Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Bilim, rasyonel çizgisiyle Avrupa’yı ve Batı’yı orta çağ karanlığından kurtarırken, Katolik Kilise'nin entrikalarını durduramamıştı ve yirmi birinci yüzyılın başlangıcında Papa, yine orta çağdaki gücüne ulaştığına kanaat getirerek, içindeki kini açıkça telaffuz etmekten çekinmiyordu."
İki dünya savaşını da çıkaranlar, ABD merkezli olmak üzere Amerika kıtasında, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’da olduğu gibi Osmanlı’da, Rusya’da, Çin ve Japonya’da imparatorlukların ve krallıkların ruhunu ele geçiren samirîlerdi.
‘Bekçi’nin, Kardinal Ratzinger’in istifasını temel alarak Hristiyanlıktaki çöküşü yorumlayan analizi sürüyordu:
“Yaşayan mağdurların savaşlar yüzyılının başlangıcından bu yana taşıdıkları cinsel travmaları itiraf etmeleri ile başlayan süreç Kilise adına utanç verici bir özgeçmişi Vatikan’ın en tepesine kadar çıkardı. ABD, Kanada, İngiltere, İskoçya gibi Katolikliğin yaygın olduğu ülkelerde ardı ardına geçmişi yarım yüzyıla kadar uzanan skandallar patlak verdi.
Erasmus’un 16. yüzyılın başında yazdığı ‘Deliliğe Övgü’, çok ciddi bir kilise ve inanç doktrini eleştirisi içeriyordu. Bugünden bakıldığında Batı kültürüne ait tek kayda değer yazar/eser olarak özgün yerini koruyan ikinci bir esere rastlamak güç. Ancak yeterli ilgiyi gördüğü ve kirli bilgiye karşı destek bulduğu söylenemez. Her eleştiri sarmalında, karşıt akımlarla birbirini üreten düşüncelerin dışında kalmayı başarabilen Kilise, artık dayanamadı ve kendi statik varlığını akışkan bilgi ağına karşı koruyamadı.”
Nitelikli ve analitik bir bakışın net bir şekilde gözlemleyebileceği şeylerdi bunlar; kötülüğün sırlarının saklanamadığı ve artık saklanamayacağı bir çağdaydık:
“Hiçbir papaz artık taciz ettiği kız veya erkek çocuğun karşısında kutsal ya da dokunulmaz değil. Özür dileyebilen ve istifa eden papa örneği, yanılabilirliğin insancıl yanını açığa çıkardığı gibi, yaşadığı ve yaşattığı skandallarla, insanın ürettiği hiçbir kutsalın gerçekten kutsal olmadığını da bütün insanlığa öğretmiş bulunuyor.
Sarhoşların, katillerin, yağmacıların ve seks düşkünü savaşçıların anlatıcısı Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı ile Dante’nin uydurduğu mistik/mitolojik ‘İlahi Komedya’sından beslenen Batı, Roma Hukuku’na adapte olan Kilise’nin kollarında son nefesini verirken, beraberinde bütün yazarlarını, filozoflarını, edebiyatçılarını ve şairlerini de götürmek zorunda kalıyor.
Kilise’nin ilk gece hakkına karşı insanları korumadığı zamandan bu yana yaşadığı erozyon artık büyük bir heyelanla, özellikle Vatikan’ı da yerle bir ederek sona erdi. Vatikan’ın sembolik yapısında sabit bir suç olarak kanıtlanan kirli bilgi tarihin derinliklerine doğru hızla yol alıyor.”
‘Irmak Yazarı’ bir cenaze töreninin ayrıntılarını anlatıyor gibiydi:
“Tolstoy’dan Dostoyevski’ye, Kafka’dan Freud’a, Nietszche’den Kant’a, Darwin’den Marx’a, Voltaire’den Hugo’ya kadar eklektik ya da anarşist her akım/düşünce, karşıtı yok olduğu için yok olmaya mahkûm artık.
Batılı klasikler insan zihnine uyguladıkları kaçışsız dayatmalarla, okuyanlara öğrettikleri her bilgi kırıntısındaki kiri özgül ağırlıkları olarak kütüphanelerde ve müzelerde taşımaya devam edecekler; ancak yazılı ve görsel bu eserlerin ürettiği medeniyet, ahlaksız, dinsiz, bencil, acımasız, değersiz ve mutsuz insanların yaşadığı bir medeniyet olduğu için unutulmayacaklar ve gelecek kuşaklar tarafından acımasızca eleştirilecekler.”
Bir ayrım gözetmeden anlatısını sürdürüyordu:
“Batı medeniyetinin ürettiği kirli bilgi kendi yokluğuna kendi karanlığını hazırlayarak yuvarlandı. Müslümanların ürettiği medeniyet çöktüğü tarihten bu yana henüz kendisini yeniden kurgulayacak bir akla sahip olmamakla birlikte, Kur’an’ın saf ve korunmuş dünyasına bakan taze zihinlerin işlekliği umut yolunun pek de uzak olmadığına inanmayı sağlıyor.”
Ve 'Bekçi' çağın bütün karamsarlıklarına rağmen umutluydu:
“Hiç kuşkusuz 21. yüzyıl, yok olan batılı nesillerden sonra, yepyeni çocukların doğduğu, bütün insanlık geçmişinden çok daha iyi bir yüzyıl olacak. Üç ayrı tanrının koruyamadığı bir zihni, sınırsız sayıda tanrıdan oluşan Sufizm’in teolojisi asla koruyamaz. Bunun için Müslüman akılların geleneksel İslâmî algıların ve Sufizm’in karanlıklarını sorgulaması ve onları da Kilise gibi kirleriyle tarihe gömmesi gerekiyor.”
Binlerce yıl geçse de, insanlardan çoğu İblis'e kulak verip münkir olacak, bilfiil farklı atmosferlerde ve formlarda iblis'e kulluk edeceklerdi; hem de Kilise gibi, İblis karşıtı olduklarını iddia ederek... Yerkürede bulunan milyarlarca insan, ilginç 'din kalıpları' içinde, evrensel ve kesin olan gerçeğin dışında, sanal bir gerçekler kuşatmasıyla aldatılmaktaydı.
Açık ifadeyle; Müslüman olsun veya olmasınlar, insanlar, din adına bildikleri/ezberledikleri çok şeyin aslında dinle ilgisi olmadığının farkında bile değillerdi. Bu şaşırtıcı bir hâl değildi; bilakis İblis'e yoldaşlık edenlerin inceden inceye planladıkları ve ısrarla/sabırla uygulayageldikleri bir programın süregelen sonuçlarının somut bir görüntüsüydü.
Ayrıca bu program, İblis'e endeksli olarak sürekli güncellenmekteydi. Çükü kaos İblis'in en sevdiği şeydi. Doğal olarak, bugün dünyaya egemen olan Katolik kültür, kaos üretmek adına, kaos karşıtı olan, reel olarak kendisinde mevcut olan eşdeğer herhangi bir teknolojiye ve silaha sahip olmayan İslâm'a ve Müslümanlara karşı yüzlerce yıldır derinlerden sürdürdüğü yok etme mücadelesini görünür yüzeye çıkarmış, doğrudan ve açıkça saldırmaya başlamıştı.
Ya yoksa, kaos neden olsundu ki? Katolik mâzî, kan ve vahşetle, sömürü öyküleriyle doluyken, Katolik din diktatörlerinin dünyaya huzur vaat etmeleri başından beri bir çelişkiydi. Ortodoks ve Protestan kanları üzerine bina edilmiş bir Katolik Avrupa ve dünya hakimiyeti için çok fazla kanıt aramaya gerek yoktu; bilim ve soykırım tarihi apaçık ortadaydı.
Vatikan merkezli entrikaların hangi ülkelerde neleri değiştirdiğini, hangi fitneleri/çatışmaları ortaya çıkardığını saklamak artık imkânsızdı. Ancak ve sadece baskın Katolik güçten korkanlar gerçekleri saklayabilir veya söylemekten çekinebilirlerdi.
Bilim, rasyonel çizgisiyle Avrupa’yı ve Batı’yı orta çağ karanlığından kurtarırken, Katolik Kilise'nin entrikalarını durduramamıştı ve yirmi birinci yüzyılın başlangıcında Papa, yine orta çağdaki gücüne ulaştığına kanaat getirerek, içindeki kini açıkça telaffuz etmekten çekinmiyordu.
Şaşırtıcı olan bir şey yoktu; fitne İblis içindi. Ve iblis, Allah dışında sığınak arayan herkesi kullanıyordu. Katolik, Protestan, Ortodoks, Püriten, Budist, Hindu, Ateist, Yahudi, Kabalist, Şii ya da Sufist fark etmiyordu; bütün halkları ve sıradan insanları ‘avam’ diyerek aşağılayan ve kendilerine ‘havas’ diyen seçkin bir tabaka her dinde, her yerde ve zamanda hep vardı.
Halktan uzak kalmak, aşırı kibir kokan ve halkı aşağılayan bir tutumdu, oysa İslam avam-havas ayrımı yapmazdı; aksine bu ayrıma karşı net kurallar koyarak her insanın okumasını emrederdi.
Maalesef kast göçeri bu aydın türünün steril bir hayat yaşamasını, yasalara ve diğer insanlara karşı ayrıcalıklı olmasını sağlayan bir standarttı, kaynağını tasavvuf kibrinden alıyordu.
“Aydın dediğin herkesten kaçan bir sümüklü böcektir Şeytan’ın kitabında...” demişti Gezgin.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.