29 Eylül 2024 Pazar

SA10996/SD3266: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 12

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Mahir’le çok konuşmuştuk bu konuyu. ‘Kültürel iktidar’ palavraları toplumu kastlara ayıran ve alt kastları köleleştiren satanist gücün içi boş söylemlerinden başka şeyler değillerdi. Türkiye toplumu onların aşağılayıcı tutum ve davranışlarını söylemleriyle birlikte çöpe atmıştı ve ilgilenmiyordu."

‘Bân’daki yardımcımız da yetişti mescidimizde kıldığımız akşam namazına. O, ben, babam ve çocuklarla beş kişilik küçük bir cemaat olmuştuk. Babam ‘namazı sen kıldır’ dese de onun kıldırmasını istedim, o öne geçerken, büyük oğluma da müezzinlik yapmasını söyledim, küçük oğlumu yanıma aldım ve namazımızı babamın imamlığı ile kıldık.

Namaz gün içinde çekiştiren her şeye kapılarak dağılıp giden ruhlarımızı, düşüncelerimizi tekrar bedenimize ve âna taşıyor, bizi abdestle sadeleştirerek ve arınarak Allah’a dua etmeye, onunla iletişim kurmaya hazır hale getiriyordu. 

Çılgın ve dinsiz Batı’nın mistik ve nihilist Doğu’dan aldığı yoga ve diğer terapi türlerinin insanların dinginlik ihtiyacını gidereceğini iddia edenlerin insanları aldattıklarını itiraf edecekleri bir gün elbette gelecekti, ama şu anda bir bütün olarak namazı ve Müslümanın ulaştığı dinginlik ve huzur seviyesini anlamak için çok çaba sarf eden insan yoktu.

“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” diyordu Ra’d Suresinin 28. ayeti; Doğu, Batı, Kuzey ve Güney bu insana başka seçenek bırakmayan gerçeği nasıl göz ardı edebiliyordu, anlamak çok güçtü. 

Bütün insanlığa hitap ediyordu Kur’an ve insanların Kur’an’ın çağrısını sadece atalarından devraldıkları İslam’ı taklit düşüncelerle ve ritüellerle devam ettiren Müslümanlara ait sanmaları ve uzak durmaları çok trajikti. Oysa yoganın Budistlere ait olduğunu söylemiyorlar ve düşünmüyorlardı. Hristiyanlar, Yahudiler ve ateistler İslam sapasağlam dururken Budizm’e duydukları ilgiyi açıklayamıyorlardı.

Müslümanlar da çok şeyin farkında değillerdi. İlahiyatçılar batıcı modernizmin ve materyalizmin etkisi altında kalarak veya tasavvuf şeyhlerinin uydurdukları inisiyatik ya da halüsinatif döküntüleri dinin derin anlamı olarak kabullenmiş bir şekilde her şeyi seyretmeyi tercih ediyorlardı.

Türkiye ise çok daha ciddi bir bilişsel bir krizin içindeydi; Osmanlı’dan devraldığı ve batılı referanslarla yeniden yapılanma içerisine girdiği, son iki yüzyılı çok daha derin bir çürümüşlükle geçen yaklaşık dört yüzyıllık yapay bir ‘aydın bunalımı’ yaşıyordu, sorgulamak ve gerçeğe ulaşmak akıllarına bile gelmiyordu.

‘Irmak Yazarı’ kanamaya devam eden bu yaraya dikkatle bakıyordu:

“Müslümanların bir merkez olarak kabul ettiği Türkiye coğrafyasında yaşanan aydın bunalımı çok farklı, bağımsız ve nesnel analizlerle anlaşılabilir, sağaltılabilir ve çözüm düzlemine indirgenebilirdi. İslam karşıtı ideolojik dürtülerinin etkisi altında nesnellikten uzaklaşan Cumhuriyet seçkinleri kölelik sistemini yaygınlaştırmak için bu yapay bunalımı daha da derinleştirdiler. 

Eğer ait oldukları karanlık odakların stratejilerini uygulamak yerine, iddia ettikleri şekilde bilimsel nesnelliği ve etiği ciddiye alabilselerdi, psikolojik, sosyolojik, politik ve dinî birçok sorun kendi çözüm mekanizmalarını üretecek ve geliştirecekti. 

Sorunların kendi çözüm mekanizmalarını üretmesi doğru soru ve doğru cevapların yapılacak olan analizlere kılavuzluk, denetleyicilik yapmasıyla mümkün olabilecekti. Türkiye ne yazık ki; doğru soru sorma bilgeliğine ulaşabilmiş yeteri kadar nitelikli insana sahip değildi.

Bir ülkeyi ilgilendiren sorunların tamamı için doğru çözümlere, doğru sorulara verilebilen doğru cevapların ülkenin bireyleri için kılavuzluk edebilme gücüne sahip olmasıyla ulaşılabilirdi. Küresel egemenlik kaygısı ve hülyası taşıyan ülkelerin sahip oldukları en aslî güç gerçekte sadece buydu. Doğru soru sorabilen bilge kişilerin ülkelerin mevcut gerçeğiyle gelecekteki gerçeği arasına koydukları genişlik, derinlik ve yükseklik merkezli geçiş ilişkilerini anlamak, sorunların kendi çözüm mekanizmalarını ürettiğini fark etmeye yardım edecekti.

Muhakkak ki tarih boyunca hiçbir toplum tüm unsurlarıyla gelişmiş ve bilge bir yapıda olmamıştı. Ancak bir toplumun aydın bunalımı yaşamaması için bütün unsurlarının gelişmiş ve bilge olması gerekmiyordu. Gerçeklerle algılananlar arasındaki farkları ortadan kaldırmaya hedeflenmemiş bir yapısal bozukluk varsa ve bu yapısal bozukluğun adı ‘aydın’ ise, herhangi bir yakın zamanda o toplum için etkili ve kılavuz olabilecek güçte bilge insanların var olması imkansızlaşacaktı.”

Öyle de olmuştu; Türkiye görev tanımlarının gereklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirerek iltifat görmeye odaklanmış aydın müsveddelerine mahkûm edilmişti; Batı köylerde ve kentlerde altyapı sorunlarını hızla çözerken, Türkiye aydın maskaralıklarının etkisiyle yaklaşık yüz yıl geride kalmıştı.

Erdoğan’ın iktidara geldiği 2002 yılı ve sonrasında eskiyen Avrupa alt yapılarına karşı eğitim, sağlık, ulaşım, savunma, yargı gibi alanlarda ortaya koyduğu eserler yepyeni ve ileri düzeyde teknoloji eseri olan altyapı unsurlarıydı. Ne yazık ki aydınların bu altyapı çalışmalarında hemen hemen hiçbir payı yoktu; serbest bırakılan aklın aktif bir şekilde çalışmasıyla sorunlar kendi çözüm mekanizmalarını basit bir şekilde üretmişti.

‘Irmak Yazarı’nın ülkemizde yaşanan aydın bunalımına yönelik eleştirileri benimkilerden çok da farklı değildi, ancak o karşılaştırmalı bakışı biraz daha fazla seviyordu:

“Türkiye'de yaşanan ‘aydın bunalımı’ tipik gelişmiş ülke algoritmalarından biri değildir, aksine kendine özgüdür. Zira hiçbir gelişmiş ülkede bu tür algoritmalar iki yüz yıl sürmemiştir. Büyük bir sosyolojik ve kültürel travmadan sonra herhangi bir ülkenin kendi bilgelerini ürettiği bilinen bir gerçektir. Bu bilgelerin, kendi zamanlarından bir önceki zamanda ‘aydın bunalımı’ yaşayan kast göçerlerinden ders aldıkları gerçeği de açıktır. Bu tür dersler doğrudan vakalardan veya vakaların yansımalarından alınmış derslerdir. Bir sonraki zaman için ‘tarih’ olarak ilerleyen her bir neden-sonuç ilişkili vaka, bilgelerin doğumunda etkin rol oynar.

Türkiye'de 1800'lü yıllarda başlayan ve büyük bir telaşla süren münevver olma hayali, çok sonra İttihat ve Terakki altyapılı bir bunalıma dönüştü. Cumhuriyet, İttihat ve Terakki bunalımını aynı çekinik duygularla sürdürdü. Bilgeliğe dönüşmekte asla etkili olamayacak olan ve kast göçerliğinden kaynaklanan aşağılık kompleksi, münevverlikten gücün beğenisini esas kabul eden aydın müsveddeliğine geçişi hızlandırdı. 

‘Aydın’ hızla kategorize edilmiş olan kast göçerlerine sıkıştırılmış bir etiket olarak ikram edildi. Bu sebeple çok büyük iki yıkımdan çıkmış olan bir halkın kendi sorunlarından kendi çözüm mekanizmalarını kuracak fırsatı olmadı.

Kasıtlı bir şekilde kısıtlanmış bir akılla, çıktıların tamamına ‘aydın’ etiketi basılı üretim merkezlerinde ‘bilgeler’ de doğmadı. Belki de yeteri kadar sayıda doğmadılar veya kılavuzluk edebilecek güce ulaştırılmadılar. Bu çalışmaların hepsi Türkiye'de aydın bunalımının sürmesini sağladı.” 

“‘Aydın’ kavramının yaşadığı anlam kaymaları sorgulanırken, ‘aydın’ nitelemesiyle taltif edilmiş kişilerin söz konusu kavram üzerinde oluşturdukları tahribata da değinmek gerekebilir.” diyordu ‘Bekçi’ ve analizinde sakin bir şekilde ilerliyordu:

"Aydınlar Cumhuriyet tarihi boyunca kendi durağan, dar, felçli akıllarının ve uşak alışkanlıklarının sosyolojik olarak bütün kültürel genlere sirayet etmelerini sağlayacak kadar güçlü oldular. Her farklı düşünce bu salgından nasibini aldı, her grup kendi bunalımlı aydınını ortaya çıkardı; dindar ya da dinsiz hemen hepsi bu garip yaratığın kendilerini desteklemesini sağlayarak bilgelerin doğmasını engellediler. ‘Aydın’ kavramı ile bu kavramın kendi düşük seviyeli gerçel/ özgül kimliğini oluşturmasının öyküsü işte bu şekilde gelişti.”

Mahir’le çok konuşmuştuk bu konuyu. ‘Kültürel iktidar’ palavraları toplumu kastlara ayıran ve alt kastları köleleştiren satanist gücün içi boş söylemlerinden başka şeyler değillerdi. 

Türkiye toplumu onların aşağılayıcı tutum ve davranışlarını söylemleriyle birlikte çöpe atmıştı ve ilgilenmiyordu. Onların ahlaksız kitaplarını okumuyor, antik Yunan’ın kötü birer taklidi olan tiyatrolarına gitmiyor, cinselliği merkeze alan sinemalarını izlemiyordu. 2002’deki seçim sonuçları bu anlamda çok net bir toplumsal tepki olarak ortaya çıkmıştı. 



<< Önceki                      Sonraki>>


[28.09.2024, (9/25 (753))]


Seçkin Deniz, 29.09.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı