20 Temmuz 2024 Cumartesi

SA10867/SD3188: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 11

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Hiçbir ihanet unutulmazdı, kıyıda bekletilirdi içine sıkıştırılmış kızgınlıklarla ve kırgınlıklarla birlikte. Güven, mor bir menekşe gibi hüzünlü ve yazılmış bir yazı kadar terk edilmiş dururdu ihanete uğramış insanın zihninde."

İnsanı kendi vicdanına, insanların merhametine ve Allah’ın her şeye nüfuz eden gücüne karşı zorlayan, şeytanların bütün koşumlarıyla süsledikleri yalanın bindiği bu doğurgan kısrak, Allah adına söylenen yalanların affedilmeyeceğini bile bile insanların duygularını, düşüncelerini, inançlarını zehirleyecek olan yavrular doğururdu.

Küçük beyaz, siyah, kırmızı, yeşil kanatlı kısraklar doldururlardı gökleri; insan her gün o kısraklara binerek daha da uzaklaşırdı sevdiklerinden, dostlarından ve Allah’ından. Kâtil olur, dolandırıcı olur, doğrunun ve gerçeğin ruhuna dolduracağı huzuru terk ederdi insan.

Ne güzeldir halbuki, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenler. Ne de güzel parıldardı onların yüzleri, gözleri ve dilleri.; Allah hakkında yalan uyduranların asla kurtuluşa eremeyeceklerini bilirlerdi.

Onlar bilirlerdi yalancıların yalancı şeytanlara kulak verdiğini; yalan söylemezlerdi. Yalanların inşâ ettiği yalnızlık mağarasını bilmezlerdi. Yalanlarla dolu insanlık tarihini, savaşları, öfkeleri, zâlimleri; öğrenilmiş her bir kötülüğü yalanların kucağına terk ederlerdi.

Toprak kımıldadığında, dağlar yürüdüğünde, ağaçlar binalarla kol kola diz çöktüklerinde ve yer sıkıştığı bir yerden yarıldığında, insan dudaklarına sinmiş haykırışları tutamazdı; gözlerinde karanlık bir korkunun getirdiği bilinmezlikle şaşkınca kalakalırdı insan. Kaçacak yeri yoktu.

Ve kasırgalar, seller, göklerin öfkesini kuşanıp insanların tutundukları her şeyi yerle bir ettiğinde ve lavlar, volkanların tepelerinden alevlerle fışkırıp yere inmek ve insana doğru akmak için yükseldiğinde ve denizler, okyanuslara savrulup dağ dağ yükselen dalgalarla gemileri alabora ettiğinde insanın muhtaç olduğu tek şey güvendi.

Güven, boşlukta sallanan bir belirsizlikle ömürden yaprakların arasından kayıp gittiğinde, insan bir tanrıya muhtaç olurdu. Çıkarcı insan, boşluğun karanlıklarında boğulmaktan korkardı; kuşkusuz güveneceği bir tanrıya sahip olmak isterdi.

İnsan, kendisine güvenilemeyecek olandı. Her an ne yapacağı bilinemeyen insan, bir diğer insana verebileceği en büyük değerinin güven olduğunu bilir; ama vermezdi, veremezdi. İhanet, damarlarında yürüyen sarı benizli bir ayrılık şarkısıydı çünkü. O şarkı önce Tanrı’ya karşı sürüklerdi kanını insanın; coştururdu.

İnsan, çıkarları gereği bir Tanrı arardı ve en küçük fırsatta ona güvenerek ihanet etme hakkını kullanmak isterdi. Tıpkı ihanete uğramış bütün insanların, hainlere güvenlerini verdiklerinde, onlara adı anılmamış bir ihanet hakkı bağışlamış olduklarını bildikleri gibi bilirdi Tanrı, insanın ihanet edeceğini.

Hangi Tanrı? İnsanlaştırılmış tüm tanrılardan bir Tanrı mı? Ya da tanrılaştırılmış insanlardan bir Tanrı mı? İnsan, Tanrı’nın tanımına ihanet etmişti önce; Tanrı’nın özelliklerinin insansılaştırılamayacağını, yiyen, içen insanın özelliklerinin de tanrısallaştırılamayacağını bildiği halde tanrı kutusunun içine bütün güven duygularını hapsetmek için sürekli değiştirirdi Tanrı’dan kastettiği şeyi. 

Belirsiz bir Tanrı, güvenin hesabını soramayacaktı onlara göre. Ötede çırılçıplak bırakılmış insan ihanetinin, Tanrı’ya verebileceği bir zarar yoktu. Tanrı zarar verilemeyecek olandı ve Allah, bu yüzden kendisinden başka tanrı olmayandı. Antik Yunan’ın ve Roma’nın tanrıları gibi şölenlerde şaraplar içmeyen, dilediği kadının ırzına geçip ondan yarıtanrılar doğurtmayandı.

Bu yüzden güvenilir olan tek tanrı Allah’tı; çünkü belirsizleştirilmemiş olan bir tek Allah adı vardı. Hiç kimse buna cesaret edememişti. Tasavvufun nefslerinin bendesi olan şeyhlerinin ‘fena-bekâ’ boşluğunda bile cesaret edemedikleri ve ‘Ben Hakk’ım’ diyerek kıvrılıverdikleri yerlerde Allah, benzersizdi ve güven vericiydi.

İnsan, kendisine yöneltilen güvenin sırtını sıvazlayarak diline sarı benizli bir ayrılık şarkısı doladığında, kendisi için hazırlayacağı boşluklarla dolu bir dünyayı inşâ ettiğini bilemezdi. Her ihanet onu kendisine biraz daha gömerdi. Huzursuz gecelerde çatışan düşüncelerin kaçırıp sakladığı masumiyet, çirkin yüzüne bakıp bakıp kararırdı saklandığı yerde.

Her şeye karşılık insan, sebep olduğu her bir güven krizinde af dilerdi. Af dilerdi, dilenmiş diğer tüm aflar gibi. Bazen kibrin, bencilliğin domuz kokulu figürlerinde sussa da, pişmanlığını ihanetinin sessizliğine saklardı. Tanrısına ihanet ettiği zamanlardaki gibi, içindeki birikmiş ihanetin verdiği tecrübeyle, yeniden güven isterdi. Dağın, toprağın kızgın dudaklarından kaçıp göğe sığınmak istediğinde ne yaparsa insan ihanet ettiği insana da öyle güvenmek isterdi, yeni ihanetlere doğru kanat çırpmak için.

Hiçbir ihanet unutulmazdı, kıyıda bekletilirdi içine sıkıştırılmış kızgınlıklarla ve kırgınlıklarla birlikte. Güven, mor bir menekşe gibi hüzünlü ve yazılmış bir yazı kadar terk edilmiş dururdu ihanete uğramış insanın zihninde.

İnsan, hor gördüğü güvene muhtaç olduğu her seferinde kızarmış bir yalancıdan daha çok, sarı benizli bir ayrılık şarkısı çalan mücrimdi sonsuza dek. Yalan söyleyen her insan yaşamak için tek başına bir ölüm gibi gittiği her yere ölüm sürüklerdi. Hiçbir yere bir hayat doğurmak için gitmezdi. Bunun bedelini de tüm insanlık öderdi.

Babam sessizce çayımı yudumladığımı görüyordu; vereceğim cevapları tarttığımın farkındaydı. Annem dayanamadı, sordu:

‘Niye gelmiş oğlum, bu kız mı kadın mı artık, karınla konuşmaya? Eve geldiğinden beri yüzünden düşen bin parça, yazık değil mi şu karnı burunda kadıncağıza? Niye üzüyorsun onu?’

Canım çok sıkılmıştı, ‘Kimseyi üzdüğüm yok, Anne!’ dedim biraz gergin bir sesle. ‘Bu işlerin hiçbirinde benim dahlim yok, ama işte sıkıntısını ben çekiyorum!’

‘Ne oldu, oğlum?’ dedi yaşadığım sıkıntıyı fark eden Babam. ‘İstersen olduğu gibi anlat!’

‘Richmond’a savunma sanayi şirketimizin iş yaptığı şirketle görüşmeye gittik!’ dedim. ‘Masada istediklerini elde etmek için bu iş arkadaşımızla benim fotoğraflarımı çekerek üzerinde oynamışlar, şirketimizin ve gelininizin maillerine göndererek bana şantaj yapmak istemişler, bizimle gelen istihbaratçılarımız fark etti, beni uyardılar. Bu arkadaş da aramızda herhangi bir şey olmadığını zaten tanıdığı gelininize anlatmak ve konuşmak için buraya kadar geldi, ben gelmesinin gerekmediğini söylememe rağmen dinlemedi. Hepsi bu!’

‘Subhanallah!’ dedi babam. ‘Allah Allah, işe bak! O zaman bizim gelin niye bu kadar dert etti kendine?’

Annem kafasını salladı, ‘Kadın kadının kurdudur!’ dedi örgüsüne bir ilmik daha atarken. ‘O kızın sende gözü olduğunu anlamıştır karın, ondan üzülmüştür!’

Yatsı ezanı okunuyordu uzaktan. Çayımdan son yudumu aldım ve bardağı tepsiye bıraktım, ‘Herkesin her şeyde gözü olabilir, Anne!’ dedim sesimdeki kararlılığı hissettirerek. ‘Ama herkes istediğini alamaz, abartacak bir şey de yok, ben çok yorgunum, namaz kılıp yatacağım izninizle!’

‘Git yat oğlum!’ dedi Annem. ‘Allah rahatlık versin!’

Babam da kafasını salladı sessizce. ‘İşini Allah’a emanet edeni Allah sıkıntıda bırakmaz babam!’ dedi sonra yumuşak bir sesle. 



<< Önceki                      Sonraki>>


[09.07.2024, (8/23 (710))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 20.07.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı