Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Sömürgeciliğin ne zaman başladığı bilinmiyor, ancak devlet olmadan herhangi bir toplumun varlığını korumasının ve sürdürmesinin mümkün olmadığı gerçeği, Kuzey Amerika’da Avrupalı işgalciler tarafından soyları tamamen tüketilen yerlilerin yaşadığı sonla sabittir.
‘Amerikan yerlilerinin kıtayı koruyan bir devletleri olsaydı, birbirinden farklı etnik özelliklere sahip yerliler bütünüyle yok olurlar mıydı?’ sorusu bu anlamda çok açık bir yorum yapılmasına imkân verir; devlet olma vasfını yitiren Osmanlı imparatorluğunun paramparça olurken bin yıllık anavatanları olan Anadolu’da yine ABD ve Avrupa tarafından soyları neredeyse kırıma uğratılacak olan başta Türkler, Kürtler, Zazalar olmak üzere Müslümanlar gibi, yerliler bir devletleri olmadığı için varlıklarını koruyamadılar ve yok edildiler.
Batı’nın liderliğinde ‘İnsan Hakları ve Demokrasi’ propagandası eşliğinde yürütülen vahşi işgallerin, savaşların ve terörün yok ettiği Irak, Suriye, Yemen, Afganistan, Somali ve Sudan gibi sözde devlet örneklerinin yanı sıra Filistin diye bir devlet -ordusu dahil bütün unsurlarıyla- var olmadığı için Gazze’de Müslüman Araplar ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği desteğiyle İsrail devleti tarafından soykırıma uğratılabiliyor, toplumlar parçalanıyor ve tarih öncesi çağlarda olduğu gibi kavimler göçü yaşanıyor.
Toplumların sürdürülebilir varlığı, refahı, huzuru ve güvenliği için devlet mekanizmasının bütün unsurlarıyla var olması ve sağlıklı işlemesi esastır. Bununla birlikte devlet mekanizmasını oluşturan bütün unsurların hiyerarşik bir yapıda ve eşgüdümlü olarak çalışacak bir şekilde tasarlanması ve sürekli güncellenmesi kaçınılmazdır.
Bir devlet sahip olduğu unsurların tamamını kontrol eden kuvvetlerin birliği ile varlığını koruyabilir, sürdürebilir ve sorumlu olduğu topluma karşı görevlerini yerine getirebilir; aksi halde hiçbir organizmanın sağlıklı yaşaması ve uzun bir ömür sürmesi mümkün olmayacaktır.
Tarih, başsız kalan devletlerin nasıl yıkıldığını ve toplumların nasıl yok olduğunu anlatan sayısız örnekle doludur. Türkiye Cumhuriyeti kendisinden önce onlarca devletin yıkıldığı bir coğrafyada, yine başsız kaldığı ve kuvvetleri birbirine düştüğü için yıkılan bir devletin enkazı üzerine kurulmuştur.
Bir topluluk sadece orduları olan ve o ordularla zaferler elde eden liderlerin kurduğu yapıyla devlet olma yolunda adım atabilir ve yine liderlerin bilgeliği ile çeşitli unsurlara ve kuvvetlere sahip bir devlet mekanizması kurabilir ve bu mekanizmayı sağlıklı bir şekilde işletebilir. Liderlerini kaybetmiş ordular herhangi bir devlet mekanizmasını koruma yeteneğinden mahrum kalırlar ve o devlet bütün kurumlarıyla çökerek varlığını yitirir, toplumlar her şeylerini kaybederler.
Türkiye Cumhuriyeti ordusu dahil her şeyini kaybetmiş olan bir toplumun bir lider etrafında toplanarak orduya dönüşmesi sonrası elde ettiği zaferlerle kurulmuş bir devlet olarak yeniden tasarlanmıştır; ancak dağılmış bir devlette yargının herhangi bir varlığı kalmamıştır, derlenmiş bir ordu ve yine derlenmiş bir Meclis oluşturulsa da bütün devlet gücünü elinde tutan bir lider olmadığı için başlangıçta kalıcı ve sonuç alıcı zaferler elde edilememiştir.
Başkomutanlık ve Meclis Başkanlığı gibi iki farklı gücün tek elde toplanması kuvvetlerin birliğini ve bu birliğe hükmeden liderin varlığını zorunlu kılmıştır; yeni devlet devletin bütün gücünü elinde toplayan liderin elde ettiği zaferlerin bir sonucu olarak kurulmuştur.
O halde bir devlet her an savaşlarla tehdit edilebildiğine göre her an savaşta olduğu gerçeği ile idare edilmek zorundadır. Bu da gerçekte güçlü bir devlette kuvvetler birliği ilkesinin ne kadar önemli olduğu gerçeğini somut olarak ortaya koymaktadır.
Herhangi bir savaşta ne yasama ne de yargı kendi varlığını koruyabilir; ayakta kalacak olan ve yasama ve yargıyı yeniden inşa edecek olan da yürütmedir ve kontrolündeki ordunun başkomutanı olan liderdir. Ne var ki bu gerçek, yapılan her askerî darbe sonrası ordunun devlette kuvvetler ayrılığının konumlandığı, yasama, lider dahil yürütme ve yargının dışında ve üstünde tek güç olduğunu aşkın bir şekilde görünür kılmıştır; orduya liderlik eden herhangi bir subay askerî darbeye liderlik edebilir ve devletin ihtiyaç duyduğu yasama, yürütme ve yargı dahil bütün güçleri elinde bulundurma hakkına sahip olabilir.
Magna Carta sonrası İngiltere’yi, Fransız İhtilali sonrası Fransa’yı ve kuruluşundan beri ABD’yi yöneten gizli Masonik güçlerin yönettikleri her devlette bütün her şeyden sorumlu oldukları halde, resmî olarak hiçbir sorumluluk almadan dayattıkları ve kendileri için kesintisiz ve sınırsız bir iktidar alanı açtıkları ‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesinin ürettiği kaos, istikrarsızlıklar, güven ve refah kaybı bu temel üzere yeniden değerlendirilmelidir.
Herhangi bir devlette ‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi dayatması ile amaçlanan şey, topluma özgürlük, güven, refah, adalet vaat eden herhangi bir liderin bu vaatlerini gerçekleştirmesinin önüne geçmektir. Bu, 1960 masonik askerî darbesi sonrası dayatılan 1961 anayasası ile kurulan, seçilmiş iktidarlara karşı bir vesayet aparatı olarak kullanılan ve devlet mekanizmasının sağlıklı işleyişini engelleyen Anayasa Mahkemesi’nin 1980 darbesinin sağlayıcı nedenlerini inşa ettiği yirmi yıllık istikrarsızlık, ekonomik çöküş, kaos ve terör döneminin nedenlerinin anlaşılmasını sağlamaktadır.
1980 darbesi sonrası yine doğrudan ABD-NATO eliyle üretilen teröre karşı halka dayatılan 1982 anayasasının devleti sayısız parçaya bölerek tamamen etkisiz hale getirmeyi amaçlayan ‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesinin titizlikle uygulandığı sonraki yirmi yıllık sefalet dönemini de izah edecektir.
1923’te kuvvetlerin birliği ile kurulan cumhuriyet devleti seksen yılda tamamen zayıflatılmış, masonik güçler 2002 yılına dek, dayatılan ve sadece sözde kalan ‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi ile, topluma özgürlük, güven, refah, adalet vaat eden herhangi bir liderin bu vaatlerini gerçekleştirmesinin önüne geçmiştir. 2002 yılında yapılan seçimler bir anlamda halkın yeni bir kurucu güç seçme amacının yansıması olmuştur.
Ancak câri sistemin bir parçası ve kuvvetler ayrılığının temel temsilcisi sayılan Anayasa Mahkemesi, 2008’de Yargıtay başsavcısının, seçilerek mecliste çoğunluk sağlamış ve yürütme gücünü eline almış olan İktidar partisi Ak Parti’ye açtığı kapatma davasını görüşmeye başlamıştır. Halk adına karar vermek üzere konumlanan Anayasa Mahkemesi halkın seçtiği iktidar partisini kapatmaya yönelik yargılama yaparak kuvvetler ayrılığı ilkesini doğrudan ihlal etmiş ve devletin bütünlüğüne zarar verici bir faaliyetin aktörü olmuştur.
Ordu ve Yargı ile oluşturulan vesayete karşı mücadele eden Erdoğan liderliğindeki hükümetlerin yasama organı olan meclis aracılığı ile 2007, 2010 ve 2017 yıllarında yaptığı referandumlar, 1982 Anayasasındaki masonik vesayetin en etkin araçlarını zayıflatmış ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile seçilmiş liderin gücünü arttıran ve devlette kuvvetlerin birliğini kısmen de olsa sağlayan değişikliklerle halkın taleplerinin çoğunun gerçekleşmesini sağlamıştır.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece yasama, yürütme ve yargıdan oluşan yapay kuvvetler ayrılığı sorunu ile mücadele etmemiştir, aynı zamanda yargının kendisini yasama ve yürütmeye karşı birinci güç olarak konumlandırmasından kaynaklanan devlet sorunlarıyla birlikte kendi içerisinde yaşadığı çatışmalarla da mücadele etmek zorunda bırakılmıştır.
Anayasada yapılan değişikliklere rağmen Anayasa Mahkemesi, meclisin yasa yapma hakkına müdahale ettiği gibi yürütmenin halk yararına çıkardığı kararnameleri iptal etmiş, (AYM Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ilk uygulamaları sırasında Cumhurbaşkanlığı ile bakanlıkların organizasyonunu düzenleyen 1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne ilişkin 37 farklı iptal kararı vermiştir) ve Yargıtay’ın aldığı kararlara da müdahale etmeye başlamıştır. (Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin TİP Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay'la ilgili olarak "hak ihlali" kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur) (*)
‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi ile kendisine sanal bir iktidar alanı açan Anayasa Mahkemesi, varlığı ve uygulamaları ile kendisini hem yargının hem yasamanın hem de yürütmenin üstünde bir güç olarak konumlandırarak devlet mekanizmasının sağlıklı bir şekilde işlemesini engelleme alışkanlığını herkese dayatmış ve halkın seçtiği hükümetlerin ve meclisin halka hizmet etme çabasına ket vurmaktan vazgeçmemiştir.
1982 anayasası ile devletin işleyişine dahil edilen ‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi bizzat yargıçlar tarafından manipüle edilmiş, Anayasa ve yasalar doğrultusunda karar vermeleri beklenen yargı üyelerinin içtihatlarını bir anayasa veya yasa maddesi haline getirerek kararlar vermesi yasamanın alanına doğrudan müdahale etme geleneğini doğurmuştur. Yüksek Mahkemelerin başkanlık seçimleri çeşitli devlet dışı aktörlerin müdahalesine açık olmuş, devletin kurumları arasında uyumun sağlanması zorlaştırılmıştır.
Türkiye’nin küresel yolculuğunun önündeki en büyük engel kuvvetler ayrılığı ilkesinin varlığı ve gizli yapılar tarafından manipüle edilebilir yapısıdır. Türkiye Cumhuriyeti gelecek yüzyıllara güçlü bir şekilde girmek istiyorsa bütün yüksek mahkemeleri başkanını Cumhurbaşkanı’nın atadığı tek mahkeme altında toplamalı ve başkanlarını yine Cumhurbaşkanının atadığı Anayasa, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay daireleri olarak yeniden yapılandırmalıdır.
Toplumların sürdürülebilir varlığı, refahı, huzuru ve güvenliği için devlet mekanizmasının bütün unsurlarıyla var olması ve sağlıklı işlemesi esastır. Bununla birlikte devlet mekanizmasını oluşturan bütün unsurların hiyerarşik bir yapıda ve eşgüdümlü olarak çalışacak bir şekilde tasarlanması ve sürekli güncellenmesi kaçınılmazdır.
Her yeni seçim halka Cumhurbaşkanı'nı değiştirme imkanı vereceği için, seçilen Cumhurbaşkanı birlikte çalışacağı devlet mekanizmasının diğer unsurları gibi yeniden yapılandırılması gereken Yüksek Mahkemelerin başkanlarını da atama ve görevden alma yetkisine sahip olmalıdır.
Bir devlet ancak Kuvvetler Birliği ile güçlü olabilir ve toplumun varlığını sürdürmesini sağlayabilir.
Dûrira | Post-Analitik Bakışlar
1- a) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı Seçimi
AYM Başkanı, Mahkeme Genel Kurulu tarafından salt çoğunlukla 15 üyeden en az 8'inin oyuyla seçiliyor.
b) Anayasa Mahkemesi Üyelerinin Seçimi
Anayasa Mahkemesi on beş üyeden kurulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur. (Değişik: 16/4/2017-6771/16 md.)
Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer. (Değişik: 16/4/2017-6771/16 md.)
Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dâhil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.
Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler. Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar.
Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin kesin olarak anlaşılması halinde de, Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile sona erer. https://www.anayasa.gov.tr/tr/mahkeme/yapisi/uyelerin-secimi/
2- Yargıtay Başkanlık Seçimi
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, görevine 24 Mart 2020'de seçilmiş, 4 yıllık görev süresinin 24 Mart'ta dolması nedeniyle Yargıtay üyeleri 25 Mart Pazartesi günü sandık başına gitmişti. Seçimin ilk 36 turunda hiçbir adayın, 348 Yargıtay üyesinin salt çoğunluğu olan en az 175 oyu alamaması üzerine bugün Akarca ve Kerkez'in katıldığı 37. tur oylama yapıldı. Oylama sonucu Akarca 103, Ömer Kerkez ise 193 oy aldı. Seçime katılım 324 olurken, 8 boş oy kullanıldı, 20 oy da geçersiz sayıldı. Bu sonuçla Kerkez, üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayarak 4 yıllığına Yargıtay Başkanlığı görevine seçildi. 14 Mayıs 2024, 51 gün https://www.aa.com.tr/tr/gundem/yargitay-baskanligina-omer-kerkez-secildi/3218891
3- Danıştay Başkanlığı Seçimi
Danıştay Genel Kurulunda, bugün saat 14.00'te başkanlık seçimi yapılacak. Danıştay'ın 116 üyesi sandık başına gidecek ve Yüksek Mahkemenin 4 yıl görev yapacak başkanını belirleyecek. Danıştay üyelerinin her biri seçimde aday olabilecek. Adayların, üyelerin salt çoğunluğu olan en az 59 oyu alması gerekecek. Adaylık başvurusu yapanlar arasında mevcut Başkan Zeki Yiğit, 6. Daire Başkanı Emin Sınmaz ve 5. Daire Başkanı Fethi Aslan da bulunuyor. 20 Nisan 2024 https://www.aa.com.tr/tr/gundem/danistayda-baskanlik-secimi-gunu/3200517
Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, 4 yıllık görev süresinin dolacak olması nedeniyle yapılan seçimde 62 oyla başkanlığa yeniden seçildi. Yiğit'in, 7 Mayıs 2020'de başladığı görev süresinin dolacak olması nedeniyle mevzuat gereği Danıştay Genel Kurulunda başkanlık seçimi yapıldı. Seçimlerin ikinci turunda 62 oy alarak Danıştay üyelerinin salt çoğunluğunu elde eden Yiğit, 4 yıllığına yeniden Danıştay Başkanı seçildi. Diğer adaylardan Fethi Aslan 19, Emin Sınmaz 13, Yunus Aykın ise 6 oy aldı. 24 Nisan 2024 https://aa.com.tr/tr/gundem/zeki-yigit-danistay-baskanligina-yeniden-secildi/3201006
(*) Yargıtay Başkanlığı Basın Açıklaması
Kamuoyunun gündemini meşgul eden Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Şerafettin Can Atalay hakkındaki kararları ile ilgili olarak, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi amacıyla aşağıdaki açıklamaya ihtiyaç duyulmuştur.
Bilindiği üzere, Anayasamızın 146, 154 ve 155’inci maddelerinde yüksek mahkemeler; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay olarak düzenlenmiş olup, birbirlerine üstünlük sıralaması öngörülmemiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarında olduğu gibi kesinleşmiş tüm mahkeme kararları herkes için bağlayıcıdır.
Yargıtay 6 Mart 1868 tarihinde kurulmuş, 155 yıllık köklü bir geçmişe sahip, adli yargının en üst temyiz mercii olup üyelerinin tamamı alanlarında uzman ve deneyimli yüksek hakimlerden oluşmaktadır.
Anayasa’nın m.154/1’e göre, “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” Anayasa’nın 154’üncü ve Yargıtay Kanunu’nun 13’üncü maddesine göre, Yargıtay’ın adli yargı alanında hukukun ülkede eşit şekilde uygulanmasını sağlama görevi bulunmaktadır. Hukukun objektif, belirli ve öngörülebilir olması, eşitlik ve hukuki güvenliğin ve özellikle de adil yargılanma hakkının teminatıdır.
Anayasa’nın 148. maddesinde ise Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri tanımlanmış, bu görevler arasına 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı Anayasa değişikliği ile “bireysel başvuru” da eklenmiş, 2012 yılından itibaren uygulanmaya başlanmıştır.
Bireysel başvuru incelemelerinde Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için “olağan kanun yollarının tüketilmesi” şarttır. Yine Anayasa’nın 148/5 hükmüne göre, “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” şeklindeki hüküm ile bireysel başvurunun yargısal sınırı çizilmiştir.
Bu haliyle bireysel başvuru; temel hak ve özgürlüklere yönelik hukuka aykırı müdahalelerin kanun yollarında giderilememesi halinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Olağan veya olağanüstü kanun yolu değildir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi adli ve idari mahkemelerce verilen kararları bozan bir mahkeme olmadığı gibi istinaf ve temyiz mercii olarak davaları yeniden incelemeye yetkili bir makam da değildir.
Buna karşın, Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuru incelemelerinde zaman zaman anayasal ve yasal sınırları aşarak Yargıtay ve Danıştay uzman dairelerince geliştirilen yerleşik içtihatları ters yüz edecek, hukuk sistemini kaosa sürükleyecek şekilde kararlar alması, kesin hüküm etkisini tamamen devre dışı bırakılmasına neden olmaktadır.
Diğer taraftan, bir kısım kamuoyunun gündemini meşgul eden davalar üzerinden uygulanan iletişim stratejisi ile mevcut anayasal düzen bir kenara bırakılarak Anayasa Mahkemesinin “süper temyiz mahkemesi” olduğu şeklinde toplumsal bir algı oluşturulmuştur.
Temel hak ve özgürlüklerin korunması, yalnızca Anayasa Mahkemesinin değil, tüm yargı organlarının görevidir.
Türk yargı sisteminin gerçekten mevcut olan yapısal sorunlarının çözümü için elverişli bir araç olması ümit edilen bireysel başvurunun, mecrasından çıkması, yargı sistemini zayıflatan sistemsel bir sorun haline gelmiştir.
Bireysel başvuru sisteminin faaliyete geçmesinden itibaren yukarıda özetlenen sorunlar Anayasa Mahkemesi üyelerinin de bulunduğu bilimsel toplantılarda defaatle ifade edilmesine, Yargıtay Başkanı’nın adli yıl açış konuşması ile yıl sonu basın değerlendirme toplantılarında ve Danıştay Başkanı tarafından Danıştayın kuruluş yıldönümü toplantısında gündeme getirilmesine karşın, Anayasa Mahkemesinin kararlarındaki anayasal ve yasal yetki aşımı olarak değerlendirilen benzer uygulamalar artarak devam etmiştir.
Bizatihi Anayasayı korumak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi, tartışmalara konu olan davada, anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasa’nın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır.
Anayasal düzene uymayan bu bakış açısının etkisi ile bazı kararlarda yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Danıştay’ın derece mahkemesi olarak nitelendirilmesi, tartışmalara konu olan Şerafettin Can Atalay dosyasında olduğu gibi terör suçlarına bakan ve tamamen yargısal bir görev ifa eden Yargıtay 3. Ceza Dairesinin “88. Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde kamu gücünü kullanan makamlar genel bir yükümlülüğe sahip olmasına karşın Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun anayasal haklarını -Anayasa'nın parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak- daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir.” biçimindeki sözlerle anayasayı ihlal suçunu işlediği ithamında bulunularak hedef gösterilmesi gibi son derece vahim, kabul edilemez hukuki hatalar, bireysel başvuru kararlarının vazgeçilmez dili olmuştur.
Yukarıda örneklenerek değinilen Anayasa Mahkemesinin uygulamalarının doğurduğu hukuki sonuçlar gözetilmeksizin, bir yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yargısal görev ve yetkisi kapsamında verdiği kararlara yönelik yüksek yargı kurumlarının saygınlığını zedeleyen ve eleştiri sınırlarını aşan haksız tepkiler üzüntüyle karşılanmaktadır.
Hukuki güvenliğin, toplumsal barışın ve hukuki öngörülebilirliğin sağlanması bakımından Anayasa’dan aldığı yetkiyle Yargıtay, bireysel başvurunun mevcut haliyle uygulanmasının doğurduğu sorunların giderilmesi ve karşılaştırmalı hukukta kabul edilen standartlara göre geliştirilmesi konusunda ihtiyaç duyulan, anayasal ve yasal çalışmalarda gerekli desteği sağlamaya her zaman hazırdır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 10/11/2023
Yargıtay Başkanlığı https://www.yargitay.gov.tr/item/1755/basin-aciklamasi
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.