5 Ekim 2024 Cumartesi

SA11009/SD3273: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 13

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"O kadar çok şey sığmıştı ki bu güzel güne... ama ben çalışmıştım sürekli; tatil ne demekti hiç bilmiyordum."

Ne yazık ki ‘kültürel iktidar’ savaşlarının tamamen başarısız olduğu söylenemezdi; halktan ayrışarak sistemin istediği bir formda ‘vatandaş’ olma hevesi ve heyecanıyla satanist kurgunun ürettiği kitaplara, tiyatrolara ve sinemalara ilgi duyarak onlardan beslenen bir kast türü ortaya çıkmıştı. ‘Irmak Yazarı’nın bahsettiği kast atlayan ‘kast göçerleri’ bunlardan başkaları olamazdı. Kültürel iktidarı kabul edenler de sadece onlardı.

Mahir’e soracaktım bir ‘kast göçeri’ olup olmadığını; nasıl tepki vereceğini de merak ediyordum. Muhtemelen ‘Irmak Yazarı’nın bu yorumuna da tepki gösterecekti, ancak gerekçelerine de doğru diyecekti:

“Türkiye'de aydın bunalımına katkıda bulunanların hepsi, -hangi kast sisteminin içerisinde olurlarsa olsunlar- diğerlerini ‘kast göçeri’ olarak suçlamaya devam etmektedirler. Rasyonel anlamda, “asgarî müşterekler’ nesnel bir yaklaşımla az da olsa aydınları bir araya getirebilmeliydi. Bu maalesef başarılamadı, çünkü aydın olarak sürekli yüceltilen türlerin aydın olmakla ilgisi yoktu, onlar sadece şeytanın gerçekte karanlığı yücelten ışığıyla aydınlanmışlardı.”

Mahir’i ve çevresini kast göçeri olarak suçladığımda onlar da bana ‘kast göçeri’ diyebilirler miydi mesela? 

Bence diyemezlerdi, aramızda çok temel bir fark vardı. Ben sistemin istediği türden bir vatandaş olma çabası içerisinde değildim ve zihnimin temel kodları Kur’an’la oluşturulmuştu. İçki içemezdim, zina yapamazdım, rüşvet yiyemezdim, yalan söyleyemezdim, insanları ve başka ideolojileri yüceltemezdim, kötülük üreten gizli organizasyonlara ve kastlara dahil olamazdım, vatanıma, insanlarıma ve inancıma ihanet edemezdim, hiç kimseyi aldatamazdım.

Elbette Mahir itiraz edecekti, ama ben de ona ne kadar Müslüman olsa da hayatının bütün olarak bir Müslümanın hayatı ile birebir orantılı olduğunu iddia edemeyeceğini söyleyecektim, dahil olduğu kast buna izin vermezdi, diğer olumsuz şeyler bir yana en azından aşka ve içkiye dair, ibadetlere dair, inancındaki kuşkulara dair vurgularımı hatırlıyor olacaktı. Mahir vatanseverdi, tasavvufun yaygın din anlayışına karşıydı, o yüzden de din onun için sadece bir olguydu.

Kastlar insanların zihinlerine surlar örüyor ve farklı düşünmelerini engelliyordu. Neredeyse bütünüyle Yahudiler tarafından yazılmış ve yayınlanmış binlerce kitabı okuyan, binlerce filmi izleyen birinin ne tür bir aydınlanma ile donanacağını herkes tahmin edebilirdi.

‘Irmak Yazarı’nın bütün olarak birer kast göçeri olan aydınlarla ilgili karamsar sonuç önermelerine sahip olmaması gerçekten umut vericiydi:

“Aydın bunalımı, bu ülkede kıyamete kadar sürecek değildir. Kılavuzluk edecek bilge kıtlığı bu ülkenin hızla ilerlemesini engellese de doğru soru sorarak doğru cevap bulabilenlerin de ilerleyebilecekleri kendi özel yolları olacaktır. Bu da başka bir algoritmadır. Sorunlar kendi çözüm mekanizmalarını bu tali yoldan gerçekleştirmeye alışkındırlar. ‘Aydın bunalımı’, bu tali yollardan gelip büyüyen bilgeler eliyle kıyamete kadar cehaletin içine, geldiği yere gömülecektir. Eşyanın doğası, insanın dünya macerası bunu gerektirir. Takdir Allah'tandır.”

Akşam yemeğini yedikten sonra ‘sıkıntı’ ile ilgili çalışmalarıma devam ettim. Şirketin rutin sistematik işleyişini de kontrol ederek geçirdiğim tatil günüm sona ermek üzereydi. O kadar çok şey sığmıştı ki bu güzel güne... ama ben çalışmıştım sürekli; tatil ne demekti hiç bilmiyordum.

Gece 21.55’i gösterdiğinde Cevval’den bir mesaj gelmişti: ‘Yarın kaçışın yok, balık yiyeceğiz. Sana güzel bir haberim var.’

Ardından Mahir’in, ‘Gardaş yarın ne vakit müsait olursun?’ diyerek soran mesajı.

Mesaj yağmuru başlamıştı bir kere. ‘Abi, evdeyim ve şimdiden her şey çok güzel’ diyordu Fırtına.

Ve en son saat 22.15’te İD’nin mesajı: ‘Nasilsiniz? Umarim bir sorun yoktur. İstanbul da cok sicak. Yarin Ankara’da olacaksiniz degil mi?’

Karım elinde kahve fincanı, su bardağı ve çikolata bulunan küçük ahşap tepsiyle çalışma odama girdiğinde İD’nin mesajını okuyordum. Mesajı ona da gösterdim.

Tepsiyi masama koydu, gülümsedi ve ‘Bu kız vazgeçmeyecek senden Mühendis!’ dedi, biraz da artık yorulan bir sesle. ‘Kafana yatarsa kıy imam nikahını, kızcağız da mutlu olsun!’

Karım zihnindeki karmaşadan bir an önce kurtulmak istiyordu, ama bütün sorumluluğu bana yüklemeyi de ihmal etmiyordu. Bunu kabul edemezdim.

‘Kara çarşaf da giyermiş, eğer ben istersem!’ dedim gülümseyerek. ‘Erdoğan tek resmi nikah zorunluluğunu kaldırmalıymış, ama kendisi asla ikinci olamazmış!’

‘Resmî nikah mı istiyor?’ dedi karım şaşırarak. ‘Nikah ne zamandan beri önemli Batı’da?’

‘Zina haramdır, bunu biliyor artık!’ dedim biraz da konuyu geçiştirmek istediğimi belli ederek. ‘İmam nikahına da razı!’

‘Ne kadar çok benciller batılı kadınlar!’ dedi karım bu kez çok içten bir şekilde gülümseyerek. ‘Fedakarlık yapmaya hazırlar, kocalarını paylaşmaya itiraz etmiyorlar, ama sıralamayı önemsiyorlar. Ben paylaşmayı kabul edemem mesela. Karar senin, istersen üç çocuk da o doğurur artık!’

‘Aslında sekiz tane de o doğurursa bir futbol takımı kurabiliriz!’ dedim, konuyu biraz da esneterek. Çünkü karımın yüzü solmaya başlamıştı. Dönüp kapıdan çıkacaktı ki onu durdurdum. Hüzünlü bakışlarını değiştirecek sözler söyledim. 

Benim için çok değerliydi, bunu biliyordu, ama kadın genetiğini bir türlü aşamadığını ikimiz de biliyorduk, anlamsız bir şekilde etkileniyor olması beni üzüyordu. İstersem İD’nin mesajını ona göstermeyebileceğimi söyledim, şeffaflığımın ve dürüstlüğümün işaret ettiği şeye dikkat etmesini istedim. Zihninde haksız yere oluşturduğumuz bu yükü atmasını umuyordum, çünkü çok hassas bir döneme girmişti.

Karım bundan sonra kendisine İD ile ilgili hiçbir şey söylemememi istedi benden; bu kadar şeffaflık gereksiz gerilimler üretiyordu ona göre. 

‘Tamam’ dedim heyecanla. ‘Bilmeni istiyorum, senin hoşlanmayacağın hiçbir şey olmayacak, çünkü senden önce her şeyi bilen, gören ve hesap soracak olan Allah var. Beni endişelendiren şey bu konunun senin zihninde ürettiği ve üreteceği sorunlar!’

‘Kendimle mücadele edeceğim!’ dedi karım. ‘Eğer onu istiyorsan da buna onun değil senin karar vermeni istiyorum, seni ilgisiyle ve kadınlığıyla etkilediğinin farkındayım. Seni çok iyi tanıyorum ve üzülmeni istemiyorum, seni hiç üzmedim, başkasının üzmesine de tahammül edemem!’

‘Anlaştık!’ dedim neşesi kaçan bir sesle. ‘Keşke mesajı ona göstermeseydim!’ diyen seslerin zihnime doluştuğunu hissediyordum. ‘Ama sen asla üzülme!’

‘Ama,’ dedi karım odadan çıkarken, ‘Sana ‘sen’ demiyor diğer mesajlardaki gibi; ‘siz’ diyor!’ dedi. ‘Bu önemli bir 'mesafe' kararı gibi görünüyor!’

‘Kötü bir kız değildir İD!’ dedim. ‘Kimseyi üzmek istemez, fedakardır, incedir!’

Bu sorunu da böylece çözüm sürecine dahil etmiştim. Biraz zor ilerleyecekti bu süreç, ama yapabileceğim çok fazla şey yoktu.


<< Önceki                      Sonraki>>


[04.10.2024, (9/27 (755))]


Seçkin Deniz, 05.10.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı