30 Haziran 2024 Pazar

SA10832/SD3165: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 6

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Duygu ve düşünceleri iş ve ailesi arasında dağılmak zorunda kalan bir kadının zayıflaması kaçınılmazdı; zayıflaması ve erkeğin ve çocukların hayatında boşluklar oluşturması. İşte o boşlukları ahlaksız bir şekilde doldurmak için de ‘süslenerek gezdirilen ışıklı oyuncak’ olarak hazır tutuyordu diğer kadınları Samirîler."

‘Yalnızlar topluluğu olarak insanlık!’ diyordu içimden bir ses. ‘İçine doluşanlarla ve içine doluştuklarıyla ne kadar kalabalıktı insan ama ya? Çok abartıyor olabiliriz; belki de kuru gürültüden başka bir şey değildir!’

“Sarsık adımlarıyla yürüyen birinin, bir insan çocuğunun yalnızlığı içine doğrudur; içinden dışına doğrudur!’ diyordu ‘Dere Yazarı’. “O insan çocuğunun içinden dışına sürüklenen her şeyin içinde bir değişken vardır. İsteklerle, kişilerle, hayallerle, durumlarla, mekânlarla ve eşyalarla doldurulan bir değişken… ya da kıyısına, derisine, ruhuna doluşan, doldurulan çöplerle, tıknefes çoğalan, çoğaltılan bir değişken ve her seferinde fışkırmak için kaçış yolları arayan bir değişken. Zarif ve kırılgan; taşıya taşıya damarlarındaki umudu, her seferinde bir köşede, saklı bir tenhada yerlere saçıp tekmeleyen insan çocuğunun yeniden yeni umutlar peşinde koşmasını sağlayan değişkendir, yalnızlık değişkeni.”

Herkes yalnızlığı farklı şekillerde tanımlıyordu, ancak ‘Bekçi’nin kullandığı ‘yalnızlık değişkeni’ tamlaması farklı bir kavramsal dizgeye işaret ediyordu. İnsan, değişkenin yerine hangi değeri koyarsa koysun ‘yalnızlık değişkeni’ varlığını koruyor ve ilgili bütün tanımları doğruluyordu. Sabit bir fonksiyonun bağımsız değişkeni gibiydi biraz; ne kadar kalabalık görünse de…

Müziğin kulaklarımdan yol bulup gözlerime doğru aktığı ânlarda zamandan sıyrılıyordum; müzik gözlerime ulaştığında da kuru-kupkuru bir kendibaşınalık karşılıyordu düşüncelerimi. Belki de insan kendibaşına olduğunu anladığı bu ânlarda gerçekten ağlıyordu. Ağladığı zaman da Allah’a yalvarmayı, ondan yardım istemeyi düşünebiliyordu.

Merak ederdim hep; Şeytan da kendibaşına bırakmaya çalıştığı insan gibi kendibaşına olduğunu hissettiği ânlarda insan gibi gerçekten ağlıyor muydu? İnsanın ağlaması cehennemden bir çıkış umudu olduğu içindi, ama Şeytan’ın cehennemden başka bir çıkış yolu yoktu. O her zaman farkındaydı kendibaşına olduğunun; ağlamazdı, ağlayamazdı, Allah’tan yardım isteyemezdi.

Sabırla genişletiyordu anlatısını ‘Dere Yazarı’:

“Yalnızdır insan; annesinin karnında döllendiği andan itibaren çoğalan ya da azalan bir yalnızlıkla doludur. Ama kökünü kimseye kaptırmayan, kimseden ödünç alınacak bir yalnızlıkla doyurulmayan bir açlığın dibinde toprak zerresi olana dek değil; topraktan yeniden inşâ olunana kadar doğurur kendisini yalnızlık. Değişkendir, yalnızlığı her seferinde tekrar var kılan ve varlığın farkına vardıran!”

Sonra ne olur, bu döngü nasıl sürer? ‘Bekçi’, inci taneleri gibi diziyordu yalnızlığı doğruluk hattında:

“Yalnızlık değişkeni doyduğunda, insan çocuğu tüm yüklerini atmak isteyip atamadığında, kopar hayat damarları… kopar intihar uçurumlarının sesi, insan çocuğunun ciğerlerini parçalarcasına. Yeri ve göğü inleten haykırışlarını duyar insan. Değişkeni çalınmıştır, katledilmiştir; paramparça kalmıştır sarındığı bütün yüklerin altında… Ve insan bir tenhada dökememiştir gözyaşlarıyla eskiyen umutlarını. Umut kadarınca, umudun zarif ve kırılgan dalgalarında serpilerek gelişen bir hayat değildir, doğrulardan uzak bir hayat. Doğruların birbirine sürtünerek kıvılcımlar çıkaran kavgasında da değildir umut. Doğruların doğru olduklarını sorgulatan bir dirilikte, Allah’a, Kur’an’a doğrulan bir baş gibi, kesin doğrulara baka baka umut sürükleyen bir hayat arayışındadır yalnızlık değişkeni.”

Biraz dalgalandırıyordu sözlerini ve gözlerimizin gördüğü, kulaklarımızın duyduğu her şeyi gerçek anlamlarıyla anlamamızı sağlayacak bir serinliğe çekiyordu:

“Önce yalnızlaştırırlar, anne ve babasından koparırlar!” diyordu ‘Dere Yazarı’. ‘Sonra ideolojilerini, inançlarını ve amaçlarını yalnızlaştırdıkları insana aşılarlar dağdan faydalanan bütün çıkar grupları, holdingler, medya, siyasi partiler, meslekî kuruluşlar ve bütün sivil toplum kuruluşları. Doğrularla bağlarını kopardıkları insana her türlü kolaylığı sağlayarak onu güçlendirirler; yükseltirler, zenginleştirirler. Erkeklerle çalışırlar; onlara verdikleri ilk ödül kadındır ya da önce para sonra kadın. Kadınlar onlar için erkeklerin kölelik bağlarını güçlendiren yapışkan ve dağıtıcı değişkenlerdir. İnsanın sömürüldüğü küçük derelerde erkek ya da kadın herkesin gözünü alacak şekilde süslenerek gezdirilen ışıklı oyuncaklardır. Erkekler onları arzularlar, kadınlar ise kıskanır ve taklit ederler!”

Biraz sert geliyor gibiydi bu yorumlar; ancak şarkıcı, manken ya da oyuncu olarak ekranlarda, bütün medya araçlarında yalnızlık, kasvet, şehvet körükleyen ve isyan tohumları eken kadınları ve onları belirgin bir şekilde kullanan erkekleri görünce ‘süslenerek gezdirilen ışıklı oyuncak’ eksiksiz bir betimleme olarak görünüyordu.

Müziği kıstım biraz, arabanın farları asfaltı aydınlatırken yukarıda karanlık daha da ağırlaşıyordu. Evde olacaktım az sonra. Yalnızlığın ne olduğunu bile bilmeyen iki çocuk bekliyordu beni. Yalnızlığın ne olduğunu çok iyi bilen babam ve babama yalnızlığını derinden hissettirme fırsatını hiçbir zaman kaçırmayan, ama onu hayatında hiç yalnız bırakmayan annem.

Karımın bugün kafasından geçenleri anlamak istemiyordum. İş hayatımda çoğunlukla yaşadığım benzer şeylerin birbirleri ile ilişkisini anlamasını bekliyordum; hayatın yükünü birlikte sırtlanarak çekebilirdik, ayrı ayrı sırtlandığımız yükler ikimizi de ayrı ayrı yoruyor ve göreli olarak da yalnızlaştırıyordu. Bir erkek gibi düşünmek ve davranmak zorunda kalması iş hayatının ona yüklediği bir haksızlıktı. Ne gerek vardı ki?

Okul düşüncesi doğru bir adımdı, ancak her şeyi tasarlama ve kontrol etme çabası onu yine kendi hayatının özel konforundan uzaklaştırıyor ve bir erkek gibi koşturmasına neden oluyordu. Bir kadın bir erkek gibi iş için koşturduğunda bir kadının duygu ve düşüncelerini çok fazla sabit tutamazdı kafasında… Erkekleşirdi kadınlığını azaltarak. Belki de ID faktörünü bu kadar olgunlukla karşılaması ve kendi kusuru olarak değerlendirmesi de bu yüzdendi. 

Oysa tıpkı benzer kadınlar gibi onun kusuru değildi bu; derelere köle yetiştirmek isteyen satanizmin kurbanı olmamak çok zordu bu cehennemde. Bir kadın geçinmek için başkalarının patronluk yaptığı bir işte çalışmak zorunda kalıyorsa erkeği zayıflatıldığı ve yeterli bir gelire sahip olması engellendiği içindi. Bizim evde böyle bir durum olmasa da alıştırıldığımız şey buydu; toplumun büyük kesimi de geliri yetmeyen erkeklerin tasarlanmış yoksulluğunun sonucu olarak geçinmek için kadının da bir işte çalışması gerektiğine inandırılmıştı.

Duygu ve düşünceleri iş ve ailesi arasında dağılmak zorunda kalan bir kadının zayıflaması kaçınılmazdı; zayıflaması ve erkeğin ve çocukların hayatında boşluklar oluşturması. İşte o boşlukları ahlaksız bir şekilde doldurmak için de ‘süslenerek gezdirilen ışıklı oyuncak’ olarak hazır tutuyordu diğer kadınları Samirîler. 

Sadece bu kadarla sınırlı değildi insanlığın parçalarına ayrılma süreçleri. Mahir’in karısı herhangi bir işte çalışmıyordu, ancak Mahir, ilk ödülü kadın olan ve kadın merkezli akıntıların zirveye çıktığı sanat camiasının ürettiği haz merkezli çabaların tam ortasındaydı. Normalin ne olduğuna dair sorgulamaların arttığı bir cehennemdi bu; kutsalın yerine yapay kutsal tasarımlarının tek tek dayatıldığı, onandığı ve kutsalın karanlığa gömüldüğü bir cehennem. Mahir’i çekip almıştı kollarına.

Fırtına’nın karısı da herhangi bir işte çalışmıyordu; onu da inanç kanallarından çekip almışlardı ailesinin güvenli alanlarından. Cevval evli değildi; iş ve ‘cemiyet’ hayatında kendibaşına bırakılmış kadınlarla dağılıyordu. Her insan kendi yaşadığı kültürde boğuluyordu ve kültür dediğimiz şey insanı kendibaşına bırakmak üzere anlamı derinleştirilmiş şeytanî öğretilerle doluydu.

Yalnız için umutsuz değildi ‘Bekçi:

“Yalnızın doğrulukla doyduğu yeri arayan bir canlılıkta sürekli, kesintisiz umut doğurması içindir doğrular. İnsan çocuklarının doğrulara ihanet ettikleri dağ başlarında, kulelerde, kristal tablolarda ya da rengi remze kaçmış meyve tabaklarında, şarap kadehlerinde acımasızca katledilen yalnızlık değişkenine kurtuluş için, insan çocuğunun içinde, derinliklerinde bir işaret bırakılmıştır. O işaret, şahdamarından daha yakın olan Allah’ı hatırlayabilmesi içindir. Ancak Allah ile erilen bir kurtuluşun, dudaklardan fısıl fısıl üflenen sonsuz nefesiyle yalnızlık değişkenini dolduracağını, eksiksiz yapacağını anlatan bir işaret!” 



<< Önceki                      Sonraki>>


[29.06.2024, (8/13 (700))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 30.06.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı