7 Aralık 2024 Cumartesi

SA11132/SD3337: Sıkıntı (Roman); 10. Bölüm-Deniz 1

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘O halde kâfirlere itaat etme, onlara karşı bununla (Kur’an’la) büyük bir cihadla cihad et. O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.’ 
Kur'an, Furkân Suresi, 52-53. Ayetler


10. Bölüm/Deniz

Belki de gökyüzünde saat 10.12 değildi, belki de gökyüzünde zaman sadece güneş doğduğunda ve battığında vardı, belki de hiç yoktu; eğer hep burada yaşasaydık. Gözlerimi kapattım ve uçmanın keyfini sürmeye karar verdim. Mesafelerin küçüldüğü bir çağda, büyüdüğünü sandığımız halde zihnimizin de sıkışarak küçüldüğünü hissediyordum. Gözlerini kapatmalıydık bazen, hem içimizin hem de dışımızın.

Tabi, elbette bütün bunlar varsayımsaldı, belki de biraz sanatsal; gözlerimizi kapatsak da aslında zamana bağımlı olarak yaratılan zihnimizin işleyişini durduramıyorduk. Ancak kabul etmeliydik; ne kadar az şey görürsek içimizden ve dışımızdan, o kadar çok dinleniyor, sakinleşiyor ve yeniden güç topluyorduk sonraki anlar için.

Ankara yolculuklarım dinlenmiş, sakin ve güç toplamış bir zihinle başa çıkabilecek gelişmelere gebeydi her zaman. Beklenemeyecekler listesi çok kısaydı başkentin; ne kadar uzak kalırsam o kadar iyiydi ve o kadar çok sorun çözebilirdim. 

Ankara’daki şirketlerden biri ile yaptığımız dar kapsamlı ancak özel bir toplantıda sormuştum:

‘Neden ben? Ankara’da bu işleri yapacak insan yok mu?’ 

Şirketin tepe yöneticisi gülümsemiş ve, ‘Çok insan var!’ demişti. ‘Ama senin işine yaklaştığın gibi, işin ve analitik süreçler sonunda verilen kararlar ve atılan adımlar konusunda gösterdiğin sebata ve istikrara sahip bir tek insan bile yok! Ne zaman baskı yapsak hepsi kolaylıkla fikir değiştiriyorlar ve kaybeden biz oluyoruz. Sen işine karıştırmıyorsun kimseyi ve kazanan biz oluyoruz!’

‘Bağımsızlık mı tek sebep?’ demiştim ben de biraz iğneleyici bir dille.

‘Hayır!’ demişti yine gülümseyerek. ‘Senin algılama, yorumlama ve sonuç çıkarma yeteneklerin sebatının ve istikrarının sürekliliğini sağlayan temel özelliklerin. Zaten bağımsızlığını da bu özelliklerinden aldığın için bu durum seni özel kılıyor!’

‘Sözleşmelerimizin bol sıfırlı olmasını buna mı borçluyum?’ diye sormuştum onu iğnelemeye devam ederek.

Bu kez kahkahalarla gülmüş ve ‘Yine Hayır!’ demişti. ‘Bize kazandırdığın bol sıfırlara borçlusun!’

Para süregelen bir belaydı; para yoksa hiçbir şey yoktu. Para kazanmadıkları zaman sözleşmeler anlamsız, övgüler yersiz ve gereksizdi.

‘Beni övüyorsunuz!’ demiştim gülerek. ‘Beni överek hâkimiyetiniz altına alıyorsunuz!’

Dar kapsamlı o toplantıdaki herkes kahkahalarla gülmüştü. İtiraz ederek ‘Hakkını teslim ediyoruz’ deseler de gerçek buydu. Ben, beni öven herkesin beni etkisiz hale getirmeye ya da kontrol altına almaya çalıştığını çokça kez gözlemlemiştim ve bunu doğrudan reddetmiştim. İD ile de bu konuda konuşmuştuk; o ne kadar içten davransa da her övgü bir tür kısıtlama girişimiydi. Bu yüzden bütün övgüler kısıtlanamayacak tek varlık olan Allah’a aitti, Allah hâkimiyet altına alınamazdı.

Buna karşılık samimi eleştirilere karşı çok ilgiliydim, aksine zaten cesaret edemezlerdi. Kestirip atar ve bedeli ne olursa olsun o kişilerle ilişkilerimi tamamen keserdim. Eleştiri maskesi altında yapılan saldırıları görmezden gelmek riyakarlıktı bana göre. Dosdoğru olacaktı insan. 

Kimse kusursuz değildi ve sadece kusursuz olan övgüye layıktı.

Hepimiz kusurlarımızla biz olmuştuk ve dost olarak gördüğümüz insanların göremediğimiz ya da görüp de değiştiremediğimiz kusurlarımızı bizi sevdikleri için bize söylemeleri şarttı, ama asla başkalarına değil.

Pencereden pürüzsüz göğe bakıyordum; düşündüğüm şeyler arasındaki ayrık ve bütünleşik bağlar arasında gezinirken... Gökyüzü saftı, olduğu gibiydi; insan elinin değmediği bütün her yer gibi. Ne var ki gökyüzüne çıkan insan zihnindekilerle beraber onun saflığını da bozuyordu.

Her saflığı bozan insan neydi?  Batı ‘tanrı’yı öldürdüğüne göre insana kim engel olabilirdi? Maalesef Batı böyle düşünüyordu, öldürürken, sömürürken, aşağılarken, yok ederken.

Herhangi bir ‘tanrı’ olmadan insan nasıl var olabilirdi ve var olmaya devam edebilirdi ki?

Hollywood filmlerinde çok sık gördüğüm repliklerden biri geliyordu aklıma. Onların yazdığı senaryolara göre, Tanrı yeryüzünü terk mi etmişti? Nasıl bir tanrıydı bu? Tanrı algısını indirgedikleri insan formunda davranmaya zorlayan bu bakış hastalıklı bir bakıştı ve maalesef filmler, diziler, kitaplar ve bütün medya araçlarıyla bu hastalıklı bakışı yayıyorlardı.

Belki de Kur’an dışındaki bütün kitapları yakmalıydı insanlık, kendisine ve yeryüzündeki bütün canlılara saygı gösterebilmek için, Allah’ı tanıyarak ondan başkasına boyun eğmemeyi öğrenmek için.

Bir direniş bilinci canlanıyordu yeryüzünde ama çok başıboş, çok bireyseldi bütün çabalar. Samirîler gibi organize değillerdi.

Ankara, Londra, Paris, Moskova, Berlin, Tel Aviv, Pekin ve Washington... ne kadar karmaşıktı dünyanın bütün ırmaklarının aktığı birbirine bağlı ve birbirinden bağımsız gibi sınırlar doğuran denizler... ne kadar kirli ve ne kadar günahkâr... Nasıl ayıracaktı kiri ve günahları, parayla değer edinen, değerlerini parayla takas eden insanlar?

Nasıl mücadele edecektik? Bekçiler yol aramışlardı kendilerince, ama gelip kapıma dayanmışlardı, sanki ben hepsinden daha güçlüymüşüm gibi.

Furkân Suresinin 52 ve 53 ayetleri çağıldıyordu zihnimde. ‘Siz Kuran’ı bizden daha iyi biliyorsunuz!’ demişti ilk Bekçi.

‘O halde kâfirlere itaat etme, onlara karşı bununla (Kur’an’la) büyük bir cihadla cihad et. O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.’

Kur’an’la ayıracaktık bütün denizleri ve Kur’an’la cihad edecektik. ‘Cihad’ sözcüğü ABD’nin kurduğu terör örgütleriyle daralttığı ve bu örgütlerle ürettiği acımasız terörle ilişkili olarak İslam’ı düşmanlaştıran bir algıya dönüştürdüğü gibi bir anlama asla sahip değildi. Tam aksine İslam’ı öğrenmek, öğretmek, onu anlamak isteyenlere anlatmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uymak, haram kılınan düşünce ve eylemlerden uzakta kalmak anlamına geldiği gibi, Allah yolunda ilerleyen Müslümanlara savaş açan İslam düşmanlarıyla savaşarak yeryüzünde barışı yaymak anlamına geliyordu.

Cihad’dan başlayarak doğrultmalıydık anlamları ve Samirîlerden daha akıllıca davranarak buradan yürümeliydik. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[06.12.2024, 10/3 (792))]


Seçkin Deniz, 07.12.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

     

Seçkin Deniz Twitter Akışı