor demekti. Bir insan üzerinde hiçbir söz hakkı olmadığı bir yuvayı sırf kendi emirleri uygulanacak diye dağıtıyorsa asla iyi biri olamazdı. İki masum çocuk vardı ortada, bir de hayatını ailesine adamış gencecik bir Müslüman adam.
Yine bir mesaj sesiyle dikkatim dağılmıştı. Karım, İD’yi havaalanına bıraktığını ve şirkete doğru yola çıktığını haber veriyordu.
Bir çay alıp bahçeye çıkmak istedim. Çınar ağacının altı esiyordu her zaman, serindi; karımla birlikte ağaç kütüklerinden ve işlenmemiş doğal keresteden yaptığımız ve sadece verniklediğimiz bankta ve masada dinlendirecektim ruhumu. Şirket binası yapmak için aldığımız arsada ilk yaptığımız bu dinlenme, düşünme ve sohbet etme mekânı olmuştu. Karımı da orada ağırlayacaktım.
Aşçı Sultan’a beni ve karımı bankta görünce iki çay daha göndermesini de söylemiştim çay alırken. İç mimar olan karımla orada çok oturmuştuk. Kimi zaman yeşile çalan, kimi zaman şu anda olduğu gibi masmavi görünen baraj gölünü seyrederek uzun sohbetler yapmıştık. Bu sohbetlerden sonra şirket binası ve çevre düzenlemesi ortaya çıkmıştı.
O günden beri de hem mevcut ağaçların bakımını yapıyorduk hem de bir botanik park olacak şekilde geniş bahçemizdeki ağaç ve bitki çeşitlerini arttırıyorduk. Ama Çınar ağacının hayatımızdaki yeri her zaman özeldi, bambaşkaydı. İD konusunu konuşacak başka bir yer olamazdı zaten, karım bunu çok iyi bildiği için şirkete geliyordu.
Karıma kısa bir mesaj gönderdim: ‘Çınar ağacının altı yine esiyor!’
Çayım elimde Çınar ağacına doğru ilerlerken telefonumdan gelen ısrarlı titreşim İD’nin aradığını gösteriyordu. Çok içten ve dürüsttü, tahmin ediyordum arayacağını. Çınar ağacının altındaki banka oturdum ve telefonu açtım.
‘Hi!’ dedi İD. ‘Gitmeden aramak istedim. Keşke gelseydin!’
‘Merhaba!’ dedim ben de sakin bir sesle, çayımdan bir yudum alarak. ‘Böylesi daha iyi oldu bence. Amacına ulaştın mı? İyi misin?’
Kısa bir sessizlikten sonra gücü kırılmış bir sesle ‘Evet, amacıma ulaştım, olan biteni olduğu gibi anlattım!’ dedi. ‘Karın da olgun bir şekilde dinledi, ayrıca bana teşekkür etti içtenliğim ve zahmet edip geldiğim için!’
Ben sessizce onu dinlemeye devam ediyordum. O da tepki vermediğimi, sorumun cevabını beklediğimi görünce devam etti:
‘İyi miyim?’ dedi. ‘Bilmiyorum, aslında iyi hissetmem gerekiyor, çünkü senin benim yüzümden bir sıkıntı yaşamayacağına artık eminim, ama bilemiyorum… çok tuhaf hissediyorum, sanırım iyi değilim!’
Güldüm: ‘Ah, aşk!’ dedim. ‘Ruhların en büyük kâbusu!’
Kendini tutamayıp o da güldü, ‘Gıcık, ruhsuz adam ne olacak!’ dedi yarı kızgın bir ses tonuyla. ‘Bir kere ben sana âşık değilim!’
‘Her tarafınızdan ruh akıyor zaten siz kadınların!’ dedim onu o melankoliden çıkarmak için. ‘Sizden taşıp bize doğru akan ruh parçaları da bize gelene kadar buharlaşıyor!’
‘Dalga geçme!’ dedi. ‘Bak gidiyorum, güzel bir şeyler söyle!’
‘Benim söylediğim her şey güzeli hedefler!’ dedim soğukluğunu azalttığım bir ses tonuyla. ‘Sen de güzel olduğuna göre…’
‘Sen dalga geç, ama bak karın da bana iltifatlar yağdırdı, çok güzel olduğumu söyledi, ama bu sözler beni hiç heyecanlandırmaz ki!’ dedi İD. ‘Ayrıca karın da çok güzel ve konuksever, çok şanslı bir insansın sen!’
‘Kolyelerinizi yarıştırdınız mı?’ dedim sakin sakin. ‘Hanginizinki güneşte daha çok parlıyordu?’
Bir an sus İD, sonra, ‘Sen var ya!’ dedi neşeli bir sesle. ‘Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor. Karına kolyenin hikayesini anlattım. Sen de aynısını anlatmışsın. Kolyenin bana yakıştığını söyledi. Ben de ona da yakıştığını söyledim. Bir an gözlerinde kısa bir hüzün algıladığımı sandım, ama başka hiçbir tepki vermedi. Normal sohbetimize devam ettik ve fotoğraf çektirip sana gönderdik!’
‘Çok dikkatli ve naziktir!’ dedim. ‘Senin gibi tepkisel değildir, ama senden daha kıskanç olduğunu bilmeni isterim!’
‘Ben mi tepkiselim!’ dedi İD kıkırdayan bir sesle. ‘Hiç de bile, sana öyle geliyor. Unutma; ben karından daha kıskancım, kocamı hiç kimseyle paylaşmam!’
‘Anlaşıldı, sana bir koca bulmak gerek!’ dedim gülerek. ‘Kimseyle paylaşmayacağın!’
‘Koca istemiyoruuuuum!’ dedi İD birdenbire gerilen sesiyle. ‘Küstüm sana. Uçağım kalkacak. Hoşça kal!’
‘Güle güle Keçi!’ dedim. ‘Allah sana huzur versin. Hayırlı yolculuklar diliyorum!’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.