1 Eylül 2024 Pazar

SA10944/SD3237: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 4

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘Ama,’ dedi Karım. ‘Romanı yazan sensin, çağı da, karakterleri de bu bağlamda tasarladığın mimarîye göre genetikle sınırlandırıyorsun. Bence burada tek özgür olan sensin! Okur ve romandaki karakterler senin çerçevesini belirlediğin bir özgürlük alanında hareket etmek zorundalar!’

Analitik aklım muzip sözcükler üretip duruyordu, aslında neşem yerine gelmişti:

‘Evet; o kadar özgürüm ki!’ dedim sesimdeki coşkuyu abartarak. ‘Romanımdaki her karakteri derinlemesine işleyebilir, okurla özdeşleştirebilirim!’

‘Okur okuduğunda hangi karakterle özdeşleşeceğine karar verebiliyor mu?’ diye sordu Karım, sesindeki özgürlük sorgusunu belirginleştirerek. ‘Yoksa buna sen mi karar veriyorsun?’

‘Çağ karar veriyor!’ dedim gayet renkli anlamlar taşıyan bir cümle kurarak. ‘Bu romanı yirmi birinci yüzyılda yazıyorum, yirminci yüzyılın insanını da, daha önceki yüzyılların insanını da, hatta ilk insanı da içeren çok geniş bir zamansızlığın içinde, hangi çağda yaşıyorsa insan o çağ karar veriyor kimin kiminle veya kimlerle özdeşleşebileceğine!’

Karım da sesimdeki renkli ve analitik akışa kapılmıştı. 

‘Yani ben ilk insana kadar her çağa dair bilgi sahibi isem herhangi bir çağdaki bir kadın karakterle özdeşleşebiliyor muyum?’ dedi. ‘Okur da özgür mü?’

‘Anlayabilen herkes özgür!’ dedim. ‘Erkek, kadın, romandaki her bir karakter ya da erkek veya kadın her okur, hepsi tek tek özgür, ama çağ bu özgürlüğün tanımını kendisine göre değiştiriyor. O yüzden çağ karar veriyor kimin kiminle kendisini özdeşleştireceğine! Ancak çağı da kısıtlayan bir gerçek var!’

‘Nasıl yani?’ dedi Karım meraklı bakışlarla yola bakan yüzümü süzerken. ‘Çağ karar veriyorsa, çağı kısıtlayan gerçek nasıl mümkün oluyor? O her ne ise çağı kısıtladığına göre asıl karar verici o değil mi?’

‘Evvvet!’ dedim kendiliğinden akan bir coşkuyla. Karım bu eşgüdümlü zihinsel fırtınanın akışında iken çok daha yakınlaşıyordu düşüncelerime. Onu benim için değerli kılan en önemli özelliği buydu.

‘Nedir o kısıtlayıcı gerçek, Mühendis?’ dedi heyecanla.

‘Genetik, Hanımefendi, genetik!’ dedim sesimdeki gerilimi son noktaya taşırken. ‘Erkek ve kadın genetiği çağı kısıtlayan bir gerçek; kimin kiminle kendisini özdeşleştireceğini belirleyen şey genetik. Hangi çağda olursa olsun hiçbir kadın okur kendisini erkek karakterle özdeşleştiremez, hiçbir erkek okur da kadın karakterle. Çağımızın cerrahî operasyonlarla kadını erkek erkeği kadın yapıp yeniden çiftleştirme çabası bile bunu değiştiremez. Tarih boyunca her türlü sapkınlığı yaşadı insan, ama genetik her zaman kendisini asıl tanımlayıcı güç olarak yeniden zirveye çıkardı. Allah insanı genetiğine mahkûm etmişti çünkü!’’

Karım gülümsedi ve ‘Sıkıntı, erkek ve kadını yeniden aslına döndürme çabası o halde bir açıdan?’ diye sordu. ‘Özdeşleşme bir romanın asıl hedefi olduğunda başka türlü düşünmek mümkün değil çünkü!’

‘’Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler!’ diyor İblis!’ dedim. ‘İnananlar olarak Allah’ın yarattığını korumakla ve değiştirmelerine izin vermemekle mükellef değil miyiz? Roman okura kendisini kiminle özdeşleştirmesi gerektiğini düşündürtecek. Bunu ona çağ yaptıracak, genetiğinin kısıtladığı yerden baktırarak!’

Sonra Nisâ Suresinin 116-121. ayetlerini okudum: 

‘Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır. Onlar, Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar. Hâlbuki azgın (âsi) bir şeytana tapmaktadırlar. Allah, o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım. Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” dedi. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür. Şeytan onlara vaatte bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaatte bulunuyor. İşte onların barınağı cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.’

‘Ama,’ dedi Karım. ‘Romanı yazan sensin, çağı da, karakterleri de bu bağlamda tasarladığın mimarîye göre genetikle sınırlandırıyorsun. Bence burada tek özgür olan sensin! Okur ve romandaki karakterler senin çerçevesini belirlediğin bir özgürlük alanında hareket etmek zorundalar!’

‘Şu anda sen konuşurken özgür bir birey olarak konuşuyorsun!’ dedim karıma, arabayı okulun araç parkına doğru sürerken. ‘Ve sen romanda bir karakter olarak da yer alıyorsun. İD gibi, yaptıklarınla, söylediklerinle, çevrene yansıyan düşüncelerinle tamamen özgür bir şekilde genetiğinin aştığın ya da aşamadığın nitelikleriyle okura yansıyacaksın!’

‘Evet, bu doğru!’ dedi Karım emniyet kemerini çıkarmak için hareketlenirken. ‘Ya sonra?’

‘Bir kadın okur romanı okuduğunda seninle ya da İD ile veya başka bir karakterle özdeşim kurma kararını kendisi verecek!’ dedim arabayı park ederken. ‘Kime göre yapacak bunu? Elbette yaşadığı çağın algılarıyla, yaşadığı çağa göre yapacak; ancak bunu genetiğinin kısıtladığı bir çağ algısıyla yapacak. İki bin yıl önceki ya da sonraki bir kadın karakteri de aynı şekilde genetiğinin kısıtlarıyla yorumlayacak. Bir erkek okur ya da karakter için de bu durum değişmiyor!’

‘Ben romanda bir karakter olarak kendimi okuduğumda, kendime bir aynadan mı bakmış olacağım?’ dedi neşelenen bir sesle. ‘Bence hayır; senin gözünden anlatılan, bir yazar olarak senin benimle ilgili gözlemlerinle ve yorumlarınla, resmetme gücünle var olan bir karakter olacak romandaki ben. Sen özgür bir şekilde algıladığını işleyeceksin, ama ben romanda bir karaktere dönüşmüş olan bir okur olarak kendimi özgür bir şekilde tanımlamış olmayacağım, dolayısıyla özdeşim kurarken bire bir eşleme yapabilecek olan bir tek kişi de ben olacağım için özgürlüğüm sınırlanmış olacak!’

‘Mükemmel bir analiz!’ dedim iki elimi direksiyondan çekip onu alkışlayarak. ‘Yazdığım romanda birinci tekil şahıs anlatım tekniğine uygun bir tasarımla ben de varım karakter olarak, nasıl değerlendireceksin bu özgürlük sorununu? Sence ben romanda kendimi nesnel olarak, kendi özelliklerimle ve varlığımla birebir eşleyerek mi kendi karakterimi oluşturuyorum? Ya da olayların akışına göre yaptığım değerlendirmeler okura yansırken okurun özdeşim kararlarını özgürce vermesine yardımcı mı oluyorum?’

‘Biraz karışık bir durum,’ dedi Karım arabanın kapısını açarken. ‘Konu bir yazar ve karakter olarak sen olunca, özgürlük sorunu zihnimde buğulu bir hale geliyor. Bir yazar olarak sen yazdıklarında özgürsün, yazdıkların bir karakter olarak seni tanımlasa da bu böyle. Okura özgürce yansıttığın kendi karakterinle özdeşim kurup kurmama kararını özgürce verecek olan da okur olacak. Tamam bu ayrımı yaparak konuyu sadeleştirebiliriz, ama konu ben olunca maalesef aynı özgürlük dağılım grafiği aynı şekilde çalışmıyor Mühendis. Ben romandaki beni sorgulayabilirim beni doğru yansıtıp yansıtmadığını irdelerken, çünkü o karakter bana bir aynaya bakıyormuşum duygusu hissettirmeyebilir, ama senin bunu yapmana gerek yok. Çünkü sen olayların akışına göre yorum yapan kendini o andaki yorumlarınla ve davranışlarınla yansıtıyorsun, bütün düşüncelerini anlatmıyorsun, bütünüyle kendini yansıtmıyorsun!’

‘Bu her karakter için böyle!’ dedim arabanın motorunu durduran tuşa basarken. ‘Diğer karakterler gibi, seni ve İD’yi de sadece dışarıdan görülebilen söz ve eylemlerinizle yansıtıyorum; kendimi de aynı şekilde dışarıya yansıyabilecek olan söz ve eylemlerimle. İnsan hiçbir zaman bütünüyle kendisini dışarıya yansıtan bir varlık değildir ki. Ayrıca hiçbir okur bir karakterle bütünüyle özdeşim kuramaz; olması gereken de bu değildir. Ana fikirler, tutum ve davranışlar ve düşünme biçimleri arasında bağ kurulur. İşte bu açıdan yazar da özgürdür romandaki her karakter gibi, okur da. Ancak hepsi çağı da kısıtlayan genetiğin sınırlılıklarına mahkûmlar!’

‘Belki de özgürlük diye bir şey olduğunu düşünerek ve bunu tartışarak zaman kaybediyor olabiliriz!’ dedi gülerek, karım arabadan inerken. ‘Bu kadar çok bağımlılıkla yaşayan varlıklar olarak özdeşim kurma özgürlüğümüzü kullanma hakkımızı ileri sürmek biraz komik kaçabiliyor; yanlış anlaşılmalarla dolu iletişim dünyamızın karşısında romana yansıyan bir karakter olarak yansımayı sorgulamanın çok da bir önemi kalmıyor sanırım!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[31.08.2024, (9/9 (737))]


Seçkin Deniz, 01.09.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı