19 Eylül 2024 Perşembe

SA10980/KY77-NAİFK2: Diyet

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"
Ben kapının önünden bir adım bile atmadım, atacak halimin olduğunu da sanmıyorum. Gördüklerim karşısında şok oldum, sürekli kendimi çimdikliyor, yüzüme şaplak atıyor, sağımı solumu dövüp duruyorum ama bunun sonunda bir ziyafet olacağı da kesin, artık kaçınılmaz."

Karnımın guruldamasından mı uyandım, uyandım diye mi karnım guruldamaya başladı, yoksa beni uyandıran gizli bir güç mü vardı.. doğrusu bilemiyorum ama uyandığımı iyi biliyorum, karnımın guruldadığını, hatta midemin ezilip, belime yapıştığını da çok iyi biliyorum. Açım işte kardeşim açım. İlla boynumuza yafta takıp gezelim mi, yaftanın üzerine kocaman harflerle “Açım” diye yazalım mı?

Yorganı üzerimden atınca havanın soğuk olduğunu da anladım. Sırtıma sabahlığımı geçirip, ayağıma terlik almayı da ihmal etmeyerek yataktan çıktım. Ancak yataktan çıkarken olabildiğince sessiz olmaya gayret ettim, hani hanımı uyandırıp da gece gece fırça yemeyelim. Yataktan çıkıp, koridora kavuştuğumda tuvalete mi gitsem, mutfağa mı gitsem diye bir ikilemde kaldım ama bu ikilem çok kısa sürdü. Mutfaktan süzülen ışık, beni kendisine doğru çekti. Bu vakitte mutfakta kim ola ki, herkes horul horul uyuyordur. Ama demek ki benim gibi karnı guruldayan birisi var.

Mutfağa yaklaşınca dışarıya süzülenin sadece ışık olmadığını anladım. Birtakım garip sesler de geliyordu. Hayırdır, hırsız falan mı var diye bir tereddüt geçirdim. En iyisi temkinli olmaktı. Kapının arkasındaki askılıkta baston gibi duran şemsiyeyi, el yordamıyla bulup, kendimi silahlandırdım. Artık silahlı kuvvetlerin bir neferi olarak mutfağa dalabilirdim, 'heyttttt!' diye bir nara atıp, hırsızı veya hırsızları birkaç kılıç darbesiyle diskalifiye edebilirdim. 

Bu düşünceme şaşırdım. Sahi benim gibi naif birisi hangi ara şiddet yanlısı olmuştu ki…

Belki de henüz uyanmadım, kendimi çimdikledim, uyanmıştım. Yüzüme bir iki şaplak attım, acı vardı, demek ki uyanmıştım. O zaman şiddet yanlısı olmaya gerek yoktu. Eğer mutfaktaki hırsız ise onunla güzel güzel konuşurdum. Polisi de aramazdım, kendisini bu defalık affederdim. Ne yani, hırsız da beni dinleyecek miydi, elinde ne varsa üzerime doğrultmayacak mıydı, belki de beni öldürürdü, şu an, son andı belki…

Yahu ben ne diyorum, açlık başıma vurmuş herhalde. Peki ya hırsız değilse.. Aman Allah’ım gece gece evimizde kim veya kimler ola ki…

Kapının koluna elimi atmamla, kapının açılması bir oldu. Fonetik bir sesle “Hoş geldiniz, hoş geldiniz” sesleri yükselmeye başladı, şaşırdım. Doğum günüm değildi, hem 'hoş geldiniz' diyen bizden birisi değildi, hatta birisi bile değildi.

Fonetik bir ses bana bir biri ardına güzel cümleler kuruyordu ama ortada kimse yoktu. Sanırım oğlum babasına sürpriz yapmış. Bir yerlerde ses kayıt cihazı, müzik aleti falan vardır diye sağa sola baktım ama öyle bir şey görünmüyordu.

Birden mutfak aydınlandı, hah şimdi yandık hanım kalktı ve benim diyeti bozduğumu sanacak. Yoksa mutfakta ne işim ola ki, değil mi?

Ama ışık hanımın geldiğini işaret etmiyordu, buzdolabının kapağının açıldığını işaret ediyordu. Hayret buzdolabının kapağı hangi ara kendi kendine açılır oldu ki, tüh bozulduysa şimdi bir dünya para isterler.

Dolabın kapağı açıldı, mutfak aydınlandı ama sadece bununla kalmadı, çok güzel bir Amasya elması dolaptan süzülerek bana doğru geldi. Gelirken de kabuğu soyuldu, dilimlendi ve altına doğru uçuşan bir tabağa dizildi, tam gözümün önüne gelip durdu, gayri ihtiyari elimi uzattım ve o mis kokulu elmadan bir dilim aldım. Kendimi bir kez daha çimdikledim ama yok, uykuda değildim, capcanlı, kapkanlı uyanıktım. Dolaptan bir mandalina çıktı, yine aynı metotla havada soyularak bir kaba girdi. Ardından üzüm ve ardından da muz.

Neyse de ne diye çok önemsemedim, zaten karnım gurulduyordu, meyveyle de diyetimi bozmamış olurum. En iyisi yatmaktı, 'sabah erkenden işe gideceğim..' diye düşünüyordum ki, birden bir gürültü koptu, mutfak tezgahının alt kapağı kendiliğinden açıldı, tencere tezgahın üzerine uçtu, kapağı açıldı. Kapağı açık olan buzdolabından domates, biber, patlıcan havada uçarak geldi, musluğun tam altına.

Musluk açıldı, sebzeler yıkandı, havadayken doğranıp tencerenin yanında aniden beliren süzgeçli kaba doluşuverdi. Derken dolabın dondurucu bölmesinden kuşbaşılık etler, havada çözülerek uçtu, tencereye kondu. Şişede duran yağ tencereye aktı, tencere uçtu, ocağın üstüne kondu ve ocak yandı, bir kepçe kendi kendine eti yağla karıştırdı, bu arada pul biber serpildi, soğan doğranıp içine konuldu, tuz serpiştirildi, biraz kekik kondu ve et hazır hale getirildi. Sonra sebzeler süzgeçli kaptan uçarak tencereye doğru yol aldı.

Ben şok halinde bütün olanları izliyor ve bütün bu olanlara bir anlam veremiyorum. Ama beni şaşırtmak isteyen mutfak da boş durmuyor. Bir tava çıktı meydane, musluktan su aldı kendi kendine, sonra pirinç kabından süzüldü, yağ eklendi, şehriye tavaya serpildi, pirinçle birlikte yağın da yardımıyla kavruldu durdu. Böylece bir pirinç pilavı ocağın üstünde pişmeye başladı.

Ben kapının önünden bir adım bile atmadım, atacak halimin olduğunu da sanmıyorum. Gördüklerim karşısında şok oldum, sürekli kendimi çimdikliyor, yüzüme şaplak atıyor, sağımı solumu dövüp duruyorum ama bunun sonunda bir ziyafet olacağı da kesin, artık kaçınılmaz.

Kapısı açık dolaptan yoğurt çıktı, soğuk su çıktı, derin bir kabın içinde buluştular ve birlikte dans ederek ayran kıvamına geldiler. Sonra dolaptan salatalık çıktı, rende onu havada karşıladı, balkondan birkaç diş sarımsak soyula soyula geldi. Çok acılı olmalı ki ezildi, büzüldü, tuz yardımına koştu ve sonra hep birlikte derin kapta buluşup ağlaştılar, kaynaştılar, karıştılar ve ortaya çok güzel bir cacık çıktı, kaseye doldu, masaya dizilmeye başlandı. Sonra ocaktaki yemekler havada süzülerek, dolaptan çıkan porselen tabaklarla buluştular, sonra da masadaki yerini aldılar. Pirinç pilavı da onlara bakıp, bir başka porselen tabakla anlaşarak masadaki yerini aldı. 

Kaşıklar, çatallar, peçeteler derken mükellef bir masa kuruldu ve bir anda masa dile geldi, yemek hazır, sizi şuraya alayım diye. İşte o anda sandalye hafifçe yerinden kıpırdadı, sağa doğru döndü, benim oturacağım şekle büründü. Kırmadım, gittim oturdum, sandalye kendiliğinden düzeldi ve kaşık elime geldi. Sonrası çok kolay, bir oturuşta bana ayrılan her şeyi bitirdim. Aman Allah’ım nasıl da lezzetli, olmuş, nasıl da lezzetli olmuş…

Birden sırtıma birisi dürttü, sağa sola baktım kimse yok, bir daha dürttü, yine baktım yok. Sonra bir ses geldi, “kalk bey, uykuda kalmışız, işe geç kalacaksın”

Kalktım, akşam yattığım gibi halen karnım gurulduyor, midem sırtıma yapışmış, ağzım kurumuş..

Azıcık göbeği eriteyim diye başladığım bu diyet beni bozacak, buradan söylüyorum!


Naif Karabatak, 19.09.2024, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Maarif-i Vekâyi', Mizah




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.



Seçkin Deniz Twitter Akışı