25 Ağustos 2024 Pazar

SA10931/SD3229: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 2

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnsan önemliydi, onun nasıl yetiştiği de önemliydi. Biz özellikle karımın ısrarıyla aslında çok iyi bir iş yapıyor ve model bir eğitim kurumu için çabalıyorduk. Kendi işim bütün zamanımı almasa yapacağım diğer iş buydu."

Tebessümüm yüzümde donmuştu; o ân bütün ruhumla sessizliğin ürettiği boşlukta askıda kalmıştım. Ellerim direksiyonda ormanın derinliklerine doğru akan yola bakıyordum. Haklıydı ve kolay unutmayacaktı.

‘Yüklerimizi her zaman biz seçmiyoruz, bu yükü de ben seçmedim!’ dedim neredeyse harf harf, dura dura konuşarak. ‘Ve şu anda biz senin seçtiğin bir yükle ilgili sorunları çözmek için gidiyoruz!’

Neredeyse sağanak bir yağmur gibi karımın tepesinden aşağıya boşalmıştı sözlerim. İçimden öyle gelmişti, onun bu güzel yolculuğu bu şekilde bozmasına dayanamamıştım. Üzüleceğini biliyordum, ama bu üzüntü onun İD’yi düşünerek yaşadığı üzüntüden daha küçük bir hacme ve geçmişe sahipti, iki üzüntü yer değişebilirdi, karım daha az üzülebilirdi. 

İD konusunu upuzun, en ince detaylarına kadar konuşmamıza rağmen içinde ettiği yerin büyüklüğü beni dehşete düşürmüştü. Bunu kabul edemezdim. 

Geriye dönerek, gerideki değişmeyen şeyleri değiştirmeyi başaran herhangi bir insan doğmamıştı yeryüzüne; ben de geçmişi değiştiremezdim, karım da. O halde geriye dönüşlerin önünü kesmem gerekiyordu. 

Eğer ben İD’yi bir yük olarak ailemize taşımışsam -ki bu benim planlı, bilinçli olarak yaptığım bir iş değildi- karımın ailemize bilerek ve isteyerek taşıdığı ve bana ve ailemize, çocuklarımıza ayırılacak zamandan ve ilgiden pay alan okul konusu da konuşulmalıydı. 

Gerekçelerinde haklıydı, tıpkı benim gerekçelerimde haklı oluşum gibi. Ben nasıl o sorunu zamana yayarak ısrarla gündeme getirmiyorsam o da getirmemeliydi. Kadın genetiğinin döngüsel çıktılarının ürettiği sorunlar da döngüseldi ve sonuç hiç değişmiyordu. Ortaya çıkan gerilim şimdi olduğu gibi birdenbire hayatı felç ediyordu.

‘Geri dönelim o zaman!’ dedi Karım kararlı bir sesle. ‘Eğer İD ve okul senin için aynı yük grubuna giriyorsa, okula gitmemize gerek yok, ben hallederim!’

Karım beni şaşırtıyordu, çünkü daha önce çözülmüş bir sorunu tekrar gündeme getirme gereği duymadığını biliyordum. Bir şeyler değişmişti; ya hamileliğinin verdiği aşırı duygusallık ya da geri plana düşme kaygısıydı onu değiştiren şey.

Arabayı sürmeye devam ettim:

‘Geri dönmekten hoşlanabilirsin belki!’ dedim serin ve uzak bir sesle. ‘Ama ben hoşlanmıyorum. Eğer İD ve okul senin için aynı yük grubuna girmiyorsa, İD’yi konuşmamıza gerek yok, ben hallettim!’

O da biliyordu nasıl düşündüğümü. Belki de elinde olmadan İD’den bahsetmişti.

‘Eğer!’ dedi Karım gerilimi düşmüş bir sesle. ‘İD konusunu açmamdan rahatsız oluyorsan, ben bu konuyu bir daha açmam; ancak okul konusunda beni anlayışla karşılamanı istiyorum. Çocuklarımın doğru yetişmesini istiyorum sadece!’

‘Bugüne kadar senin istediğin şeyleri birlikte değerlendirdik ve ben hep son kararı sana bıraktım!’ dedim ben de yumuşayan sesimle. ‘Kendi beklentilerimden hiç bahsetmedim, çünkü senin huzurlu ve dingin olman benim için daha önemliydi. Eğer çocuklarımızın doğru yetişmesinden emin olmak ve bu süreci kendin yönetmeye devam etmek istiyorsan, sen bilirsin, ancak hiçbir zaman unutma, doğru yetiştirmek sadece anne ve babanın ya da eğitim kurumlarının görevlerini doğru yapmasıyla sağlanmıyor. İnsan unsurunun tahmin edilemez edilgenliği ve değişkenliği ile hiç kimse başa çıkamaz. Ne kadar kontrol edersen et, çoğunlukla istemediğin sonuçlar çıkar. Allah’ın tarih boyunca yüzlerce elçi göndermesi de bunun açık bir kanıtıdır bence!’

‘Haklısın, ama,’ dedi Karım ısrarlı bir kararlılıkla. ‘Ne kadar faydalı olabilirsek o kadar iyi değil mi? Hiç mi bir şey yapmayalım? Resmî ve özel okulların durumu ortada; öğretmenlerin büyük çoğunluğunun yeterli olmadığını, nesnel eğitim kaygılarına sahip olmadığını çok iyi biliyorsun. Sen Matematiği, İngilizceyi, Arapçayı, Fransızcayı kendi çabalarınla öğrendin, ben de. Oysa birçok öğretmenimiz vardı, değil mi?’

Acemi ıslıklarımdan birini çaldım keyifle:

‘İşte bu, benim karım bu!’ dedim. ‘Gerçek dünyaya en çabuk dönen, kadın genetiğini yenebilen tek kadın karşınızda!’

Sol eliyle sağ omzuma hafifçe dokundu karım içten bir şekilde gülerek. 

‘Çok gıcıksın!’ dedi sağ eliyle gülüşünü gizlerken.

Bana ilk defa böyle hitap ediyordu. ‘Biliyor musun?’ dedim sakin sakin. ‘İD’nin Richmond seyahatimiz süresince bana yağdırdığı tek iltifat buydu: ‘Gıcık’. Ondan mı bulaştı sana?’

Bu kez daha sesli güldü karım, ‘Bana da anlattı dün bunları!’ dedi. ‘Gıcık kocan seni çok seviyor dedi, kıskandığını çok belli ederek!’

‘Sen de onun seni kıskanmasını mı kıskandın?’ diye sordum gülerek, aklın yürüdüğü sıcak yolda ilerlerken. ‘Oysa gıcık olduğu hususunda ortak karara vardığınız bir adam için birbirinizi kıskanmanıza gerek yoktu!’

‘Tamam, tamam!’ dedi karım telaşla. ‘Bir daha bu konuyu açmayacağım, sana söz veriyorum!’

Çok belli ederek derin bir ‘oh’ çektim. ‘Şükür ya Rabbi!’ dedim coşkuyla. ‘Sana hamd-ü senalar olsun!’

Arabanın dijital saat göstergesi 16.07’yi gösteriyordu. Kô’ya yaklaşmıştık. Okula ve yeni kurulan güneş enerjisinden elektrik üretecek olan sisteme odaklanmak için artık ikimiz de hazırdık. Zaten bu sistemi kurmak benim fikrimdi, gerekli olan görüşmeleri ben yapmıştım. Kendi kendine yeten ve masrafları düşük bir okul felsefemiz vardı; her şeyiyle doğaya uyumlu olmasına dikkat ediyorduk.

İnsan önemliydi, onun nasıl yetiştiği de önemliydi. Biz özellikle karımın ısrarıyla aslında çok iyi bir iş yapıyor ve model bir eğitim kurumu için çabalıyorduk. Kendi işim bütün zamanımı almasa yapacağım diğer iş buydu.

Karım benim de çok sıkıntılı zamanlar yaşadığım eğitim süreçlerimizin hepsinden şikayetçiydi. Mevcut eğitim sisteminde yetişen nesillerin duyarlılıkları yetersiz oluyordu.

Küçük oğlum ve büyük oğlum arasındaki kişilik ve yaş farkı bir yana, bizden ve çevrelerinden aldıkları şeylerin etkilerinden kaynaklanan davranış farkları da vardı. Resmî okullar büsbütün olumsuz değerlendirilemezdi, ancak öğretmenlerden, farklı ailelerden ve kültürlerden kaynaklanan olağandışı etkiler artıyordu maalesef.

İnsanın, çocukken, o masum yüzüyle orantılı olarak gördüğümüz içine bakmayı deniyordum arada sırada; ayrım yapmaksızın 'insan'a bakıyordum. Belki zamanın ve işimin bana kazandırdığı en iyi şey buydu; çoğunluğun ‘insan’a öylece bakıp geçtiğini, kafa yormadığını görüyordum, ama ben artık bunu yapamıyordum. Her insan yüzü beni kendisine bakmaya zorluyordu, yüzünden ruhuna bakıyordum. Çocukluktan ergenliğe, oradan da yetişkinliğe sürüklenen insan tüm özgeçmişini yüzünde taşıyordu; bakabilen herkes görürdü.

İnsan'a bakmak neden önemliydi? İnsan'ı anlamak neden önemliydi? Hepimiz insandık çünkü, anlaşılmak isteriz; anlaşılmak ve nedenlerimizin içine saklanan açıklamalarımıza, bahanelerimize hoşgörü ile bakılsın isteriz. Bu çok hüzün verici bir şeydi. İnsan'ın anlaşılma ve mazur görülme ihtiyacı gerçekten ne kadar zayıf yaratıldığımızı göstermesi bakımından hüzün vericiydi. O kibirli benlik güdülerinin ne kadar zavallı kaldığını görüyordunuz. 



<< Önceki                      Sonraki>>


[24.08.2024, (9/5 (733))]


Seçkin Deniz, 25.08.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı