11 Ağustos 2024 Pazar

SA10905/SD3213: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 18

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Bir zamanların taş döşeli Abidin Paşa Caddesi’nin daracık kaldırımlarında yürürken, tarih de bizimle birlikte yürüyordu karşıdan bakan Taşköprü’nün ruhuna sinmiş antik rüzgarları içine çekerek. "

Babamı ve yıllarını geçirdiği bu semti, ağıtları, taziyeleri düşünürken yemeyi unuttuğumu fark etmemiştim.

‘Dalmışım, Baba!’ dedim çatalımı mevsim salatasına doğru uzatırken. ‘İnsanın aklına neler gelmiyor ki?’

Adana kebaplarının sunumu sadece pideden ve etten oluşmuyordu; her kebapçının ek salataları dışında sunduğu standart salatalar vardı masada. 

Servis tabağındaki yağlı pidelerin üstüne dizili kuşbaşı şişlerin yanı sıra, salatalık, domates, roka, nane, karalahanadan oluşan mevsim salatası; tuz, isot, toz biberi, kuru nane, sumak, sarımsak, zeytinyağı ve nar ekşisi ile zenginleştirilmiş domates ezmesi; ince halkalar halinde doğranmış ve sumakla yoğrulmuş kuru soğan salatası; nar ekşisi ile süslenmiş pişmiş soğan; soğan, domates ve maydanozla yapılmış klasik kebap salatası; nane-maydanoz tabağı ve ince kıyılmış salatalıkla karıştırılmış ve üzerine nane serpilmiş yoğurt ikram edilirdi.

‘Ne geldi aklına?’ dedi babam merakla.

‘Senin buralardaki hatıraların, hayatın, nenem, ölümler, taziyeler…’ diye cevap verdim hüzünlü gözlerine bakarak.

‘Kebabını soğutma, Babam!’ dedi babam gülümseyerek. ‘İnsanın evveli de âhiri de böyledir; geldik gideceğiz, Allah sağlam iman ihsan eylesin, hepsi geçer!’

Babamdan bana, benden çocuklara, babamdan doğrudan çocuklara geçen o kadar çok şey vardı ki… Satanistler, Samirîler akla gelen veya gelmeyen her türlü yol ve yöntemle özenle işlenmiş bu örgüyü koparmak için çabalıyorlardı. 

Önce düşüncelerine sızıyorlardı insanların, sonra onları köklerinden koparmak için adım adım ilerliyorlardı. Biliyorlardı çünkü; düşündüğünde düşündüklerinin ruhları sarıyordu insanı. Onlar da düşündüklerini belirlemek istiyorlardı insanın.

İnsanın düşündüklerinin ruhları, düşündüğü anda düşünmediklerinin ruhlarından ayrışıp geliyorlardı, zihnini sarıyor ve sarmalıyorlardı insanın… 

Geçmişin ve geleceğin apışıp kalmışlığında gezindikleri gibi tüm ruhlar, şimdinin rengarenk göklerinde çağıldıyor, coşuyor ve diri olan insanın kanına giriyorlardı. Sonra renkleri seçiyorlardı; ak beyazı, kara siyahı.

Düşündüklerinin ruhları, başka ölülerden diriltiyorlardı insanı; sonra insanı ölülerden ayırıyor, ölülerin kalakalmış hâllerini sorgulatıyor ve yeniden, yeniliklere kanat çırpıyorlardı. Kanat çırptığında ruhlar, kendi geçmişlerinden kopuyor, bir tek ruh oluyorlardı. Bir tek ruh, yepyeni bir ruh… işte insan düşündüğünde o yepyeni ruh doğuyordu; diğer ruhlardan başka, diğer ruhlardan özgür.

Düşünmediğinde ama… düşünmediğinde insan, düşündükleri olmayınca düşündüklerinin ruhları coşkularla birleşmiyordu insanın ve insanı insan yapamıyorlardı. Samirîler insanı düşünmediklerinden vuruyorlardı.

Düşünmediklerinin ruhları sarıyordu bu kez ‘yar’ başındaki insanı. Düşünmedikleri, düşünemedikleri çekiştiriyordu zihninin her bir yanını; öteliyor, iteliyor, tırmalıyor ve dağıtıyorlardı. Dağıttıkları gibi bırakıyor ve sonsuza dek çekiştirilmiş, rahatsız edilmiş ruhuna tebelleş oluyorlardı insanın.

İnsan, sallantılı bir gemide çekiyordu küreklerini; sallantılara alışmış bir rahatlıkla çalışıyordu bedeninin kolları. Kaygısız, telaşsız ve vurdumduymaz insan, küllerine yaslanıyordu düşünmediklerinin yangın yerinde. Düşünemediklerinin dürtemediği kadar ölüydü, diğer dirilerin uzağında duracak kadar bencil, benmerkezildi. Bir sülük gibi, teker teker öldürüyordu, kendisini diriltecek olan düşüncelerin ruhlarını…

Kendisi, kendisinden önceki ölülerin diri maskelerle göründükleri yerlerde ölümünü kutluyordu ruhunun. Kendisinden önceki ölüler gibi nefes alıyordu; onlar gibi çemirliyordu dudaklarını duaların. Onlar gibi alıyordu abdestini; hiç aklanmadan, hiç paklanmadan, arındıran suyun temizliğine dokunmadan. Yar’dan aşağı düştüğünde ruhu acımazdı bu yüzden, bu yüzden kendisinden önceki ölüler gibi, tutunacağı düşünceleri yoktu.

Sonuç olarak insan düşündüğünde ve hissettiğinde de insandı, düşünmediğinde ve hissetmediğinde de.

Düşündüğünde insan, düşündüklerinin ruhları tekleşip insanı dirilttiğinde, insan iyi bir insandı ya da değildi. İnsan iyi bir insandı belki; düşündüklerinin ruhu, iyiliklerden alınmış bir bereketti. İnsan iyi insandı; düşündüklerinin zihninde oturduğu tahtlar berraktı, diğergâmdı, diriydi. Genişlemeye, kanatlarını açıp yoksuna, yoksula, eksiğe iyilik katmak isterdi diriliği.

Diriliğinden kötülüğün ilişemeyeceği bir dağ büyürdü; ak bir dağ, süt beyazı bir dağ, gök rengi bir umut. Düşünmediklerinin ruhları, kötülüklerin ruhları, onu didiklese de o emeklemezdi, kötülüğün didiklemelerine emek vermezdi. İnsan iyi bir insandı çünkü… iyi bir insan diri bir insandı, yaşayan ve yaşamayan ölüler için.

Düşündüğünde insan, düşündüklerinin ruhları tekleşip insanı dirilttiğinde, insan iyi bir insandı ya da değildi. İnsan kötü bir insandı belki; düşündüklerinin ruhu, kötülüklerden alınmış bir necasetti, felaketti. İnsan kötü insandı; düşündüklerinin zihninde oturduğu bataklıktı, kapkara bir sülüktü. Daralmaya, kanatlarını büzüp varlığa, varsıla, fazlalığa tamah ederdi diriliği.

Dirilik gibi görünen kapkara renginde yaşatırdı necaseti. Diriliğinden, iyiliğin seslenemeyeceği sağır bir dağ büyürdü, siyah bir dağ, kötülük karası bir dağ, cehennem rengi bir karamsarlık. Düşünmediklerinin ruhları, iyiliklerin ruhları, onu didiklese de o renk vermezdi, iyiliğin didiklemelerine emek vermezdi. İnsan kötü bir insandı çünkü… kötü bir insan diri bir insandı, yaşayan ve yaşamayan ölüler için.

Düşündüğünde… düşündüklerinin ruhları sarardı insanı. Düşündüklerinin ruhları, düşündüğü anda düşünmediklerinin ruhlarından ayrışır gelirdi, zihnini sarar, sarmalardı… Geçmişin ve geleceğin apışıp kalmışlığında gezindikleri gibi tüm ruhlar, ‘şimdinin rengarenk göklerinde çağıldar, coşar ve diri olan insanın kanına girerlerdi. Sonra renkleri seçerlerdi; ak beyazı, kara siyahı.

Düşünmediğinde insan, başka dirilerin düşündüklerinden seçtiği kara siyahın sülüklüğüne bulaşırdı kimi zaman, kimi zaman da ak beyazın bereketine… Ama fazlalıksızdı, eksiksizdi, kuruydu, cansızdı ve cehaletin gri renginde medfundu ruhu. Ölüydü.

Kebapçıdan çıktığımızda, küçük oğlum sağ elimden tutmuş, ‘Baba dondurma, Baba dondurma!’ diyerek beni Abidin Paşa Caddesi’nin Taşköprü’ye bakan köşesindeki pastaneye doğru çekiştirmeye başlamıştı.

Babam büyük oğlumun elinden tutmuş tatlı bir tebessümle bizi izliyordu. Dedesine çekmişti büyük oğlum, ağırbaşlı ve sakindi. Küçük oğlum ise erkek kardeşimle kayınbiraderimin minik bir karması gibiydi; yerinde duramıyordu.

Bir zamanların taş döşeli Abidin Paşa Caddesi’nin daracık kaldırımlarında yürürken, tarih de bizimle birlikte yürüyordu karşıdan bakan Taşköprü’nün ruhuna sinmiş antik rüzgarları içine çekerek. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[08.08.2024, (8/37 (724))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 11.08.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı