29 Haziran 2024 Cumartesi

SA10831/SD3164: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 5

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Yine hafif bir fon müziği yankılanıyordu arabada; ormanın içinden yürüyen asfalt yolun arabanın lastikleriyle kurduğu temas her bir şoförün çok iyi tanıdığı bir başka müziği taşıyordu arabanın içine."

Namaz ruhumun dinlendiği zaman demekti benim için… İnsanın bu anlarda Allah’ın yarattığı her şeyden sıyrılma çabasının amacı saf bir duygu ve düşünce dünyasıyla Allah’a doğru yönelmekti. Ruhunu bütün negatif yüklerinden arındırarak Allah’a yönelmesi imkansızdı insanın ama oysa; ancak Allah’a ibadet ederken arınma mümkündü. Belki biraz, belki birazdan fazla. Kötülüğün bunalttığı insanın iyiliğe doğru attığı her adım her zaman bin bir meşakkatle yoğruluyordu.

İyilik her zaman daha kolay olandı, ama kime göre iyilik iyilikti?

Kısır, döngüsel, mahdut bir insan varlığından, insan varlığının kadın-erkek alt kümelerinden her yaştan ve cinsten ve renkten 'iyilik' tanımı beklemek ne kadar sığ ne kadar sarkık bir feverandı. İçe, aşağıya doğru çocuksuz bir tanımsızlığın 'tanrısız dünyası'nda ipince bir sızıydı, kim bilir.

Milyonlarca açlık dengesi kurbanı insanın iyiliği tanımlamasını ve hepsinin tek tek kendi iyilik tanımını diğerine dayatmasını anlamak, ayrıştırmak gerekiyordu. Açlık, doyumsuzluğun her dolapta arandığı, her an vahşi duygularla gerçeğe sataştığı tertemiz gerdanlıkların süt rengi, ipeksi yumuşaklığında doymayan bir çığlıktı.

Açlığa mahkum bir iyilik tanımının doğurmayan, üremeyen kısır kaslarında acılarla kalakalmaktan başka bir acze kapı aç(a)mayan insan, iyiliği nasıl tanımlayabilirdi ki? İyilik haz merkezli döngülerin yörüngesinden fırlayıp gidemezdi gerçeğin tanımlı, 'tanrısal renkli' uzaylarına.

Üç boyutlu sınırlı insan varlığına kadar uzayıp incelen zihinsel yolda, boyutsuz 'nokta'nın, algılayamadığı tek boyutlu 'doğru'nun asıl tanımsızlığından başka, iki boyutlu 'düzlem'de boğulan kayıtsız sınırlılıkların tanımsız kalması da istisna değildi. Uzay... İnsanca bilinebilir tüm üç boyutlu noktalar kümesinin içine sıkışmış insanca bir açıklamayla yine tanımsızdı.

Nokta'nın, kendi boyutsuzluğunu tanımlayamaması gibi, en az ikinci bir noktayla birleşerek tek boyutlu doğruyu oluştururken yaşadığı tanımsızlığı, en az üçüncü bir noktayla iki boyutlu düzleme taşıması ve kısır, döngüsel varlığıyla düzlemi de tanımlayamaması, onu düzlemsel olmayan bir başka nokta ile uzaya taşıması, taşıyarak tanımlamaya kalkması gibi bir feveranda asılı kalması gibiydi insanın iyiliği tanımlamaya çalışması.

Nokta, boyutsuzluğu ile tek boyutlu doğruyu, iki boyutlu düzlemi ve üç boyutlu uzayı tanımlayamaz, açıklayamazdı. Sonsuz boyutlu iyiliği nasıl tanımlayabilirdi sadece üç boyutlu algılayabilen ve düşünebilen insan? 

Üçüncü boyuta ulaşana dek iyiliğin boyutsuz duruşundan, doğrusal ve düzlemsel duruşuna kadar ilerleyen yolu, süklüm püklüm, devşirme bir akılla, iblisten edinme akılla nasıl üç boyutlu kendi dünyasında tanımlamayı başarabilirdi ki? Sonra nasıl üç boyuttan daha fazla boyutta geçmişi, şimdiyi ve geleceği etkileyebilen, içten dışa tüm evreni sarsan bir iyilik tanımında diğeriyle uzlaşabilirdi?

İnsanın, genişlik, uzunluk ve derinlikten başka el ele tutuşacağı bir başka boyutu yokken, milyarlarca tılsımlı etkileşim frekansında insan nasıl aykırı doğrular üretmesindi? Yudumlattığı bir yudum suya takılan tonlarca ağır minnet yüküne, bir tebessüme diyet yükleyen kirli insan mazisine bakmadan bir insan nasıl iyiliği tanımlayabilirdi?

İyilik 'tanrısal renkleri'ni kimseye ödünç vermiyordu. İyilik, insanın iradesinin tekelinde sınırlı, kısır ve çıkar döngüsel bir kurban değildi; minneti kıyısında bile dinlendirmezdi. Ancak insan 'karşılıksız iyilik' dediğinde bile aykırı kalıyordu, istisna olarak. Karşılıksız iyiliği anlamak 'tanrısız dogmalar'ın içindekiler listesinde yoktu.

Karşılıksız iyilik de yoktu oysa... İyiliğin karşılığı, iyiliği tanımlayan Tanrı'nın ya da Tanrıların 'tanrısal renkleri'ne uygun diye yürüdüğü yolda bağışlanmış iyi biri olarak cennete gitmekti. Ki bu, iyiliğin, insan aklınca 'tanrısal tanım'dan devraldığı çıkar amaçlı bir tanımıydı; özüne en büyük fayda bulaşmış bir ticaretti.

İyilik, ayrıştırılmamış bir 'tanrısal buyruk' la sonsuz boyutlu tahtından düşebilirdi insanlığın üç boyutlu dünyasına.

Bir tek Tanrı'dan, Allah'tan ve onun buyruklarını ‘Elçi İnsanlar'a ve evrene taşıyan Melekler'den; buyrukları bir bütün halde içeren metinlerden/ kitaplardan; doğumdan ölüme sürüklenmeye karşı direnen insanın, iradesiyle, tanrısal konforlarla doğayı sarsan gücüne ölümden sonrasını öğreten ve hatırlatan 'ahiret/hesap/yargı günü'nden, yoksula, yoksuna çok sevdiği parasından harcamasından, ibadet etmesinden, sözünde durmasından ve dengeler değiştiğinde yaşadığı sarsıntılara karşı sabretmesinden doğan bir tanımdı iyilik.

Kökü insanda olmayan ve sadece yanılgısız, kesin doğru olan ve tüm noktaların oluşturduğu sonsuz boyutlu tüm yapılardan haberdar olan, iyiliğin yaratıcısı ve tek sahibi olan Allah'ın yaptığı tanımdan başka bir gerçek değerli anlamı yoktu iyiliğin.

İyiliği, her an farklı düzlemlerde yeniden tanımlamaya kalkan insan, iyiliğin asıl sahibinden bağımsız kalmayı istediğinde, yaşayacağı şeyi tasarlamış olduğunu sansa da, kısır, döngüsel, mahdut görkeminde kamaşmış gözlerine kurban edecekti ve tanımsızlayacaktı iyiliği. 

Namaz kılmak iyilikti; bu kesindi. Namazı günün bütün yüklerinden arınmış bir halde bitirmiş ve şirketten ayrılmıştım. Arabamın bana özgürlük hissi tattırdığı anlardaydım yine. Akşamın parlak gökyüzüne doğru yükselen karanlığı okşarcasına ilerleyen saatlerinde araba sürmek bana iyi geliyordu. Yine batıya doğru bu kez, ama biraz kuzeyden, diğer yoldan Bân’a doğru gidiyordum ve 15 Temmuz akşamında olduğu gibi gözlerime güneş ışıkları vurmuyordu.

Bugün on yedinci gündü; Ağustos’un ilk günü de geçen on altı gün gibi dakika dakika geçiyordu. Geçen günlere göre biraz daha sakin akıyordu zihnimdeki her şey. Dalgalanmış, kabarmış, savurmuş ve bazen de hafif de olsa savrulmuş bir zamanı bu kadar yoğun bir şekilde yaşamak, insanlık tarihini yeniden ama bu kez gerçeğe daha yakın bir şekilde baştan almak çok yormuştu beni.

Şahit olduğum ve her seferinde uzak kalmayı seçtiğim karanlık işlere rağmen insanların bu kadar çok kuşatılmış olduğunu fark etmemiştim. Bir şehirdeki masum bir çocuğun büyürken yaşadığı hiçbir şey kendiliğinden olmuyordu. Yaşanan her bir olayın önceden tasarlandığını anlamıştım. Satanizm hiç sektirmiyordu, hiç başıboş bırakmıyordu insanları. Şehirler kuşatılmıştı ve köyleri de bütün vantuzlu kollarını kullanarak içine çekiyorlardı.

İnsan çok yalnızdı, beni en çok rahatsız eden bu husustu. Allah’tan uzak kaldığında ise tamamen savunmasız kalıyordu bu kuşatılmışlığın karşısında…

Yine hafif bir fon müziği yankılanıyordu arabada; ormanın içinden yürüyen asfalt yolun arabanın lastikleriyle kurduğu temas her bir şoförün çok iyi tanıdığı bir başka müziği taşıyordu arabanın içine. 

Ve hepsi yalnızlığı hatırlatıyordu. 

<< Önceki                      Sonraki>>


[28.06.2024, (8/11 (698))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 29.06.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı