Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Türkiye'nin şu anda verdiği mücadele de Batı'nın tanımları ile boğuşurken bu tanımlara karşı koyduğumuz aidiyet bilincine yönelik eleştirilerimizden besleniyordu. Hiç kimse hiçbir şekilde itiraz edemezdi: 'Batı' Türkiye için iki yüzyıldan fazla bir süredir etkin, sonuç alan bir 'dış güç'tü. Türkiye asla bağımsız değildi."
Tarih geçmişten geleceğe doğru uzanırken insanların yaşadıkları her şeye dikkat etmeleri gerekiyordu, aldanmamak ve köleleştirilmemek için... ancak bu ne kadar mümkün oluyordu, görüyorduk:
“II. Mahmut ve sonrasında padişah ve paşalar arasında bir denge kurulmuş, yapılan 1808 tarihli Sened-i İttifak’la, devlet güç sahipleri arasında taksim edilmiş ve böylece saltanat padişahta kalma kaydıyla devletin bütün gücü asker ya da sivil ama tümü üniformalı, apoletli, nişanlı paşalara geçmiştir.” diyordu ‘Irmak Yazarı’.
Ve ilmik ilmik bağlıyordu yaşananları birbirine:
“Bütün bu faaliyetler günümüze kadar sürdüğü gibi, o dönemde Rus, İngiliz, Avusturya-Macaristan, Fransız entrikaları iktidar mücadelesinin mimarisini oluşturmuştur. Osmanlı, çöküşünü, sorumluluklarını ve gücünü paşalara devreden padişahlara borçlu olduğu kadar, gerçekte sahip olduğu gücü düşman devletlerden müttefik elde ederek korumaya çalışan paşalara da borçludur.
1808'den sonra 1922'ye kadar, yüz on beş yılda yedi padişah tahta çıkmıştır; II. Mahmut (1808-1839), II. Mahmut'un oğulları; Abdülmecid (1839-1861), Abdülaziz (1861-1876), Abdülmecid'in oğulları; V. Murat (1876), II. Abdülhamit (1876-1909), V. Mehmet Reşat (1909-1918), VI. Mehmet Vahidüddin (1918-1922) ve bu yedi padişah döneminde devletin gücünü kullanan yüzlerce paşa vardır.”
Bu paşalar kendiliğinden yetişmiyordu ya da eskiden olduğu gibi padişahların seçtikleri adamlar değillerdi, masonların özel olarak yetiştirdikleri ve devlet denen dev aygıtın tepesine yerleştirdikleri isimlerdi:
“II. Mahmut'u tahta oturtan Alemdar Mustafa Paşa ve II. Mahmut'u parmağında oynatmaya çalışan İngiliz-Fransız destekli Mısır Valisi mason Kavalalı Mehmet Ali Paşa, II. Mahmut'un oğulları Abdülmecid ve Abdülaziz döneminde devletin bütün gücünü kullanan, Tanzimat Fermanı’nın asıl hazırlayıcısı ve uygulayıcısı olan mason Mustafa Reşit Paşa, mason Mehmet Emin Âli Paşa, mason Keçeçizâde Fuat Paşa, mason Ahmed Şefik Mithat Paşa İngilizlerin, Almanların, Rusların ve Fransızların etkisinde imparatorluğun çöküş şartlarını oluşturmuşlardır.
II. Abdulhamid, dedesi II. Mahmut'un paşalara devretmek zorunda kaldığı devlet gücünü tekrar eline aldığı için paşaların gücü zayıflamış, ancak 1908'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin darbesi ile devlet gücü bu kez çoğunlukla asker paşaların eline geçmiştir. Alman ekolünden sayılabilecek asker olan mason Mahmut Şevket Paşa, mason Enver Paşa, mason Cemal Paşa ve sivil paşalar mason Talat Paşa, mason Kavalalı Said Halim Paşa, V. Mehmet Reşat döneminde Osmanlı devrinin son yenilgilerinin sorumlusu olarak tarihe geçmişlerdir.”
Mustafa Kemal olgusuna en önemli noktadan dokunarak giriş yapmıştı ‘Bekçi’:
“Paşaların yüz yıllık güç savaşı sona ermemiştir. 1919 itibarı ile son Osmanlı padişahı VI. Mehmet Vahidüddin, padişahlık ve halifelik vasfında barındırdığı devletin manevi gücünü asker Mustafa Kemal Paşa'ya devrederek onu işgal altındaki vatanı kurtarmakla görevlendirmiştir. Cumhuriyet'in paşalar tarafından kurulması sonrasında da süren ‘Paşalar Devri’ asker İsmet (İnönü) Paşa'nın 1973'te ölümüne kadar Osmanlı'nın izlerini taşımıştır.”
Kuşkusuz devletler de aileler gibi geleneklere sahip canlı varlıklardı. İsmet İönü’nün ölümü ile özenle seçilmiş ve halkına düşman olarak yetiştirilmiş paşaların 1808’de başlayan hakimiyeti 2007’ye kadar sona ermemişti:
“1973'ten 2007'ye kadar da genelkurmay başkanları, ABD destekli orgeneraller devletin gücünü şahıslarında temsil ettiklerini düşünerek siyasî otorite üzerinde eksiksiz bir baskı kurmuşlar, Başbakanlara (veya Cumhurbaşkanlarına) son dönem Osmanlı padişahlarına davrandıkları gibi -1808 Sened-i İttifak anlaşmasında olduğu gibi- davranmışlardır...
2007 e-muhtırası son cılız ‘paşa kalkışması’ olarak tarihe kaydedilebilirse, iki yüz yıllık ‘Paşalar Devri’ 2007'de sonra ermiştir diyebiliriz. 15 Temmuz 2016 FETÖ-NATO-ABD askerî darbesinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde halk ve devlet tarafından bastırılması da iki yüz yıllık ‘Paşalar Devri'nin cenaze ve defin töreni anlamına gelmektedir.
İki yüz yıl sonra Türkiye, devletin gücünü asıl sahibine, savaşan, şehit ve gazi olan halkın çocuklarına ve onu temsil eden Cumhurbaşkanı'na teslim etmiştir. Son ‘Fırat Kalkanı’ ve ‘Zeytin Dalı Harekâtları’nda üniformasız siyasi bir liderin başkomutan olarak sefere çıkmış Osmanlı padişahları kadar gücü olduğu da artık tartışılmazdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın harekât merkezlerini ziyaretlerinde temsili olarak sırtına geçirdiği üniforma da bu güç gösterisine yapılan atıftan başka bir şey değildir, gücün meşru sivil-siyasi otoritede, yani halkta olduğunun olduğunun tescilidir.”
Hem gençliğimde Türkiye’de her alanda gözlemlediklerim, hem de mesleğim gereği kurduğum ilişkilerde şahit olduğum gizli varoluşsal bağımlılık zincirlerine bağlı olarak ortaya çıkan çoklu kötülük çok berraktı.
Türkiye insanının yaşadıklarını, dünyanın, özellikle Avrupa ülkeleri ile ABD'nin yaşadıklarından bağımsız düşünmek mümkün değildi; dünyanın geri kalanı ile çok fazla benzer olmayan bu çalkantılı dönemde Batı ile iki yüzyıldan fazla bir süredir entegre olmuş zihnimizin sağlıklı bir şekilde işlemesini beklemek de doğru değildi.
Çünkü Batı'dan bize doğru akan her bir akıntı, maalesef devleti idare eden yetkililerin büyük bir baskı ile 'doğru ve iyi' şeyler olarak tanımladıkları ve dayattıkları, eğitim, ibadethaneler ve medya gibi araçlarla yaydıkları, çoğunlukla insan zihninin şeytanî safralarından ibaret olan 'yanlış ve kötü' şeylerle doluydu.
Bugün kendi inançlarımızın tarif ettiği, tanımladığı şeyleri ararken yaşadığımız çelişki de bundan ibaretti. Tarif eden, tanımlayan daima güçlüydü ve güçsüzü etkilemeyi amaçlıyordu. Bunlar her yönüyle bizi etkileyen şeylerdi ve tamamı 'dış güç' olarak tanımlanabilirdi.
Türkiye'nin şu anda verdiği mücadele de Batı'nın tanımları ile boğuşurken bu tanımlara karşı koyduğumuz aidiyet bilincine yönelik eleştirilerimizden besleniyordu. Hiç kimse hiçbir şekilde itiraz edemezdi: 'Batı' Türkiye için iki yüzyıldan fazla bir süredir etkin, sonuç alan bir 'dış güç'tü. Türkiye asla bağımsız değildi.
Bunu Kudüs'ü kaybettiğimiz 1917'deki ortağımız ve İTC'nin entrikaları sonucu birlikte savaştığımız Alman Hristiyanları’nın işgalci İngiliz Hristiyanları ile ortak yaşadığı fetih duygusu ile tanımlayabileceğimiz gibi, 1945'te Türkiye'yi tehdit eden Sovyet-Rus ateizminin köklerindeki Hristiyan bilinci ile güya bizi korumaya alan ABD'nin WASP Hristiyan bilinci ile kıyaslayabilirdik; toplamda bizi etkileyen Siyonizm ve Satanizm kontrollü kolektif çalışan bir 'dış güç' vardı ve bu güç format değiştirse de fonksiyonel olarak bugün aynı şekilde varlığını koruyordu.
Rusya, ABD-NATO ve Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye'nin de dahil olduğu ya da dahil olmak zorunda bırakıldığı BM, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kurumlar, tarih boyunca ve şimdi, bazen birlikte çalışan, bazen de çatışır gibi görünen, ama sonuçta Türkiye'de ekonomiden siyasete, ticaretten yargıya, eğitimden güvenliğe, özgürlüklerden terörizme, sosyolojiden dine ve bütün bunlarla birlikte doğrudan bireylerin algılama ve hayat biçimlerine müdahale etmeyi amaçlayan organizasyonlar, programlarla ve operasyonlarla Türkiye'nin tarihinde terör, askerî darbe dahil her türlü baskı aracını kullanarak var oldular.
Maosnların kontrolü altında olan ABD’nin liderliğindeki NATO bir dış güç olarak Türkiye'de 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016'da birbirinden daha etkili askerî darbeler organize etmişti. Bunlar somut, belgeli birer operasyondu.
Yine NATO-Derin Devlet-Avrupa ülkeleri mimarî, lojistik, finansal ve en son koruma kalkanı gibi desteklerle PKK, Hizbulkontr, DHKP-C, TKP, IŞİD-DAEŞ gibi terör örgütlerini başımıza saranlar ‘dış güçler'di.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.