20 Ekim 2024 Pazar

SA11037/SD3289: Sıkıntı (Roman); 9. Bölüm-Irmak 18

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Bugün her şey geçmişteki kadar karanlıkta ve sessizlikte kalamayacak kadar güçlü ışıklar altındaydı. Alaca karanlıklar daha az karanlık içeriyorlardı; insanları karanlığa çeken iplerin kimlerin ellerinde olduğu daha net görülüyordu."

Üniversiteleri doldurdukları gibi, bütün çeşitleriyle medyayı ve yayınevlerini de dolduran bu türlerden de tiksiniyordu Gezgin; bunların çekişmelerini aşağılıyordu. Çünkü o da bir zamanlar bu çekişmelerin heyecanlı bir kurbanı olduğu 70’li yılların son, 80’li yılların ilk günlerini hatırlıyordu. FETÖ’nün kuluçka dönemlerinden beri tiksiniyordu onlardan.

Ona anlatmıştım; çekişmelerle ortaya çıkan kaos, siyasetin üst katmanları için üzerinde çalışılacak ve yararları kendi çıkarları için devşirilecek olan bir tepkimeler bileşimiydi. Sanılanın aksine, mümkün olan her türlü ayrıntının inceden inceye hesaplandığı bu tür kaoslar, siyasetin alaca karanlığı için mükemmel puslu ortamlar üretiyorlardı. Puslu ortamlar olmadan da siyasetin üst katmanları beslenemezler ve açlıktan ölürlerdi.

İnsanlığı kan ve çirkef bataklığından kurtaracak olan erdemdi, entelektüel kapasiteydi. Yirmi birinci yüzyılda toplumların 'bilgi toplumu' olabilme değeri, yükselen değerlerin tümünü içeriyordu. Ne yazık ki; siyasetin alaca karanlığı bu değeri de çarpıtmakta gecikmemiş, yetersiz ve donanımsız bilgi yüklemesinin bilgi toplumu olabilmeye yeteceğini öne sürerek kurbanlarını devşirebileceği, ‘şaşkın bilge müsveddeleri’nin yetişebileceği tarlaları düzenlemiş ve gerekli tohumları ekmişti. 

Yeni tarlalar yeni özelliklere sahip 'aydın' diye pazarlanan yeni gönüllü kurbanlar yetiştirmekte gecikmeyecekti. 80’li ve 90’lı yıllar böyle geçmişti. Bütün din maskelileri de içeren sağ ve sol örgütlerle, PKK gibi artık NATO tarafından kurulduğu çok iyi bilinen terör örgütleriyle, Türkiye’yi ve Müslümanları baskı altına alan, devlet içinde gizlenmiş, yarı resmi gizli örgütlerle üretilen ve yayılan NATO terörü bu puslu ortamlarda cesamet bulmuştu.

2002’ye gelene kadar NATO’nun sürekli kaos içindeki bir karakolu olarak Türkiye, hem ekonomik olarak, hem sosyolojik olarak çökmüş ve zifiri bir karanlığa gömülmüştü.

1950’den beri yaşananlar değişmiyordu. Her yeni dönemde de siyasetin üst katmanları kendi geleceklerini ebedileştirmek adına her türlü tedbiri almaktan başka bir şey düşünmediler; düşünmeleri de beklenmemeliydi. Demirel, Erbakan, Ecevit, Türkeş böyle bir dönemin figürleriydi.

Erdem puslu havaları sevmezdi, ama erdemli olduklarını sanan kurbanlar havanın puslu olup olmamasına aldırmadıkları gibi -isteseler de aldıramazlardı- , puslu hava ile puslu olmayan havayı ayırt edebilecek özelliklere sahip değillerdi.

Yeni kurbanların karşı karşıya kaldıkları tehlike tarihin kaydettiği tehlikelerin tamamından daha büyüktü. Bildiklerini sandıkları şeylerin çokluğundan bilmedikleri şeylerin farkında olmayan erdem yolcusu masum gönüllüler ile bildiklerinin farkında olmayan erdem hayranı budalalar, yeni dönemin yeni militanları olarak tarihin adları anılmayan alt katmanlarını oluşturuyorlardı. 

Onlar peşinden koştukları veya yerlerinde durarak hayranı oldukları erdemin, inanç, zekâ, akıl, ahlâk, cesaret ve yüksek bir hedefle işlenen bilgiden üreyen bir bütünlük özelliği olduğunu bilmiyorlardı.

Bilmedikleri bu şey, onların bildiklerini sandıkları şeylerin kendilerine vehmettirdiği kibrin bedeli olarak onlardan uzaklaşacaktı; siyasetin alaca karanlığında üretilen çekişmelerle kendilerinde var olduklarına hükmettikleri entelektüel özellik yanılgısı ile giriştikleri kavgaların tam ortasında bir rezalet olarak yerini bulacaktı. 

Onlar, indikleri o yerin en dip, en alt olduğunu ayırt edemedikleri için de kimler tarafından ve neden kullanıldıklarını anlayamayacak kadar 'sofistik ahmak' olarak tarihteki yerlerini alacaklardı. Bu kez geçmişin aksine tarih onları kaydedecekti. Çünkü; verecekleri zararlar kendilerini aşacaktı, iplerini ellerinde tutanları da aşağıya sürükleyeceklerdi. Tarih o ipleri ellerinde tutanları anacağı için, onları aşağı çekenleri de anmak zorunda kalacaktı.

Bugün her şey geçmişteki kadar karanlıkta ve sessizlikte kalamayacak kadar güçlü ışıklar altındaydı. Alaca karanlıklar daha az karanlık içeriyorlardı; insanları karanlığa çeken iplerin kimlerin ellerinde olduğu daha net görülüyordu. 

Bilgi toplumu olmaya giden yolda belki de insanların tümünün en büyük avantajı buydu. İplerin kimin ellerinde olduğunu çok fazla zaman geçmeden öğrenebiliyorlardı. Sırlar mezara gidemeyecek kadar kısa yaşıyorlardı; kurbanların uyanma süreçleri ölümden önceye kadar ki zaman aralığında sonuçlanabiliyordu.

Yerkürenin öne çıkarılan değerlerinin dinlerle ve felsefelerle sürekli beslendiği dikkate alınırsa, insana 'fayda' sağladığı düşünülen psişik araçların kullanım sıklıklarının arttığı da görülecekti. İnsan, genetik kodları gereğince erdemi aramak zorundaydı; insanın içine yerleştirilen yüksek hedef erdemle elde edilen huzurdu. Her insan için bu arayış her seferinde yeniden başladığına göre, insan var oldukça erdem arayışı sürecek demekti.

Erdem arayışı sürdükçe de erdem pazarlayan bezirganlar insanlığın şimdiki ve gelecek zamanından eksilmeyeceklerdi. Erdem arayışında olanların, izlemek ve uyarıcı olmak dışında siyaset sahnelerinde yer almamaları gerektiğini söyleyecek erdem sahipleri de olmalıydı Ki; o erdem sahipleri, kendi içlerinde ulaştıkları huzurun kendilerine yüklediği mükellefiyeti idrak ettikleri ve ulaştıkları erdemi insanların hizmetine sunmayı başardıkları vakit erdem sahibi olduklarını kanıtlamış olacaklardı. 

Hiçbir süfli isteği ve beklentiyi öne çıkarmadıkları ve Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmadıkları için, erdem onların bilgisini gölgelerden, alaca karanlıklardan ve karanlıklardan çıkaracak; yaşanır kılacaktı. Hiçbir siyasî değerlendirme onları eğriltemezdi; çıkar kesişmeleriyle ortaya çıkan çekişmelere sürükleyemez, çekişmelerden ortaya çıkan süfli sebepler onların doğruyu ilan etmelerine asla mâni olamazdı. 

Aksi halde meydana çıkan ne erdem olacaktı ne fazilet; ancak ve yalnızca şimdi ve iki yüz yıldır olduğu gibi başlı başına entelektüel bir rezalet olacaktı.

Gezgin herhangi bir ideali bulunmayan buna rağmen kendini entelektüel diyerek pazarlayan Türkiye’nin aydın sınıfından da tiksinmişti; sağcısı, solcusu, din bezirganlığı yapanı dahildi bu aydın sınıfına. Saygı duyacağı bir düşünür, edebiyatçı, filozof veya Müslüman ilim adamı bulmakta zorluk çektiğini söylüyordu.

Çalışmalarıma ara verip uyumayı düşündüğüm sırada telefonuma art arda mesajlar düşmeye başlamıştı.

İlk mesaj Cevval’dendi: ‘Toplantın bitince ara. İyi geceler!’

İkinci mesaj da Mahir’den: ‘Başkasına söz verme, akşam da, gece de benim misafirimsin. Allah rahatlık versin. Selamlar’

Fırtına da. ‘Sağol Abi, Allah razı olsun. Hayırlı geceler.’ diye yazmıştı.

Son mesaj da İD’dendi: ‘Sizi rahatsiz ettigim icin uzgunum. Kendine iyi bak, tamam mi?’

Gönderilen her mesaj zihnimde birbiriyle ilgisiz çağrışımlar üretiyordu. Geceyi noktalayan diğerlerinin aksine İD’nin mesajı cevap bekleyen tek mesajdı. Yine ne yazacağımı bilemez haldeydim. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[16.10.2024, (9/37 (765))]


Seçkin Deniz, 20.10.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı