Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Delirmek de böyle bir şeydi ve bu kendiliğinden olan bir şey değildi. Şeytan bunun için çalışıyordu. Hayatımızdaki bütün gerilimleri tetikleyen, besleyen ve bizi kötülüklere doğru ikna eden."
Zihnimi arındırmak için bütün duyularımı sadeleştirmiştim. Yola bakıyordum gözlerimle; kulaklarım yolun, ağaçların ve göğün sessizliğine ve arabanın ninni gibi gelen motor sesine genişlik katan klimanın üfleyen sesine odaklanmıştı. Görmeyi ve duymayı sadeleştirmek yalnızken mümkündü; keşfetmek de delirmek de.
“Yalnızlık değişkeni, Allah’ın insana ikram ettiği en büyük nimettir!” diyordu ‘Dere Yazarı’ ve ince ince akıyordu anlattıkları: “Kitapların, şiirlerin ya da masalların küflü, kahverengi ruhuna eklenmiş, eklemlenmiş geçici sevinçlerin, huzura yüklediği ağır yük insanı terk ettiğinde, bütün gökler karanlık, bütün yapraklar kükürtlü göründüğünde, yalnızlık değişkeninin doyacağı bir ufuk çıkışı açıktır daima… “And olsun ki insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.” der Allah Kâf Suresinin 16. ayetinde. Daima parlak, daima çağıran ve bağışlayıcı… tövbelerle yıkanmayan günahkârlığın, insan çocuğuna vaat edeceği hiçbir şey yokken üstelik, şahdamarından daha yakın olan Allah’ın, sonsuz bir ışıkla doldurup sonsuz huzura kavuşturacağı tüm renklerin parıltısında sonsuza dek ferahlatıcı bir serinliğe aç kalan insan çocuğunun yalnızlık değişkeninde bulduğu kaçışların tıkanmayacağı vaadi vardır.”
Çokça kez yaşamıştım bunu, ne zaman ruhumda fırtınalar esse, ne zaman bunalsam Allah’a yöneldiğim anda içim dinginleşmişti.
“İnsan dışından içine doğru yol aldığında, dışının her türlü müdahalelerine karşı tuttuğu kılıçlarını kınına soktuğunda, içine çekilerek yapayalnız kaldığında sadece kendisini duyar. Doğmadan önce içine yüklenmiş kendisini. Her seferinde onu soruşturan, dönüştüren, yenileştiren ve sonraki dış serüvenlerine hazırlayan kendisini.”
Sistemi yeniden başlatmaktı bu aslında: ‘Yalnız kal, duyuları kapat ve kendini yeniden başlat!’ Belki bir şiir yazmıyordu ‘Bekçi’ ama, şiir gibi bir duyguyu anlatıyordu, epik bir şiir gibi anlatıyordu:
“İnsan, kınına giren kılıcın kanını temizleyen kın gibi temizler kendisini. İçine girerken, dışında bırakır insan savaşlardan artakalan iyiyi ya da kötüyü. İçine girerken zihnini döver yalnızlık ve yürekleri dağlayan çığlıklar, acılar yankılanır içinin duvarlarında. Hesap sorar acımaksızın; kılıçların savrulduğu meydanların hepsinde tek tek adalet arar insanın içi. Suçun en renkli anlarından en karanlık köşelerine kadar üç boyutlu bir kükreme duyulur için göklerinde.”
İnsanı yerinden sıçratan, heyecanla ayaklandıran ne tür yalınkılıç bir anlatım, nasıl bir betimlemeydi bu! Sanki bir simülasyon senaryosu gibiydi anlattıkları; canlanmış, elle tutulur olmuş zihinsel bileşenlerin iyilikle ve kötülükle harmanlanarak büyüyen dertlerine odaklanmıştı:
“İrade, dışına çıkarken zorla tutuşturulur insanın aklına. İyiye yürüyen iyiliklerin ardına düşsün diye insan, kötüye dokunan elini çeksin diye. İyiye ve güzele uzanan kılıçlara kalkan olsun diye kılıcı, bunun için kötülükten kan döksün diye. Değilse, değildir kötülük için göğü yararak inen, kan döken kılıçlar için. Kötülük için değildir irade, kın temizleyemez kötülüğü… dağıtır, her tarafına sürer dışarıdaki iyiliklerin kanını… İnsanın iradesi, dışına çıktığında cesamet bulur, fiiller dökülür dudaklardan ve ellerden iradenin hükmedebildiği ya da hükmedemediği külfetlerden birer birer… Sessizlik bu yüzden yorumsuzdur diğerleri için. İradenin çıkardığı hiçbir şey yoktur ki ölçülsün rüzgârlarda… ki; sınanmışlık sinsin dışındayken yaptıklarına insanın.”
İradenin hükümsüz kaldığı anlar ne kadar çoktu insan hayatında, biliyordu ‘Bekçi’:
“Bir şey yapıyor değilse hükümsüzdür irade, öyleyken de sınanmaktadır… Hükümsüz olduğu için de bir şey yapamıyordur. Hükümsüzlük de bir çıkış değil midir irade için insanın içinden? Hükümsüzlüğü de bir çıkış olduğu içindir mükelleftir insan, yapmadıkları dururken. Yapabilecekken yapmadıkları da sürüklenmişse kötülüğün içinde, irade, kötülüğe mâni olmadığı için kötülük değil, iyilik kesmiştir kılıcıyla…”
Gerilim… baştan sona gerilimle dolu dünya hayatında inanılmaz olan her şeyi yaşayarak öğreniyorduk, başkalarında görüp yadırgadığımız her şey bir gün bizim de karşımıza çıkabiliyordu. Yadırgamamalıydık ve Allah’tan her işi hayra çevirmesi için yardım istemeliydik. Biz insandık çünkü:
“İçine çekildiğinde insan, sorar, sorgular ve vicdanı, doğarken içine yükleneni, onu amansız kıskacına alır. Alır, çünkü intiharlar bundandır, alır çünkü insan içinden kaçamadığı için bir daha içine dönmemek üzere intiharla dışına kaçar. İradesinin günahlarını, günahları kazandığı yerde değil, kılıcını masum içine, masum bedenine yönelterek içindeki kendisini öldürmek için içinde yok etmeye kalkar.”
Delirmek de böyle bir şeydi ve bu kendiliğinden olan bir şey değildi. Şeytan bunun için çalışıyordu. Hayatımızdaki bütün gerilimleri tetikleyen, besleyen ve bizi kötülüklere doğru ikna eden.
Arabanın ön camında belirmişti Fâtır Suresinin 5 ve 6. ayetleri. Allah bizi daima uyarıyordu:
‘Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın. Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise siz de onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.’
Şeytanı düşman edinmemenin bedeli Allah’a ve insana düşman olmaktı; insanın kendisine düşman olması başka türlü nasıl mümkün olabilirdi ki?
İnsanın içini anlatmak çok zordu, ama ‘Dere Yazarı’ sabırla yapıyordu bu işi:
“Oysa günah kendi yerinde temizlenir. Tövbesi dilindedir insanın ve tövbesinin ağaç olduğu yer dışıdır. Öncekilerin de olduğu yerde herkesin tövbesine tanıklık etmesi, herkesin içindeki aklanmayı dışında resmetmesi gerekmektedir. Kötülüğe hizmet eden kılıç, kınına geri döndüğü her seferinde biriktirdiği iyiliğin kanını temizlediğini ancak dışındayken anlatabilir. İyiliğe hizmet ederken eriyip bittiğinde, geriye dönemediğinde, geriye döndüğünde ise hiçbir kir taşımadığında ancak tövbesini kanıtlamış olur. Huzur, insanın içinin insana hesap sormadığında sarar gökleri. Ya da gökler tamamen karardığında…”
İnsan içinden dışına, dışından içine doğru bitmez tükenmez gelgitler yaşayarak varlığını istikrarlı bir şekilde sürdüren bir canlıydı:
“İradenin elleri, insan içindeyken bitişiktir, uzlaşmıştır, sakindir ve günahsızdır, hayır öyle değil. İradenin elleri ne içinde ne de dışında öyledir insanın. İçindeyken çaresiz, içindeyken yargılanan, ama içine de hükmeden bir güce sahip, fakat biraz zayıf, biraz sanık. Bu yüzden dışına çıkarken insan, insanın içi sorumluluk yüklenmek istemeyen iradeyi tutuşturur aklına. Her yeni insan, her yeni toprak, her yeni koku bu yüzden tedirgin eder alışkanlıklarına bulaşmış iradeyi. Alışkanlıklara dönmüş bütün sınanmışlıklar, iradenin gözlerinde birikmiş karabataklardır. Karabataklarda sürüklenip gitmek ister insan. Yeni, onu üşütür, içine kaçırtır. Yeni, yeni sınanmışlıklar yüklüdür çünkü.”
İnsan içinde mi zayıftı, dışında mı? Bân’ın ışıkları göründüğünde ‘Bekçi’nin anlattıklarıyla yenilenmiş bir halde olduğumu fark etmiştim.
“Güçlü olan insanın içidir belki. Ama insanın içine yürüyen evrenin orduları yoksa, bütün sınanmışlıklar saldırmıyorlarsa dışından, insan iyiliği ve kötülüğü tırmalayan iradenin kadrini ölçemez!” diyordu. “İnsan içine yüklenmiş hakikatin ruhuna dışından gelecek olan mektuplar ister. Mektupları okusun, hakikatini ölçsün diye. Evreni ve içindeki her şeyi yaratan Allah’ın hükümleri içinin hükümlerine hükmediyorsa huzur bulur insanın içi…”
Ya sürekli fısıldayan şeytan hükmediyorsa?
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.