6 Ekim 2024 Pazar

SA11010/SD3274: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 14

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Sosyolojiden sahaflığa geçen bu tamamen stres dolu bir özgeçmişin içinde neler yoktu ki... O bir alaycıydı, antik çağ Yunanlarının sinik ya da kinik dediği bir tipti."

İD’nin duygularını hırpalamaya da gerek yoktu; İD’nin o duyguları yaşama ve kendi kararlarını verme hakkı vardı. Hiç kimse birine tutulduğu için suçlanamazdı, ama bu tutulma eğer başka hayatları olumsuz etkiliyorsa ay tutulmasından öteye geçmemeliydi. 

Bu sınırlama benim için de geçerliydi, İD için de. Herkes sınırlarını bilmeliydi. Karım saygın bir eş, anne ve insan olarak beklentilerinde haklıydı. İçinde yaşadığımız çağ geçmiş çağlara göre etkileşimin sınırsız olduğu bir çağdı; hem daralan ortamlardaki fiziksel etkileşim hem de internet üzerinden her türlü uygulama kullanılarak gerçekleştirilen etkileşim artık kontrol edilemeyecek kadar baskı kuruyordu insanların ruhunda.

Hiçbirimiz bu baskıdan muaf değildik, geçmiş çağlarda Allah tarafından gönderilen elçilerin üzerinde de o çağların algılarına göre birbirini doğuran baskılar vardı; Adem ve eşinden itibaren insan hep sınanmıştı. Şeytan ve cinlerden, insanlardan devşirdiği diğer şeytanlar asla boş durmuyordu. Ne yazık ki şimdi işler daha karmaşıktı. Mesafeler bitmiş, sınırlar silinmiş, ilkeler ve inançlar ustaca törpülenmişti.

Biz Batıcılığın baskısı altındaydık; dinsiz ve ahlaksız bir modernleşmeydi bu. Batı, kitaplar, filmler ve videolarla insanı şeytana dönüştüren bir medeniyetti, satanist yahudi medeniyetiydi.

Önce Cevval’in mesajına cevap verdim: ‘Güzel haberini merak ettim. Yarın sabah toplantıdan sonra görüşebiliriz. Selamlar.’

Sonra da Mahir’e, ‘Öğleden sonraya sarkan programım ve görüşmelerim var, ancak akşama müsait oluruz Ağa, seni haberdar ederim. Selamlar.’ diye yazdım.

Fırtına'ya da: 'Çok güzel, Allah yardımcın olsun. Selamlar.' 

İD’ye ne yazacağımı bilmiyordum. Cevap verip vermemekte tereddütlüydüm, ancak herhangi bir elektronik mektuba, çağrıya ya da mesaja cevap vermemek gibi kötü bir alışkanlığım yoktu. Ona da yazdım: 

‘Şükür, iyiyiz ailecek; inceliğin ve gerilimi azaltma çaban için teşekkür ederim, ancak bizi çok sarstığını bilmeni isterim. Evet; yarın Ankara’da olacağım, çok yoğun bir programım olacak!’

Dışarıdan çocuklarla babamın sesleri geliyordu. ‘Eliiif, Beee..’ diyen babam küçük oğluma Elif-Ba’yı öğretiyordu. Büyük oğlum ise okuduğu kitapta aklına takılanları dedesine soruyordu. 

Karımın getirdiği kahveyi yudumladım ve çalışmaya devam ettim, içimde kesintisiz bir şekilde tekrarlanan ‘Bismillah’ ile.

‘Irmak Yazarı’ karmaşık konulardaki akışkan analizlerine devam ediyordu:

“Bir toplumu değiştirmek kolay bir fonksiyon sorunu değildir; Türkiye'de ‘Tanzimat Fermanı’ ile başlayan ve Cumhuriyet dönemi ile birlikte programlı bir şekilde artan devlet baskısı ile 1948'e kadar tavizsiz bir şekilde süren, 1948'den sonra da kısmî özgürlük bahşeden devlet kurgusuyla baskısını devam ettiren Batılılaşma serüveni, geride kalan iki yüzyıl düşünülürse başarılı sayılmadığı gibi, başarısız da sayılmaz.

Bugünkü toplum yapımız, herhangi bir batılı ülkeden ayrışan yönleri, gelenekler ve din muhafazakarlığı ile ağır bassa da, ‘Tanzimat Fermanı’ öncesi toplum yapımızla kıyaslanamaz derecede farklıdır. O halde bugünkü toplumu değiştirmek için gerekli olan öngörülebilir zaman, eşdeğer olmayan zorluklar dikkate alınarak geçen iki yüz yılla kıyaslanmalıdır. 

Devlet aileye girmekte zorluk çekmiş ve ailenin katı ve haklı korumacılığını yenememiştir; ancak ortaya çıkan birey, geçmiş ve şimdi arasında kaskatı kesilen travmatik özellikleri yüksek bir birey tipine dönüşmüştür; şu anda şikayetçi olduğumuz şey de tam olarak budur.

Devletin -Osmanlı’nın son yüzyılında ve cumhuriyetin ilk yüzyılında- her türlü yöntemi deneyerek değiştirmeye çalıştığı toplum, bugün iletişim kanallarının çeşitlenmesi ve bireyselleşmesi sonucu direniş noktalarını tek tek kaybetmiş ve kolaylıkla değişebilir hale gelmiştir. Yani devleti aşarak gelip toplumu değiştiren şey, bireylerin değerlerle ilişkilerini zedeleyen iletişim özgürlüğü ve kötülüğe ulaşma kolaylığıdır.”

‘Kötülüğe ulaşma kolaylığı’ diğer bir baskın etkendi iletişimin ve dolayısıyla artan etkileşimin yanında. İnsanlar ruhlarını nefsin dar sınırlarında kısırlaştırdıklarını fark edemiyorlardı.

“Çoğumuz, özellikle 80'li yıllarda başlayan, 90'lı yıllarda hızlanan ve 2000'li yıllarda kontrol edilemez bir kaosa yakalanan bireydeki değişimi görmezden gelerek, geçmiş bireylerin davranışlarının neden gözlenemez hâle geldiğini sorguluyoruz. Bu değişim ve  geride kalmış beklenti sadece Türkiye toplumuna has bir sorun değildir, Türkiye Batılılaşmaya çalışırken Batı kendi tahkim edilmiş seviyesinden daha farklı bir mecraya doğru değişmiş, kendi yavrusunu doğmadan öldürebilecek, sokakta, barda, kafede beğendiği bir cinsle çiftleşebilecek bir sefalete doğru genişlemiştir.” diyordu ‘Bekçi’ bütün insanlığın modernleşme izleklerini yorumlarken.

“Batılı laiklikten dinsizliğe ve değersizliğe doğru savrulurken, Batılılaşmaya çalışan geri bırakılmış ülkeler iletişimin sınırsızlaşması ile birlikte geçen iki yüz yıllık zaman farkını hızla kapatarak Batılılar gibi davranmayı kolaylıkla savunur hale gelmiş durumdadırlar. Gördüğümüz makyajlı, dar giyimli, takma kirpikli örtülü kadın, metroseksüel dindar erkek tipleri bu savrulmanın hangi boyutlara geldiğini net bir şekilde göstermektedir. Utanma duygusu, yerini tipik çağdaş batılı bireydeki 'görsel beğeni' sorunlarına bırakmıştır. Oysa İslamî değerlere göre kadın ve erkek, bedenleri ile tahrik ve teşvikten men edilmişlerdir. Devletin iki yüz yılda zorla başaramadığı şey tam olarak hedeflendiği çerçevede olmasa bile gerçekleşmiştir.”

Burada aklıma gelmişti benim ‘Gezgin’ dediğim sosyolog arkadaşım. Onunla da aynı internet sitesinde yazılarımız yayınlanıyordu. Sosyolojiden sahaflığa geçen bu tamamen stres dolu bir özgeçmişin içinde neler yoktu ki... O bir alaycıydı, antik çağ Yunanlarının sinik ya da kinik dediği bir tipti. 

Aydınlanma çağının edebî, felsefî, sosyolojik, siyasî neredeyse bütün eserlerini okumuş, medrese eğitimi aldığı dönemlerde İslam Medeniyetinin öne çıkarılmış dinî ve edebî metinleri üzerinde kafa yormuş, antik Yunan’a, antik Hind’e ve antik Çin’e kadar uzanmıştı.

‘Irmak Yazarı’ sanki bu notlarını Gezgin’le yaptığımız telefon sohbetlerini dinleyerek yazmıştı.

“Tanzimat sonrası Fransız kültürüne dair okumalar, yerini İngiliz, Alman ve Amerikan kültürüne dair okumalara bırakırken, aslında çoğunlukla semitik kökene sahip yazarların yazdığı kitapların okunduğu, eleştirildiği, yayıldığı ve temel insanî değerlerden ve bakış açılarından farklı olarak, bütün insanlığın zihninin, -İsrailli Haaretz'de yayınlanan bir analizde belirtildiği gibi- şizofrenik yahudi kültürünün baskın emperyalist unsurlarla inşâ edildiği gerçeği ile karşı karşıya kalınmıştır.

Okuyan toplumların ne okuduğu bellidir; doğru ile yanlış ve iyi ile kötü arasındaki kesin-keskin farkların belirsizleştiği bir okuma zincirine, sinema-televizyon ve internet içerikleri de eklenmiş ve insanlık temelinde bireylerin tamamen benzeştiği, basitleştiği ve hayvandan daha aşağı bir seviyede eşitlendiği artık açıktır. Bugünkü vahşi katliamların altında yatan temel sebep budur.” 


<< Önceki                      Sonraki>>


[04.10.2024, (9/29 (757))]


Seçkin Deniz, 06.10.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı