18 Mayıs 2024 Cumartesi

SA10755/SD3116: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 23

         Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Çınarın yaprakları artık sallanmıyor gibi geliyordu bana. Sıcak iyice bastırmıştı, terliyordum. Benim bir suçum yoktu ki. Hem içimden hem dışımdan gelen bu baskının sorumlusu ben değildim."


‘Ah!’ dedi İD yumuşayan sesiyle. ‘Ne güzel bir dilek! Teşekkür ederim. Allah sana da huzur versin!’

‘Allah razı olsun!’ dedim. ‘İyi bak kendine, içindeki iyiyi büyüt, güzeli besle!’

‘Teşekkür ederim!’ dedi hüzünlü bir sesle. ‘Sen de!’

Telefon kapandığında, gözlerimin hizasına kadar sarkan dallarında, bir kısmı sararmış, bir kısmı kızarmış, bir kısmı da yemyeşil duran Çınar’ın yapraklarına dikilmişti gözlerim. Hafif hafif sallanıyordu yapraklar. Yaprakların az aşağısında uzaklara doğru akan göğün mavisi ile sonsuza dek yerinde kalacakmış gibi duran gölün mavisi beyaz bir çizgide buluşuyordu. İD’nin hüzünlü mavi gözleri o beyaz çizgiye saklanmıştı sanki.

Richmond’daki Chimborazo tepesinde arabanın ön koltuğunda İD ile James Nehrine bakarken geçen zamanla eşleşiyordu zaman; şimdi Çınar ağacının altından baraj gölüne bakarken ben.

Güneş öğle sıcağından aldığı her şeyi geri veriyordu acımaksızın. Çayımdan son yudumu da aldım. Güneşi soluyor gibiydi ruhum. Yavaş yavaş kavrulan ve olgunlaşan buğday başakları gibiydi içimdeki her şey; daralmıştım.

Karım geldiğinde Kur’an okuyordum. Bakara Suresinin 187. ayetini düşünüyordum. Erkeklere “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz” diye sesleniyordu Allah. Elbise ya da örtü, insanı dış etkilerden koruyordu. Erkek için kadın, kadın için de erkek bir elbiseydi. Elbise değiştirir gibi eş değiştirenlerin birbirlerine karşı herhangi bir özelliği kalmıyordu; hep açıktaydılar.

Karım selam verdiğinde, ona ‘Hoş geldin, sevgili elbisem!’ diyerek selamını aldım. Yüzündeki gerginlikler birdenbire yok olmuştu. Ayeti biliyordu. Geldi, bankta yanıma oturdu. Nefes nefese kalmıştı, ‘Çok sıcak!’ dedi. ‘Adana yanıyor!’.

Saat 15:30’du; Adana gerçekten yanıyordu. Hiç sevmezdi sıcağı. Zaten Bân’ı da o yüzden şehirden uzak, baraj kıyısına yakın bir yere o istediği için yapmıştık. Şirketin yerini de beraber seçmiştik. Yolların kalabalığından bahsetti önce, arabanın klimasının bir nimet olduğunu söyledi sonra. Aşçı Sultan elinde iki çay ve iki su bardağının bulunduğu tepsiyle çıkıp gelene kadar çınarın serinliğinde kendine gelmeye çalıştı. Kolye boynundaydı.

‘Sen niye zahmet ettin Aşçı Sultan?’ dedim tepsiyi elinden alıp masaya koyarken.

‘Estağfurullah, ne zahmeti?!’ dedi Aşçı Sultan gülümseyerek. ’Ben getirmek istedim, hem de yengeyi görür, hâl-hatır sorarım, dedim.’

Biraz sohbet ettiler karımla Aşçı Sultan. İkisi de çok dikkatli, çok sıcak ve çok nazik davranıyorlardı birbirlerine. Karım zaten hiç kimseyle mesafesini bozmaz ve her zaman karşısındaki insanı onu önemsediğini de belli ederek dinlerdi. 

Bu biraz aile terbiyesinin, biraz inançlı insan davranışının, biraz da meslekî bir olgunluğun sonucuydu. İD’ye de öyle davranmıştı. Bu ağustos sıcağında gitmiş İD’yi otelinden almış, ona göl kenarında kahvaltı ikram etmiş, sonra onu Kô’ya götürmüş ve en son havaalanına bırakmıştı. İD, kocasına ilgi duyduğunu bildiği bir kadındı ve buna rağmen tutumunu hiç değiştirmemişti.

Aşçı Sultan gittikten sonra Kô’daki işlerden bahsetti karım. Kendisine çok yüklendiğini söylüyordum ona ama söylediklerimi çoğu kez duymuyordu. Hayatının her ânını planlayarak doldururdu, boş durmayı sevmezdi. Birbirimize çok benziyorduk, çoğu zaman müdahale etmiyordum ona bu yüzden. Ama demek ki aşırı yoğun bir hayat kendi boşluklarını doğuruyordu kimseye sezdirmeden.

Suyumuzu içtik, çaylarımızı yudumlamaya başladık. Serindi çınarın altı.

Yaklaşık yarım saat sonra karım birdenbire sustu ve hafif nemli elâ gözleriyle bana baktı. ‘İD sana âşık!’ dedi dikkatle seçtiği sözcüklerle. ‘Farkında mısın?’

Gülümsedim, ‘Aşk hakkında ne düşündüğümü biliyorsun!’ dedim yumuşak bir ses tonuyla. ‘Richmond’a gitmeden önce de konuşmuştuk bu konuyu. Neden şimdi bu kadar ciddiye aldın?’

‘Onu sabah erken bir saatte otelinden aldım, kahvaltıya gittik. Kahvaltı boyunca seni anlattı.’ dedi Karım heyecansız bir sesle. ‘Kô’ya gelmek istedi. Gittik, orada da seni anlattı, havaalanına giderken de. Beni ikna etti kendince, ama ben onun sana nasıl ilgi duyduğunu artık kuşku duyulmayacak bir şekilde anladım. Genç, güzel ve alımlı bir kadın. Bense karnı burnunda iki çocuk annesi. Nasıl ciddiye almam, söyler misin?’

Çınarın yaprakları artık sallanmıyor gibi geliyordu bana. Sıcak iyice bastırmıştı, terliyordum. Benim bir suçum yoktu ki. Hem içimden hem dışımdan gelen bu baskının sorumlusu ben değildim.

‘İnsanların düşüncelerine yön verebiliyorum, mesleğim bu benim, biliyorsun!’ dedim ona serin bir sesle. ‘Ancak duygularına yön veremem, tıpkı senin şu andaki duygularına yön veremediğim gibi İD’nin de duygularına yön veremem. Bu beni aşan, benim dışımda olan bir konu. O yüzden ciddiye almana şaşırdım!’

Karım kendini tutamadı, ‘Kıskandım ama!’ dedi hafif sinirli bir sesle gülerek. ‘Nasıl ciddiye almam ki?’

‘Gördüğüm kadarıyla İD’de çok kıskanç, kolyelerinizi yarıştırdığınız gibi kıskançlığınızı da yarıştırabilirdiniz!’ dedim hafifleyen bir sesle. ‘Niye dostça sohbetler yaptınız saatlerce?’

Karım sessiz kaldı önce; düşündü ve tane tane konuşmaya başladı:

‘Anlamadığının farkındayım!’ dedi. ‘Ben de onunla konuşmak istedim. Kocama ilgi duyan ve ona âşık olan kadın nasıl bir kadın görmek istedim. Evet yüzeysel olarak tanışmıştık, ancak benden neyi fazla ya da eksik, karşılaştırma yapmak için onu daha yakından görmem ve tanımam gerekiyordu. Galiba İD de bunu görmek ve ölçmek istediği için Richmond’da herhangi olumsuz bir şey olmadığına beni ikna etmeyi bahane ederek oradan buraya kadar gelmek istemişti.’

‘Oysa ona da sana da buna gerek olmadığını söylemiştim!’ dedim gülümseyerek. ‘Neden beni dinlemediniz ikiniz? Hadi o dinlemedi, başına buyruk; ya sen?’

‘İkimiz de kadınız!’ dedi karım ciddi ciddi. ‘Senin de anlamadığın bu işte!’

‘O kolyeleri niye karşılıklı olarak taktınız sohbetiniz boyunca?’ dedim tekrar. ‘İkiniz de bu durumu kabullendiğinizi itiraf etmiş olmadınız mı şimdi?’ 



<< Önceki                      Sonraki>>


[17.05.2024, (7/47 (673))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 18.05.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı