28 Eylül 2024 Cumartesi

SA10995/SD3265: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 11

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"‘Sıkıntı’nın hayatın içinden akarak geçtiği bir dönemdi bu ve onu gündelik akışın bir parçası haline getirmiştim."

Atatürk Ansiklopedisi’ne göre, İstanbul Lions Kulübünün kurucuları arasında yer alan, CHP’nin yirmi yedi yıllık tek parti iktidarını acımasızca sürdürerek halkı ezdiği faşist dönemin son yılında, 1949’da atandığı İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı görevini, halkı temsil ettiğini iddia eden Demokrat Parti iktidarının on yıllık ömrünün yedi yılında da -1957’ye kadar- yürüten Kırım göçmeni Prof. Fahrettin Kerim Gökay’a atfedilen “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor” cümlesi ‘Irmak Yazarı’nın vurguladığı ayrımı net bir şekilde ifade ediyordu:

“Osmanlı'nın son yüzyılından beri gazete ve dergilerin gücünün de farkında olan bu gayr-î meşru yapılanma, hemen her alanda ürettiği az sayıda kişiyi iki ana gruba ayırarak sisteme hâkim oldu. Bu gruplardan birincisi daima toplumun gözü önünde kalmayı başaran kalitesiz ünlülerden, ikincisi ise, hukuk, eğitim, iktisat, askeriye, mülkiye gibi alanlarda mevzilenen asıl güçlerden oluşuyordu. Ezilen halkın çoğunluğu arasından sıyrılıp yükselen ve bilhassa "güçlüler" tarafından seçilen az sayıda "truva atı" da kişiliksizdi. Onlar da aynı yapılanmaya dahil edilerek kullanıldılar.

Bağımsız düşünebilme ahlâkına sahip olabilen halkın diğer unsurları ise sürekli engellendiler; devlet sisteminden uzakta tutuldular. Bugün yaşanan sıkıntıların kökeninde geçmişte yaşanan devletten uzakta tutulmanın yaşattığı travmalar vardır. Bu travmalar, ülke menfaatlerini her şeyin üstünde tutan kişilikli insanları, sistemin kurallarına uyarak sisteme tutunmak ya da sistemin kurallarını reddederek sistemin dışında kalmak arasında tercihe zorladılar.”

Bunları yazabilen, yeni nesillere aktarma çabasında olan insanlar hep var oldular, ancak hepsi bir şekilde hedef seçilerek yargı ve medya aracılığı ile aşağılandılar. Üniversiteler de Rotary, Lions kulüpleri ve Mason dernekleri aracılığıyla seçilen ve yetiştirilen göçmen kökenli cumhuriyet elitleri tarafından ele geçirilmişti; akademik eğitim sisteme köle yetiştirmek üzere işliyordu, bilim dahil edebiyat ve tarih tamamen çarpık bir şekilde insanları parçalamak için kullanılıyordu:

“Her iki halde de o güzide insanlar öğütülmekten kurtulamadılar. Ancak onların geride bıraktıkları ya da onlardan artakalanlar, sonradan gelenlerin "özel dersleri" oldular. Şu anda, olguları ve olayları algılama, yorumlama ve bu yorumları paylaşma becerisini geliştirmiş az sayıda insanın varlığı da bu özel derslerle mümkün olabilmiştir.” diyordu ‘Irmak Yazarı’.

Ve 2002 yılında halkın tercihi ile iktidara gelen Erdoğan’a yönelik neredeyse iki yüz yıllık sistematik saldırıları özetliyordu:

“Türkiye'nin "geri" niteliklerle süslenmesinin sorumluları bugün sahip oldukları kalıtsal güçleri sayesinde diledikleri şeyleri "şeffaflık" maskesiyle yerlerde süründürerek, bazen de "devlet sırrı" adı altında saklayarak devletin onurunu ayaklar altına almaktan çekinmemektedirler. Şiddeti artan tepkilerle de halkın seçtiği temsilcileri, dolayısıyla halkı ve devleti küçük düşürmeye devam etmekte, yazdıkları ve sonra askerî darbelerle yürürlükten kaldırdıkları ve yeniden yazdıkları Anayasa'yı hiçe saydıklarını çekinmeden söyleyebilmektedirler. 

Onlar, kendilerini sınırlayacak ve yargılayacak olanları kendileri seçtikleri için bu kadar özgürdürler. Alışkın oldukları "müktesep iktidar", onları pervasız yapmakta, fevrî, inisiyâkî ve ihtiyârî davranma kodlarını özgürce kullanmalarını sağlamaktadır. 

Kendilerini "seçkin” olarak tanımladıkları için, kendi ölçülerine uymayan herkesi -genelkurmay başkanları dahil- alenen yıprattıklarını sadece Türkiye değil bütün dünya izliyor. Bu döngü, ilelebet sürecek değil; şu anda ki pervasız halleri, onların son demlerini yaşadığının da ilânıdır.”

15 Temmuz 2016 halkın iradesi adına gerçek bir milattı, ancak 12 Eylül darbecilerinin halka dayattığı elitist anayasa henüz değiştirilememişti:

“Türkiye, ‘seçkinler’in vurduğu prangaları birer birer sökerek değişiyor, serpiliyor, büyüyor. Daha önce işleyemediği yeraltı zenginliklerini işlemeye, nesillerini bilimsel kriterlerle yetiştirmeye, komşularıyla ilişkilerini dengelemeye çalışıyor; araştırma ve geliştirmeye aç insanları yönlendiriyor, finanse ediyor; vatandaşlarını tatmin ediyor, yitirdikleri onurlarını buldurup tamir ediyor, vatandaş merkezli kanunlar ihdas ediyor. 

Özetle; Türkiye, kendi beşerî ve tabiî zenginliklerini keşfederek zenginleşiyor; kronikleşen en büyük problemini çözüyor.  İnsanlar "yerlerinin gerektirdiği vasıfları" taşıdıkları için seçilip görevlendiriliyorlar. Artık Türkiye’de sır olacak olan ile şeffaf olacak olanlar "makul ve onurlu" bir karakterle ayırt edilir hâle geliyor, muasır devletlerden daha üst bir seviye sahiden hedefleniyor.”

Akşam ezanı okunuyordu bizim hoparlörünü otomatik sistemle çalıştırdığımız küçük mescidimizde. Balkondan babamla çocukların sesleri geliyor, babam çocuklara abdest almalarını ve namazı birlikte kılacağımızı söylüyordu.

Karım çalışma odama girdiğinde gelip bilgisayarda yazdıklarıma baktı, ‘Sesleri duyuyor musun?’ diye sordu. ‘Namaz vakti!’

‘Duyuyorum!’ dedim. ‘Şimdi ara vereceğim romana!’

‘Sıkıntı’nın hayatın içinden akarak geçtiği bir dönemdi bu ve onu gündelik akışın bir parçası haline getirmiştim.

O yazdıklarıma bakarken ben de ona bakıyordum; gülümsüyordu. ‘En çok da İD ile ilgili yazdıklarını merak ediyorum!’ dedi her zamanki sevecenliğiyle.

‘Hani İD konusunu bir daha açmayacaktın?’ dedim gülerek. ‘Kadın genetiğini aşamayacağını bildiğin halde böyle bir söz vermemeliydin bence!’

Gülümsemeye devam etti ve ışıltılı bir bakışla, ‘Erkek genetiğindeki kıskançlığı sende çok gördüm Mühendis!’ dedi. ‘Bir kadın erkeğinin kendisini kıskanmasını ister ve bekler, seni kıskanmamı çok görme bana!’

Haklıydı, insan sevdiğini kıskanırdı başkalarından; bunun güvensizlikle ilgisi yoktu. Kuşkusuz patolojik saplantılardan farklı bir şeydi bu ve gerçekte bu tür saplantıların kıskançlıkla da ilgisi yoktu.

İD konusunun asla kapanmayacağını anlamıştım, uzatmanın da, tartışmanın da bir anlamı yoktu.

‘Göndermiştim sana yazdıklarımın bir kısmını, okumadın mı?’ diye sordum karıma.

‘Hayır, bitmesini beklemeye karar verdim romanının. Okursam akışa müdahale edebilirim diye de çekindim açıkçası. Seni sınırlandırmak, yapmak istediğin şeyi engelleyebilirdi!’

‘Gizli saklı işleri bilmem ben, bilirsin!’ dedim sesimdeki kontrolsüz gerginliği azaltarak. ‘İD de içinde yaşadığım zamanın bir parçası, roman için de çok gerekli temel bir karakter Batı kültürünü, düşünme biçimini ve kadın-erkek ilişkilerini yansıtması açısından. Olanları olduğu gibi, dokunmadan anlatmak bile çağın insanı için çok ciddi karşılaştırma yapma imkânı veriyor okura!’

Küçük oğlumun sesi yankılandı evin içinde:

‘Babaaaaa… dedem çağırıyor, ezan okundu!’

Çalışma odamdan birlikte çıktık karımla. 

Karım, ‘Gel abdest aldırayım sana!’ diyerek küçük oğlumuzun elinden tuttu ve onu banyoya götürdü.

Balkona çıktığımda, büyük oğlumun bahçedeki şadırvanda dedesiyle abdest aldığını gördüm. Annem balkona serdiği namazlıkta namazını kılmaya başlamıştı bile. 



<< Önceki                      Sonraki>>


[27.09.2024, (9/23 (751))]


Seçkin Deniz, 28.09.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı