14 Eylül 2024 Cumartesi

SA10969/SD3251: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 7

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Fatih Sultan olarak II. Mehmet’ten itibaren Vatikan’ın iddialarına neredeyse tıpatıp benzeyen bu uluhiyet sıfatı uydurulmuştu. Ama yıkılmaktan kurtulamamıştı, kendisine ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ diyen aklını ve imanını kaybetmiş beşerî güç; tıpkı Muaviye’nin kendisini ‘Halîfetullah’, yani ‘Allah’ın halifesi’ ilan etmesi gibi."

Karım hiç telaşsız gülümsedi:

‘Onlar bugün çok yoruldular, muhtemelen uyuyorlardır, günlük uyku saatleri çünkü!’ dedi. ‘Sen bu anlara şahit olamadığın için doğal olarak bilmiyorsun!’

‘Haklısın!’ dedim biraz da esefle. ‘Hayat hızla geçip gidiyor ve onlar için daha iyi bir gelecek sağlama telaşı yüzünden onların bir daha asla şahit olamayacağımız güzel ânlarını göremiyorum!’

Haklıydı. ‘Endişelendim bir ân!’ dedim rahatlamış bir ses tonuyla. ‘Haklısın, babaların kaçırdığı çok şey var gerçekten!’

‘Üzülme!’ dedi karım sakin ve biraz da üzüntülü bir şekilde. ‘Artık anneler de çok şey kaçırıyorlar. Onları bırakıp işe gittiğim her seferinde acı çektim. Anaokulu ve sonrasında ilkokul onlarla daha çok zaman geçirebilmek için aklıma gelen bir fikirdi!’

‘Çağın bize yüklediği yüklerin kurbanı daima çocuklar oluyor!’ dedim karıma, onu teselli etmek için. ‘Maalesef bu durum sadece yaşadığımız çağ için geçerli değil. Kadınlar hep evin dışında çalışmaya mecbur kaldılar, çocuklar çok ihmal edildi tarih boyunca. Bitmek bilmeyen savaşlar erkekleri evden uzaklara taşıdı, kadınlar da evin geçimini sağlamak için tarlalarında yalnız çalışmak zorunda kaldılar. Savaş herkesin evine taşındı artık bu çağda. Erkek de kadın da yaşamak için evin dışında çalışmak zorunda bırakıldılar!’

‘Aslında değişen çok fazla bir şey yok!’ dedi Karım. ‘Belki geçmişe göre babalar çocuklarına biraz daha yaklaşmış sayılabilirler.’

‘Olabilir!’ dedim gülümseyerek. ‘Benim çocuklarla geçirdiğim zamanların yüzde biri kadar zaman geçiremedik biz babamla!’

Yarın yine başlayacaktı iş seyahatlerim ve cumartesi-pazar günleri ailemden uzakta kalacaktım. Pazartesi de doluydu, ancak özel durumundan dolayı İzmir iş görüşmemizi Fırtına’ya devrettiğim için o gün boşalmıştı ve Adana’da kalacaktım.

Annem ve babam balkonda çay içerek akşam serinliğinin tadını çıkarıyorlardı; ikisinin güven veren varlığı bana ‘güven veren devlet’ olgusunun ne kadar önemli olduğunu hatırlatmıştı. Doğru işleyen bir aile yaşantısında anne ve baba çocuklar için merhamet dolu birer sığınaktı. Devlet de ancak böyle olduğu zaman insanlara güven verebilirdi.

Ama henüz o devleti inşa edememiştik, aldığımız yol ‘derin birer geçmişe sahip sayısız yarayla’ doluydu; o yaraları iyileştirmek ve devlet denen varlığın vücudunu ve zihnini onarmak ya da yeniden inşa etmek zaman alıyordu.

Annem ve babamla birlikte biz de balkonda çay içerek günün yorgunluğunu atmaya çalışırken zihnim durmuyordu.

Devlet, önemi herkes tarafından doğru anlaşılmayan, ancak küresel satanist çevrelerin çok iyi bildiği ve kullandığı dev bir şeydi. Allah güçlüleri de devletle sınıyordu, erkekleri aileleriyle sınadığı gibi.

“Neden var olduğunu ve neden var olmaya devam etmesi gerektiğini incelemeden Dünya'da ve Türkiye'de Devlet’in neden aynı şekilde algılandığını görmek mümkün değildir.” diyordu ‘Irmak Yazarı’. “Evet; Devlet, Dünya'da ve Türkiye’de insanlar tarafından aynı şekilde algılanmaktadır. Bu gerçeği, ortak insanlık tarihinde mevcut olan sebeplere dayandırabiliriz; ancak -bilgiye ulaşmaya ve özgürlüklerin kullanımına bağlı olarak- insanların hareket alanları Dünya'nın farklı kıtalarında birbirlerinden farklı olarak gelişmiştir. Devletlerin kuruluşlarındaki sebeplerin de çok etkili olduğu bu dönüşüm ve gelişim aşamaları, kıtalardan ülkelere doğru hızlı ya da yavaş ilerleyen süreçler sonunda ortaya çıkmıştır ve hiçbiri eşzamanlı değildir.”

Bu doğruydu; 2002’den beri yaşadığımız sürecin zorba devleti halka güven veren bir sığınak haline getirdiğini görmüştük ve bu değişim dünyanın hiçbir yerinde bu şekilde yaşanmamıştı.

‘Bekçi’ yorumlarını güçlü bir şekilde ortaya koyuyordu:

“Bilgi ve özgürlük ikilisinin etkilediği insan yaşadığı toplumu değiştirme görevini yerine getirirken, muhakkak ki engellerle karşılaşacaktır. Tarihin akışına dair yapılan analizler göz önünde tutulursa bu engellerin şiddet düzeyleri de açıkça görülecektir. Özellikle Avrupa kıtasında farklı güç merkezlerinin oluşması ve bu oluşumlarla koordine edilmiş ayaklanmalar, zihinlerdeki devletin şiddet ve baskıya dayalı yöntemlerini sorgulamasını gerektirmiş -hatta zorunlu kılmış- bundan sonraki gelişmeler de devletin merkezil gücünü insanların hizmetine adamış olmasını ve insanların mutluluğunu sağlamasını hedef noktasına koymuştur.

Yirminci yüzyılın başlarında dağılan imparatorluklarla birlikte, yöneticilerin, kralların, padişahların, imparatorların ve onların ait olduğu hanedanların tatmin edilmesini hedefleyen sistemler kuran devletler, birer birer tarihe gömülmeye başlamıştır. Avrupa kıtasında çok etkili olan ve açık bir şekilde görülebilen bu değişim, özellikle birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupalı kökenine doğru uyguladığı baskılardan da payını almıştır; buna karşılık devletin kutsallığının din merkezli nedenlere dayandırıldığı Asya ve Afrika kıtaları bu değişim akımından fazla etkilenmemişlerdir.”

‘Osmanlı dağdaki kurdunu, şehirdeki kuşunu bile düşünen bir devletti!’ demişti Babam. ‘Ama İslam’dan uzaklaştı ve önce adaletini kaybetti, nasıl zalim her erkek yaşlandığında gençlerin maskarası oluyorsa Osmanlı da altı yüz senenin sonunda düşmanın maskarası oldu ve yıkıldı gitti!’

Osmanlı Padişahları kibre kapılmışlar ve kendilerine ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ anlamına gelecek küstahça bir sıfat seçmişlerdi: ‘Padişâh-ı ruy-ı zemin zillullah-i fi'l-arz’. Fatih Sultan olarak II. Mehmet’ten itibaren Vatikan’ın iddialarına neredeyse tıpatıp benzeyen bu uluhiyet sıfatı uydurulmuştu. Ama yıkılmaktan kurtulamamıştı, kendisine ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ diyen aklını ve imanını kaybetmiş beşerî güç; tıpkı Muaviye’nin kendisini ‘Halîfetullah’, yani ‘Allah’ın halifesi’ ilan etmesi gibi.

‘Laiklik’ tanrısının dayatıldığı Cumhuriyet’in de farklı bir yönü yoktu bu anlamda.

“Özellikle 'kutsal devlet-kutsal lider' algısının yaygın olduğu ve mistik gerekçelerin -inançların, geleneklerin, sadakatin, hainliğin, onurun- devletin elinde birer denetim mekanizmasına dönüşmüş olduğu Çin, Japonya, Hindistan, Orta Asya, Ön Asya, Arap yarımadası ve kabile aristokrasisinin sürdüğü Afrika ülkelerinde devlet binlerce yıllık statüsünü korumaya devam etmiştir. Temelde Batı ile Doğu arasındaki gelişmişlik farkı ve devlet-vatandaş ilişkisi bu ayrışım ışığında daha net görülebilmektedir.” diyordu ‘Bekçi’. “Batı, Amerika Birleşik Devletleri tarafından propagandası yapılan insan/birey-merkezli yaklaşımlarını iki dünya savaşı sonrasında tercih etmek zorunda kalmıştır. İtalya, İspanya, Yunanistan ve Balkan ülkeleri, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, devleti aynı hızla insanların mutluluğu için kullanılan birer araca dönüştürememişlerdir.”

Bizde Osmanlı’nın adaletini neredeyse tamamen kaybettiği on sekizinci yüzyılda başlayan kör bir Batı hayranlığı dolayısıyla bu tür analizler yapılmamıştı çok fazla; yapılsa da yeni nesiller bunları okuyamamışlardı üniversitelerde.

Tam aksine, nesnel analizler yapmak yerine özgürlük maskesi takılmış -her ikisi de materyalist, ateist olan- ‘kapitalizm, liberalizm’ ve karşısında özenle tasarlanmış ‘komünizm, sosyalizm’ gibi kavramlarla genç insanların Devlet algısını yerle bir etmişlerdi; her iki akıntı da herhangi bir dinin ve bir tanrının sınırlarını kabul etmedikleri halde dinleri ve ‘Tanrı’ olgusunu kabul ederek ya da reddederek kullanmış ve insanların neredeyse tamamını kontrolleri altına almışlardı.

‘Sağcı-solcu yaptılar gençlerimizi 60’lı,70’li yıllarda; birbirlerine öldürttüler!’ demişti Babam kahır dolu bir sesle. ‘Bu memleketin çocuklarını birbirlerine düşman ettiler. Üniversitelerde terörist yetiştirdiler. İnönü’nün ODTÜ’de rektör olan oğlu evinde terörist sakladı!’ 



<< Önceki                      Sonraki>>


[13.09.2024, (9/15 (743))]


Seçkin Deniz, 14.09.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı