3 Ağustos 2024 Cumartesi

SA10891/SD3204: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 15

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Küçük oğlum erken olmasına rağmen Câmi adâbını öğrenmişti. Ben babam gibi tahiyyat oturuşunda vaazı dinliyordum, küçük oğlum da benim gibi oturmaya çalışıyordu. Büyük oğlum ise pek sıkıya gelmeyi sevmezdi; bağdaş kurmuştu."

Sebze ve meyve sepetleri dolunca eve döndük; annemle karım her şeyi tek tek ayırmaya başladılar, bir kısmı dolaba girecekti, bir kısmı serin bir gölgelikte bekleyecekti, bir kısmı da o gün akşam yemeği için kullanılacaktı.

Saat 11.25’ti. Ezana bir buçuk saate yakın vakit vardı. Babam Cuma namazı için hazırlık yapıyordu; duşunu almış, tıraşını olmuş ve en yeni elbiselerini giymişti. Ayakkabılarını hiç boyasız görmemiştim, Câmiye tertemiz çoraplarla gitmeye dikkat ederdi. ‘Müslüman temizdir, Câmiye de temiz gider!’ derdi hep. Sarmısaklı-soğanlı yemek yemezdi Cuma namazına gideceği zaman, ‘kokusu insanları rahatsız etmesin’ derdi. Çok titizdi, Câmi adâbına eksiksiz uyardı.

Bakkal dükkanını işlettiği dönemde helal ve harama çok dikkat ederdi, yarım somun ekmekle bir inşaat işçisinin doyduğu dönemde, müşteriler yarım ekmek istediklerinde ekmeği eşit şekilde bölmeye çalışır, bununla da yetinmez her iki parçayı terazide tartardı. Eğer bir eşitsizlik varsa ağır olandan bir lokma koparır, diğerinin üst kısmındaki sert kuşağının arasına sıkıştırırdı. 

‘Bize müşteriler aynı parayı veriyor, birine eksik diğerine fazla ekmek vererek haklarını birbirlerine yedirmiş oluruz; bu da haram olur!’ demişti ‘Bir lokmayla ne olacak ki baba?’ diye sorduğum çocuk günlerimde.

Ben de duş aldım ve giyindim, çocuklar da abdestlerini aldılar, temiz kıyafetlerini giydiler ve babamı da alarak şehre doğru yola çıktık. ‘Ulu Câmi’ye gidelim!’ demişti babam. 

Park yeri yoktu Kızılay Caddesi’ndeki Ulu Câmi’nin, ne zaman arabayla gitsek ara sokaklarda müsait bir yer buluncaya kadar büyük sıkıntılar çekerdim. Bugün de öyle olacaktı, ama babam öyle istemişti.

Caddeler fazla kalabalık değildi, imkânı olan insanlar ya yaylalara ya da deniz kenarındaki yazlıklara taşınıyorlardı temmuz ve ağustos aylarında. Baraj yolundan şehir merkezine inmeye karar vermiştim, arabayı da bu kez Tepebağ’da bir ara sokağa park etmeyi düşünüyordum, biraz uzak kalacaktı Ulu Câmi’ye ama, başka çaremiz yoktu. 

Ya sağdan Alpaslan Türkeş Caddesi’nden Kuruköprü’ye oradan tek yöne düşürülmüş yoldan çarşıya girecektim ve Küçük Saat’ten Kızılay Caddesi’ne çıkacaktım ya da soldan Merkez Park’ın önünden geçen Fuzuli Caddesi’nden Hacı Ömer Sabancı Kültür Merkezi’nin bulunduğu kavşağa, oradan Seyhan Caddesi’ne geçecek, sonra eski Kız Lisesi’nin, Ulus Parkı’nın ve eski Vali Konağı’nın bulunduğu Kızılay Caddesi’nin dik keserek birleştiği Debboy Caddesi’ne girecektim. Ki, orada da park edecek yer yoktu.

En iyi seçenek Baraj yolundan Fuzuli Caddesi’ne, oradan Seyhan Caddesi’ne geçmek ve Taşköprü’ye varmadan sağdan Tepebağ’ın ara sokaklarından birine girerek müsait bir yere park etmekti. Düşündüğüm gibi de yaptım. Abidin Paşa Caddesi’ne yakın bir ara sokağa arabayı park ettiğimde saat 12.15’ti. 

‘Geciktik! diyordu Babam. Yarım saatten fazla zaman vardı, ama o en az bir saat önce Câmiye gitmeye alışkındı.

Babam büyük oğlumun elini tuttu, ben de küçük oğlumun, Abidin Paşa Caddesi’ni geçerek ara sokaklardan Kızılay Caddesi’ne ulaştık. Babamın her zaman hasretle andığı semtti burası, solda, biraz ileride Kalekapısı vardı, dükkânı oradaydı. ‘Dönüşte oradan geçelim!’ dedi bana. ‘Tamam!’ dedim hemen.

Ulu Câmi kalabalıklaşmaya başlamıştı. Doğu’daki giriş kapısından avluya oradan da babamın yıllarını geçirdiği ana mekâna girdik. Minberin sağında namazını kılardı Babam, yine oraya doğru yürüdü, biz de arkasından gittik. Yeri boştu, hep beraber yan yana oturduk. Vaiz’i dinlemeye başladık, ama babamın o derin duruşundan aklının nerelere gittiğini tahmin edemezdim, son zamanlarda geçmişi daha çok anmaya başlamıştı. Bu semtte de on beş yılı geçmişti.

Küçük oğlum henüz erken olmasına rağmen Câmi adâbını öğrenmişti. Ben babam gibi tahiyyat oturuşunda vaazı dinliyordum, küçük oğlum da benim gibi oturmaya çalışıyordu. Büyük oğlum ise pek sıkıya gelmeyi sevmezdi; bağdaş kurmuştu.

Câmi benim için çocukluktan bu yana, hep başka bir yerdi; dosdoğru bir şekilde oturmak, dikkatle vaaz ve hutbe dinlemek ve vesveselere kapılmadan namaz kılmak demekti. Diğer günlerde ve vakitlerde böyle bir sorun olmamasına rağmen Cuma ve Bayram günleri abdest almak yetersiz şadırvanlar yüzünden hep zordu, camilerde boş yer bulmak da.

‘Dere Yazarı’nın camilerle ilgili notları da vardı ve şimdi o notları ‘sıkıntı’ya dahil edeceğim o ân gelmişti:

“Câmi… dört duvar, dikdörtgen beton bir çatı ve kesme taştan tek şerefeli kısa bir minare… ya da yüksek kubbeli, birer, ikişer, üçer şerefeli birer, ikişer, dörder çok uzun minareler… insanlar, Müslümanlar namaz kılmak için câmilere gidiyorlar. Birer oda büyüklüğünde küçük mescidler tık nefes dolu, büyük câmiler serin ve çoğunlukla boş!” diyordu sosyolojik gözlem içeren bir dille. “Namaz kılmak için yürüyen silüetlerin mescidlere yakınsanan hızı yüksek, büyük câmilere uzanan hızı düşük. Büyük câmiler, gözlerin kubbelerde, sütunlarda, mihraplarda, minberlerde ve kürsülerde işlenen sanata bakışı fazlalık biraz. Çeken duygu namazdan bir adım önde; ihtişamlı ibadethanelerin çekim gücü, namazdaki huşûya elitist bir katkı sağlıyor. Küçük câmilerin havasız, yalın ayak halılarında biriken bakımsızlık, büyük câmilerin tek parça gibi görünen kaliteli ve pahalı halılarında kayboluyor.”

İnsanların ‘ya ayakkabılarım çalınırsa’ fobisine de temas ediyordu ‘Bekçi’:

“Küçük câmilerin ve mescidlerin kilitli ayakkabılıkları yok; çalınacak ayakkabıya ödenen paranın azlığı ya da hırsızlıkların seyrekliği en etkili sebeplerden en önemli ikisi. Fotoğraf makinelerinin göz alıcı flaşları patlamıyor iç mimarinin hayranlaştıran ayrıntılarında. Zenginler için ayrılan giriş kapısı da yok; bir tek kapısı var mescidlerin ve küçük câmilerin.”

Birdenbire ‘ihlas’ ve ‘samimiyet’ sorgulamasına geçiyordu:

“Büyük, gösterişli kubbelerin birden çok kapısı olan câmiye yüklediği izdihamın, kılınan namazların, edilen duaların yüzündeki sıvayı daha da kalınlaştırdığını görüyorsunuz. İhtişama kapılmış zihnin dudaklarına birikecek samimiyet eksikliği, arınmışlık ihtiyacını, yukarıdan, üstelik zengin bir kibirle çekip alıyor. Birbirini tanımayan yüzlerce yüzün yabancı soluklanışlarında ve sıyrılıp gidişlerinde, bir parça daha fazla yalnızlık, itilesi diğerine hızla bulaşıyor. İmam ve müezzini sadece arkadaşları ve akrabaları tanıyor.”

Yoksul semtlere bakıyordu sabırla ve dikkatle:

“Küçük ve yoksul gecekonduların mescidlere ve küçük gecekondu câmilere koşan cemaati birbirine dokunan selâmlarla zenginleşiyor; namaz çıkışı içilen çaylardan yürüyen sohbet, câminin toplayan niteliğini somutlaştırıyor. Ölülerin selâsı kulakların içini buluyor. Kulaklar dikiliyor, acaba kim? Büyük, kubbeli câmilerin uzun minarelerinde ölülerin selâsı okunmuyor.  Mahyaların yıldızlarına sürüklenmiş steril duygular yeryüzüne inene kadar zaman geçiyor, ölüm dirilerin anlayamadığı bir yoklukla dirileri eksiltiyor. Küçük mahalle câmilerinin betondan, badanadan beslenen duyguları ölümlerin tanıdık acısını tattırıyor cemaate. Herkes tanıdığı birinin cenaze namazını kılıyor.”

Zenginleştikçe eksilen tatlara dokunuyordu:

“Tarih uzadıkça, tarihe yığılan lüksün uzaklaştırdığı bir lokma ekmekten, bir zeytin tanesinden alınan lezzetin ölümle benzeşen tek yönü bu. Gecekondularda her şeyin bir tadı var.  Farzlardan sonra hızla kapıya yönelenlerin kimler olduğunu bilenlerin, sonra çok sonra usulca, bir köşede sünnetlerin önemine işaret eden fısıltıları duyulur. Büyük câmilerin birbirini tanımayan cemaati, birbirini görerek utanabilecek bir şansa sahip değil.” 



<< Önceki                      Sonraki>>


[10.07.2024, (8/31 (718))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 03.08.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı