24 Ağustos 2024 Cumartesi

SA10930/SD3228: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 1

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘İnananlar arasında çirkin işlerin yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.’
Kur'an, Nûr Suresi, 19. Ayet

9. Bölüm/Irmak

İnsanın ne kadar ağır yükleri olduğunu konuşuyorduk karımla Kô’ya giderken. Bu teknoloji çağında, teknolojinin olmadığı yüzyıllar boyunca yaşadığından çok daha fazla işle ve sorunla uğraşmaya mecburdu herkes. Çocuklarımızdan bahsediyorduk, onların masum dünyalarından, maruz kaldıkları tehditlerle dolu çağdan. 

Karımı kendi çocuklarının eğitim süreçlerine müdahale etmeye zorlayan da bu tehditlerdi. Bizim birer yetişkin olarak başa çıkmakta zorlandığımız kişisel ve toplumsal sorunlar ve her an tedirgin olarak yürüttüğümüz işlerimiz, iş, dostluk ve akrabalık ilişkilerimiz, inancımız ve yaşama biçimimiz onları nasıl etkiliyordu? 

Bizden, çevrelerinden, eğitim kurumlarından, kitaplardan, televizyonlardan ve artık kontrolü güç dijital dünyadan öğrendikleri ve öğrenecekleri çocuklarımızın geleceklerini nasıl şekillendirecekti? Sanki diğer her şeyden eminmiş gibi bundan da emin olmak istiyorduk.

Çoğu zaman karımın aşırı endişelendiğini söylerdim. Bizim çocukluğumuzun anne ve babalarımızı bu kadar tedirgin etmediğini vurguluyordum hep. İş imkânları kısıtlıydı gençliğimizde; 90’lı yıllarda Adana gibi tarımın merkezi olan bir yerde ziraat mühendisleri bile işsizdi. Fakat bir gün bile, annem bir yana, babamın ne iş yapacağımızdan kaygılandığını ve bunu bize yansıttığını hatırlamıyordum. 

Onların nesli çok daha zor koşullarda yaşamıştı gençliklerini ve yokluklar evrenine alışkınlardı. Turgut Özal’ın devleti yönetmeye çalıştığı çağlar kısmen yoklukların sona erdiği, ülkenin gelişmeye başladığı yıllardı. Babam da girişimci herkesin ayakları üzerinde durabileceğine inanıyordu. 

Ben babamın bu konudaki kaygısız tutumu sayesinde dilediğim mesleği seçebilmiştim. Karıma bu yüzden gereğinden fazla kaygılandığını söylüyordum sık sık, ama o -bir kadının varsayılandan çok daha fazla varsayımlarla düşündüğünü her fırsatta kanıtlayan bir tutumla- göremediğimi düşündüğü konularda kadın genetiğinin korumacı ruhuyla düşünüyor ve kaygılanıyordu. Yükünü ağırlaştırdığının farkındaydı, ama bundan da vazgeçemiyordu.

Gelişmiş Batı’dan bize sürüklenen iki yüz yıllık akıntı henüz sona ermemişti; 80’li ve 90’lı yıllar kadın-erkek eşitliğinin bütün okullarda herkese dayatıldığı yıllardı. Biz o yılların çocukları ve gençleri olarak buna zorlanmıştık; karım da bu zorlamanın sayısız kurbanlarından biriydi. 

Ben babamın aydınlanmacı şarlatanlığa alaycı bakışını çok yakından görmüştüm. Kadının erkekle asla eşit olmadığını biliyordum, ama karım toplumdaki kız çocuklarının büyük çoğunluğu gibi kendi ayakları üzerinde durmak zorunda olduğuna ikna edilmişti. 

‘Herkes kendi ayakları üzerinde durmak zorunda ise ekonomik olarak, bir başkasına neden ihtiyaç duysun ki?’ diye sormuştum evlenmeden önce karıma. ‘Paranı kazanıyorsan kocanın parasına ihtiyacın yoktur, kocanın parasına ihtiyacın yoksa ve kocana ayıracağın zamanı para kazanmaya ayıracaksan, kocanın sana olan ihtiyacı neyi temel alacak? Evlilik bir iş bölümünü temel alır; erkek evin geçimiyle ilgili işlerle meşgul olur, kadın da evin iç döngülerini sürdürerek bir yuva inşa eder, kocasına ilgi gösterir, yemek ve diğer ev işlerini yapar, çocuk doğurur ve onu büyütür. Kadının evde yaptığı bu gibi işlerin her biri başlı başına ayrı birer meslektir, bunlara ek olarak para kazanmak için bir kadının dışarıda bir işte çalışması zulümden başka bir şey olamaz; eşitlik dedikleri bu ve bu hem ahlaka hem vicdana hem de insan haklarına aykırı!’

Dikkatle dinlemişti o zaman bir iç mimar olarak çalışan karım. Ve sonra bu söylediklerimin etkisiyle de benimle evlenmeye karar vermişti. ‘Ama,’ demişti. ‘Ben kendim işten ayrılmaya karar verene kadar bana karışmayacaksın!’ 

Karımın para kazanmak için başka erkeklerin yanında çalışıyor olmasından hoşlanmadığımı biliyordu. Ona kararlarında her zaman özgür olduğunu söylemiştim. Kendi kararlarını verebiliyor oluşu yüzünden onunla evlenmiştim çünkü. Dedikoduları umursamaz, hiç kimsenin etkisinde kalarak davranmaz ve doğru bildiğinden asla vazgeçmezdi.

‘Bir erkeğin evini geçindirecek kadar para kazanacağı bir dünya inşa etmek istiyorsak kadınlar bu konuda bize destek vermeli!’ demiştim. ‘Kapitalizm kadını da bir işgücü olarak kullanmak için eşitlik zırvalıyor, sadece erkek istihdamı işçi kıtlığı ve yüksek ücret demek işveren için, kadınlar da iş gücü olarak piyasaya girerse işçi kıtlığı yaşanmayacak ve erkekler daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalacaklar. Yani bir erkeğin alması gereken ‘yeterli’ ücret ikiye bölünecek; bir erkek ve bir kadın ikisi de çalışarak ‘yeterli’ ücreti elde edecekler ve ömür boyu para kazanmak için çalışmak zorunda kalacaklar. Karı-koca ilişkisi bitecek, ev işleri kavga konusu olacak, sevgi ve merhamet, yorgunluğa ve geçim sıkıntısına kurban verilecek, doğacak çocuklar da gerilim yüklü bir cehennem hayatı yaşayacaklar. Değer mi buna gerçekten? Kadınlar birleşmeli ve yuvalarını esas alan bir dönüşüm başlatmalı!’

İş çıkışı iş yerinden aldığım ve yemeğe çıktığımız ve henüz nişanlı olduğumuz o ânda karım beni dikkatle dinlemiş ve yavaş yavaş konuşmuştu:

‘Haklı olduğunu biliyorum, ancak bunun için biraz zamana ihtiyacım var!’

‘Benim karım başkalarının işinde hizmetkâr olacağına evimde kraliçe olmalı!’ demiştim gülümseyerek. ‘Para benim için kolay kazanılacak bir şey, ancak hayat öyle değil!’

Kendi şirketimi kurmadan önce çalıştığım şirkette iyi para kazanıyordum, ev ve araba almıştım. Karımla tanıştığımız dönemlerde de şirketimizi henüz kurmuştum ve yerli birkaç firmayla çalışıyordum. Uluslararası bağlantılarım henüz yoktu, ama iyi kazanıyorduk.

Zaman çok hızlı geçmişti. Karım ilk çocuğumuz doğmadan birkaç ay önce işinden ayrılmıştı. Bir süre sonra da anaokulu öğretmenliği okumaya karar vermişti. Okul fikri de böyle başlamıştı.

Şimdi gittikçe büyüyen başka hedeflere doğru yürüyorduk, karım yine yoruluyordu.

‘Islığını keyifle çalamıyorsun artık Hanımefendi!’ dedim gülümseyerek. 'İki çocuk, ev yükü, okul yükü ve üçüncü çocuğumuz!'

Karım sakin sakin yüzüme baktı ve fısıldadı:

'Bir de İD!'



<< Önceki                      Sonraki>>


[23.08.2024, (9/3 (731))]


Seçkin Deniz, 24.08.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı